24 Kasım 2025 Pazartesi

ÖZÜR DİLERİM




 

Günaydın,

O günden beri kocaman, şiştikçe şişen, nefesimi kesen dilenmemiş bir özür büyüyor içimde. Hayatım boyunca tüm nezaketsiz ve en kaba davranışlarımı toplasam, bana uzatılan çiçeği reddetmek kadar kötü ne yapmış olabilirim, bilmiyorum. Gerçi istemedim diye senin onu aynı öfkeyle fırlatıp atman da daha mı azdı, inan bilemiyorum.

Ne kadar zor şeymiş iki insanın birbirine sokulması. Doğada kolayca kurulabilen bağ, bize, insana neden böylesine zahmetli? Tek istediğim sıcak, içten, neşeli anlarken bunca dram akıl alır şey değil. 

İnsan kendine kapalı kutu.

İlk görüşte aşka inanmam fakat ilk görüşte tanıdıklık haline inanırım. Anlatsana nasıl birşey o desen, beceremem, sadece seziyorum. Yanına oturduğum an, kırık kahve makinesi haznesi görünen hikayeydi, oysa ben çoktan başka bir hikaye yazmaya başladığımızı ilk kelimelerimizde görmüştüm. Kimdin, neydin hiçbir fikrim yoktu ama orada, tam o anda uzun zaman önce kaybettiğim, unuttuğum birini, birşeyi hatırladım.

Sonraki günlerde de böyle devam etti.. Soğuk ve yakıcı bir ışığın vardı ve ben etrafında dönüyordum. Yaklaşırsam yanarım diye için için korkarak ama kendimi parlaklığından alamayıp taklalar atan güvercinler gibiydim. Yepyeni birşeydi ve aynı zamanda birkaç hayatlık eski. Güvenli gibiydi ama ritimsizdi. Elimi uzatsam tutacak kadar yakın ve millerce uzakta olan birşey... 

Aslında ben gibiydi, benim kendime kavuşmama engel parçamın suret bulmuş haliydin sen.

Aynamı mı bulmuştum? Sen benim aynam mısın yoksa?

Bu çarpışmadan ne çıkar bilmiyorum. Herkesin benzerini aradığı Dünya'da benzerimiz olduğunu düşündüklerimizle ne yaşarız inan hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim bir sebepten, belki sadece zamanlama yüzünden, tüm canavarlarımı kafesinden çıkartacak kadar büyük bir güç atfetmişim sana, senden evvel sadece bir kişiye verdiğim.

Rica etsem onları, canavarlarımızı kafeslerine geri gönderir misin? Yapabilir misin?








15 Kasım 2025 Cumartesi

MEVSİM GİBİYDİM BUGÜN




 

İyi akşamlar, biraz sonra güneş batacak ve hepimiz sıcacık evlerimizde karnımızı doyurup, yarın sabaha kadar birbirimize veya battaniyelerimize ve kedilerimize sarılıp, saklanacağız. Yani şanslı olanlarımız böyle yapacak ve kendisi kadar iyi koşullarda olmayanlara da dilerim dua edecek.

Bu sene bana bir haller geldiğini her mevsimi bayıla bayıla yaşadığımı hatta kuru fasulye yemişim de aman suyu ziyan olmasın diye diye ekmek banarcasına keyfini çıkarttığımı biliyorsunuz. Sevdim ben yeni bakış açımı, zira ilk kez hayatın yanımdan geçip gitmediğini, benim ona dahil, onunla paralel, hatta iç içe  olduğumu hissettim. Kaçırdığım mevsimler mi? Onları düşünmedim. Elimdekiyle o kadar tatmin olmuş, aldığım her nefese ve adıma öylesine minnetle doluydum, doluyum ki, aklımın köşesinden geçmedi eski mevsimler. 

Tek mevsim vardı, içinde olduğum. Sonbahar.

Sık sık arkadaşlarımla buluşuyor, konuşuyorum. Bazen kendime uzun ve içinde oyuncaklarımı açtığım ev ortamları yaratıp taşlar boyasam, kekler, yemekler pişirsem de sevdiğim, kıymet verdiğim insanları görmeyi atlamamaya dikkat ediyorum. Yalnız hissetmek ve eksiklenmek hoşuma gitmiyor. Kendimi sevilip, sevdiğim, korunduğum ve kollandığım bütünlüğe ait hissetmeyi tercih ediyorum. Yalnızlaşmak hiç akıllıca ve sağlıklı gelmiyor.

Uzun sabah yürüyüşleri çok iyi geliyor. Tazelendiğimi, uzun ve buz gibi bir kışa hazırlandığımı hissediyorum. Bu sabah ilk kez kahvaltıda çorba içtim. Yani kendimce yaklaşmakta olan kışa merhaba demiş oldum. Sonra sakin sakin taşlarımı boyadım. Her birinin hikayesini görmek için gözlerimi ve kalbimi açma oyunu oynadım. Biri annem için, biri de kendimeydi. Sonuncusunu da çok sevebileceğim ama kendini hiç sevmeyen bir dostum için boyadım. Boyarken umut ettim, bir sabah uyanır ve kendini sevmeye niyet eder ve beni arayıp "hadi bana yardım et" der diye. Bu bir dilek tabii. Tüm diğer gerçekleşmesini umduklarım gibi.











13 Kasım 2025 Perşembe

NE YAŞADIM BEN?




 

Başlıktan açıkça anlayabileceğiniz gibi yine kendimce ve elbette her zaman benden beklenebileceği gibi, saçma sarmış bişi yaşadım. Neden? Muhtemelen ben böyle; saçmalarla sarılmış biriyim de ondan!

Yok yok kendimi kendime, kendimi size yani affedin de elaleme jurnalleyecek değilim. Sadece yazacağım; yazarak azaltacak ve yine yazarak yarım bırakılanlar koleksiyonuma ekleyeceğim.

Ben hiç aşık olmadım biliyorsunuz, olduysam da aşıkken aşık olduğumu hiç anlayamadım. Akışta kalmak hiç ama hiç becerebildiğim bir şey olamadı. Zaman zaman yaşama ve dayatılan samimiyetsizliklere baş kaldırdığım oldu, olmadı değil. Fakat yine de yeterince asi olmadım hakkıyla, hep kaçaktım, kaçandım oyunlarda. Hani şu zora gelince kaçan.

Ama istedim; durmak, kaçmamak ve tam aşıkken aşkın içinde durabilmeyi çok istedim. Olmadı, yapamadım. Kalbimin buzu hep geç çözüldü. 

Kısmet diyelim.

Geçtiğimiz aylarda diğerlerine benzemese de, anımsatan bişi geldi başıma, romantik demekten sakınmayacağım bir oyun oynadım. Biriyle gülmeyi, onu anlamaya çalışmayı ve kendi başıma gelenleri anlatmayı özlediğimden olsa gerek kendimi fazlasıyla kaptırdım.

Yaşama dair istekli olan birini değil de kıyıda duranı neden seçtin derseniz, benim paternimde kıyada duranı seçmek var!

Benim babam ve annem birer kıyıda durandı. Bu sebeple olsa gerek kıyıda duranı kurtarma, oyuna katma güdüsü beni yaşama bağlayan iplikçik gibidir! Sanki herşeyden ümidini kesmiş birini hayata katarsam, benim o akmayan donuk parçam da yeniden yatağına dönüp gürül gürül akacak zannederim. 

Ah bu ben ve bitmez tükenmez zanlarım...

Tatlı, oyuncu ama besbelli sert bir rüzgardan kaçtım az evvel. Şu hayatta taptığım tek şey rüzgardır ama kaçtım... Yeniden yeşillenen kırılgan dallarımı, dallara çekine çekine yerleşen çiçeklerimi korumak zorundaydım. Yine de güzeldi, bir yerlerde hala oyun kurabileceğim birilerinin olduğunu hatırlamak güzeldi.

Yaşadığımın ne olduğunu bilmiyorum. Aşk? Oyun? Dostluk denemesi? Derin suda çimlenmek? Kalp masajı? Neyse ne, teşekkür ederim hayat; verdiğin ve esirgediğin herkes ve her an için, teşekkürler.

Peki ne yaşadım ben? Bilmiyorum:)))











7 Kasım 2025 Cuma

MANASIZ BİR ROMANTİZM İÇİNDE KIVRANAN RUHUM..




 

MEVSİM BENİ YOK ETTİ! Renklerin güzelliğinden, rüzgarın yumuşaklığından fena halde sarhoşum. Kendimi çok huzurlu bir tablonun içinde yan gelmiş yatıyor hissediyorum. Kaldı ki dün parkta iki seksen uzandım. Yer gök güneşti, eve giremedim.

Bugün daha sakin hem bulutlar hem de güneş. Rüzgar yok. Soğuk değil, sıcak değil. Akşam tiyatroya gidecek gücü ve isteği bulmayı umut ediyorum. Bakalım olabilecek mi?

Yazmak istediğim çok şey var. Mevsim hakkında, aşk hakkında, insanın asla sakinleşmeyen ruhu hakkında... 








29 Ekim 2025 Çarşamba

SEVGİNİN KIRILGAN GÜCÜ



Ne zamandır kimselere vermedim, vermem dediğim gücü meğer sana vermişim.. Sende kötüye kullanmışsın bile isteye veya hiç ama hiç bilmeyerek... Sonuç değişmedi, acıdan, yalnızlaştırılmaktan taş kesti yüreğim. Daha az sevebilir, hiç sevilemez oldu sayende, üstelik tek bir haketmediğim yüksek sesle....

Durup durup baktım avucumdaki taşa, uzun uzun anlamaya çalıştım incinen egom muydu yoksa sahiden kalbim mi? 

Sen gerçekten kalbimi kırdın ve zaten o güç sadece sendeydi. Keşke yapmasaydın.Keşke kırılmaz olsaydım.

Bugün doğum günün, sana bir taş boyamıştım. Onu vereceğim. Ben bil taşı, benmişim, benden kalan, verilebilecek son şeymiş gibi. İster kafana vur, ister bağrına bas. İstersen git dağlara bırak veya yedi denizin en derinine yuvarla. Artık fark etmez. Verebileceğim son şey kırgınlıktan taş kesmiş, korkudan sevemeyen bir taş parçası. Seni her zaman kendince sevecek ve koruyacak bir taş, artık ne kadar becerebilirse.

İyi ki doğdun.

10 Ekim 2025 Cuma

 


Günaydın, 

Son birkaç sene kendimizi ayakta tutma gayretiyle geçti. Ama ne gayret! Yorulduk, tükendik hatta hastalandık. Arada güzel şeyler yaşanmadı diyemem, elbette iyi zamanlarımız da oldu fakat toplama bakınca zorlanma görüyorum. Hayatın gayet basit olduğunu bile bile insanın niçin bu kadar  geri düştüğünü de gerçekten bilmiyorum.

Zaman beni düşündürüyor. Bazen lastik gibi uzarken, çoğunlukla avuçlarımdan kaydığını hissediyorum. İkimizin arasında kazananı çoktan belirlenmiş bir yarış olsa da, kaybımdan kalan kazancı kolluyorum. 

Bu hafta Nefes'le derslerimiz başlıyor. Özledim ikimizi. Artık orta okul çocuğu oldu. Bambaşka bir yere evriliyor hayatı ve ben bu süreçte yanında olacağım için mutluyum.

Ayrıca yeni arkadaşlarım gezginlerle kampa gideceğimiz için de mutluyum! Bence bu uzun zamandır özlediğim orman seslerini getirecek bana. Sadece teyzemin iyileşmesi kaldı geriye....

Güzel bir hafta sonu olsun herkese.



28 Eylül 2025 Pazar

YENİ OYUN ARKADAŞLARIM


 

Günaydın İyi Pazarlar,

Bir süredir kendimi hafif hissediyorum. Elbette verdiğim üç beş kilonun ve gördüğüm tedavilerin faydası sonsuzdur ancak asıl güzellik kendime yepyeni oyun arkadaşları bulmuş olmam. 

Şanslı, zor, karışık duygularla geçen bir yazdı. Açıkcası sonbahar da öyle. Kendimi zaman zaman yüzeye çıkıp nefes alan balıklar gibi hissediyorum. Nefes almanın önemini unutmamaya çalışıyorum. 

Burhan hala kazıda. Bu ay sonu birkaç günlüğüne İstanbul'a gelecek ama bakalım ne zaman? Nefes'le dersler de henüz başlamadı, inşallah Ekim'le birlikte. Onlar da hayatıma dönünce doya doya oynayabilirim.

Ne kadar değerli birşey beklentisizce iyi zaman geçirmek. Havadan sudan konuşup şakalaşabilmek. Özlemişim. Sakince, nazikçe ve içtenlikle kendim gibi davranabilmeyi özlemişim. Birilerinin beklentilerini karşılamak zorunda olmadan, kendimi beğendirme veya onaylatma derdine düşmeden, öylece ve sadece orada olmayı özlemişim.


En çok istediğim şeylerden birini yaptım bu yaz, İstanbul Boğazı'nda yüzdüm. Hem de ne yüzmek! Hayatımın en beklentisiz, en sakin günlerine iki tane daha ekleyerek.

Şimdi sırada sonbahar ve kış var. Yaşamak, çalışmak ve eğlenmek için. Kelimelere dökmekte tutuk kalsam da yeniden oyuncu olmak hoşuma gitti demek istedim.

Oyunda kaldığımız güzel bir hayatımız, güzel bir Pazar günü olsun.

18 Eylül 2025 Perşembe

YÜKSELİŞ, DÜŞÜŞ VEYA YERİNDE SAYMAK

 




Günaydın,

Bence hepsi, herşey aynı kapıya çıkar, insan ölümlü. Yaşam su gibi akmakta ya da insan o suda akıp geçmekte. Durmayan bir devinimdeyiz. Hatta ölümden sonra bile. 

Düşünsene; çürüme, çürüyenin toprağa karışması, orada biten otu beslemesi, aynı otu kuşun böceğin yemesi, yediğini sıçması.... Dur durak yok! Hal böyle olunca da anın, anın getirdiklerinin geçiciliği içinde sağduyulu olmaktan gayrı çare yok. 

İnsanlara göre şekil alamayız, onların gelgeç hırslarının, anlık sevecenliklerinin bizi duygudan duyguya sürüklemesine izin veremeyiz. Zihnimiz de güvenilir birşey değil, ona hiç güvenemeyiz. İnsanı çöllere düşürmeyen, dağlara çıkartıp, denizlerde boğmayan tek  durum gözlemci olabilmesidir.

İnsan kendini bir fosil inceler gibi sakince izlemeli. Hangi duygu bizim, hangisi öğrenilmiş? Ne vakit ezberden okuyoruz? Hepsini bir bir yakalamalı. 

İnsan bu dünyaya mutlu olmaya değil, insan olmayı deneyimlemeye geldi. Hep hatırlamalı... Hatırlatmalı.




6 Eylül 2025 Cumartesi

HERŞEY TEKRARDAN İBARET, SIRF İNSAN ANLASIN DİYE....



Herşey tekrardan ibaret. İspatı mevsim döngüleri. İnsana defalarca şans veriliyor, baktığını görsün, gördüğünü anlasın, anladığını sevsin, kıymet bilsin diye.

İnsan kör, insan uykuda, insan unutmuş kendini haritada işaretlenmemiş uçurumlarda...

Kaç mevsimi ziyan ettikten sonra idrak edilir ki yaşananın son olma ihtimali? Kaç mevsim avuçlarımızdan kayıp gittikten sonra kıymeti bilinir sımsıcak bir çift çorabın ve yumuşacık şalların?

Kış kapıda. Kış zor bekliyor sırasını; ağırlığı, ödülleri ve cezalarıyla sabırsız... Bir kase çorbayla şansımıza gülümseyip, havalara uçacağımız erken inen akşamlar kapıda... Ama önce sonbaharı seveceğiz. 

Bu sabah yılın ilk yağmurunun şarkısıyla uyandım. Şükrettim sabahın serinine, kahvemin lezzetine, sarmaşığa düşen ilk sarı renge.

İlk sarı yaprağı düşündüm uzun uzun... Acaba farkında mı ne kadar cesur olduğunun? Diğerlerini usulca döngüye davet ettiğinin? Muhtemelen değil, öylece, kendiliğinden oluvermenin tevazusunda, düşünmeden akmanın sadece dönüşmenin büyüsünde... 

O ilk sarı yaprak olmak istedim bu sabah; usul usul rengimi değiştirmek, sessizce ilham olmak istedim geleceğe adım atmaya çekinen parçama. Sonucu ne olursa olsun diyerek, o ilk sarı yaprak kadar teslimde olmak istedim değişenler karşısında.

Nicedir çığ gibi büyüyen hastalıklar ve ölümler sardı etrafımızı. Sokaklarda korkuyla, tedirgin yürüyen kediler ve köpekler. Onların korkusuna elleri kolları bağlı seyirci kalan bizler... Bu sabah benim kadar şanslı olamayan, uyanamayan nice çocuk, genç Dünya'nın bir yerlerinde... Onlar uyanmadılar...

Ruhlarımızda ağır bir bulantı, bedenlerimiz direncini korumaktan utanmışken son inadımla, son gücümle mevsimi seyrediyorum. Bana bir sonbahar daha verilir mi hiç bilmiyorum?

Ne elin kolun bacağın, ne gözlerin, ne damağındaki tat... Hiçbiri sonsuza kadar senin değil. Verilirken de alınırken de teslim olmaktan başka çaren yoktu, hatırla. Tek gün var, tek saat, tek dakika ve sen o hangisi asla bilemeyeceksin... O halde benimle ol ve o ilk sarı yaprağı düşün şimdi, onunla bir, benimle bir, nefes alan, alamayan herkes ve herşeyle birlikte sadece ol. Sadece nefes al, hakkın olan nefesi uzun uzun al ve ver. 

Dünya'yı son defa koklarcasına içine çek rüzgarı ve sakince verirken mevsimi selamla benimle birlikte :)









3 Eylül 2025 Çarşamba

HELLO MY DEAR, IF YOU..






Canım benim,

İyi bir hayat mı istiyorsun? Olur tabii, olur da bunu sadece sen kendin için yapabilirsin. Samimiyetle, sakince, akışta kalarak ilmek ilmek dokuyacak, yaratacak ve yarattığın anın içine atlayıp, onunla akacaksın, hepsi bu :)))

Nereden bildiğimi sor tabii, sor ki anlatabileyim. Ben öbür türlüsünü çok denedim; kusursuz cümleler, upuzun sofralar kurdum. Evler boşalttım, evler döşedim. Diplomalar aldım. Okudum. Bişi bişi. Olmadı olmadı. Olamadı.

Ne zaman ki vazgeçtim ve saldım, iyi ve unutulmaz olanlar hep o vakit geldi yamacıma:)

İyi bir yaşam kabulde kaldığın, iyiliği bizzat yarattığın, iyiliğe inandığın zaman mümkün. Uzaktaki bir köy gibi değil, balkonundaki sarmaşık gibi düşün. Unutulmuşluğun acısını bırak, hatırlamanın ekşi tadını da. Yepyeni bir yemek pişir bu sabah, hiç tatmadığın baharatlar olsun içinde hem sana, hem hayata sürpriz!




26 Ağustos 2025 Salı

SONBAHAR GELDİ

Günaydın,

Bugün bana göre sonbaharın ilk günü, eğer sana göre hala yazsa, sorun yok, o da olur.

Dün sonbaharın ilk sabah yürüyüşünü yaptım. Artık haftada birkaç gün yürümenin zamanı geldi. Sabah saatleri yeterince serin. Sadece mutfağı toparlamakta zorlanıyorum. Çünkü domates kaynatmaktan, erik kavanozlamaktan yemek yapmaya gücüm, isteğim kalmıyor. Neyse, bu sabah iki kap yemek pişirmeye kararlıyım çünkü yarın annem gelecek.

İnsanın tahammülünü zorlayan yaz aylarını ardımızda bıraktığımıza inanamıyorum. Çok şükür! Yaz her sene sanki daha sıcak? Ya da yaşla birlikte öyle algılar olduk, emin değilim.

Bugün çok işim var. Önce Kadıköy, sonra Ziverbey ve ardından Osmanbey! İddialı di mi? Demiştim sonbahar geldi diye:)

24 Ağustos 2025 Pazar

AZ KALDI, AĞUSTOS BİTİYOR.

 

SENEYE BU ZAMANLAR, TAM ŞU AN NEREDEYİM?

Havuzdayım, kendi havuzumda. Arazinin ortasında, insansız, sessiz, seçtiğim hayatın tastamam içinde.

22 Ağustos 2025 Cuma

PARALEL EVREN, LÜTFEN, SENİ GÖRMEK İSTEMİYORUM...

 

Günaydın,

Zor bir geceydi. Rüya diyemeyeceğim, keşke hayalet olsaydı ama o da olmayan yine geldi... Ya da ben oraya gittim. Neyse.

Bu tür rüyalar epilepsi nöbetini andırıyor. Bittiğinde fazlasıyla hırpalanmış oluyorum. Anlıyorum, bana makul olanı seçtiğimi, diğer yolda zaten istenmediğimi söylüyor peki ama ben bunu tekrar tekrar duymak istiyor muyum? Onu soran yok....

Harabe sayılabilecek ama benim daha önce de annemle gittiğim bir evdeyiz. Altmışlı yılların sonundan üç katlı bir aile apartmanı. Biz annemle baktığımızda kiralıktı, bu defa da öyle ama herşeyi kırmışlar, pencereler bile plastik yaptırılmak üzere çıkartılmış. 

Evi dikkatle geziyorum. Dairenin sağında ve solunda dev salonlar var.. Oralar ne olacak, neden var? Zihnim mind the gab diye fısıldıyor...

Kapı kolları yaprak desenli pirinçti, dümdüz ruhsuz kromla değişmiş. Mutfağın üst dolapları sökülüp, yenileri sipariş edilmiş... Basamaklı, evin büyüklüğüne göre dar sayılabilecek ama sevimli bir mutfak.

Bir yandan asla doğru olmadığını seze seze ikimizi bu evin içinde hayal etmeye çalışıyorum. Acaba sana fazla mı basit gelecek? Endişeliyim, bu evde mutlu hisseder misin bilmiyorum...

Dün gece söylediğim gibi bambaşka değerlerimiz var, aynı şeylere eğilmiyoruz... Nasıl olabiliriz?

Havuz var. "Kullanabilir miyim?" diye soruyorum. "elbette" diyorlar.

Açmamam gerken bir kapı var, açıyorum. Şoke oluyorum, orta yaşlı çıplak kapınlar ve erkekler dans gibi garip bir ritüeldeler. Neler oluyor bu evde? Nasıl bir hayata evet demiş oluruz? Tedirgin oluyorum dev boşluklardan, dansçılardan ve tanımlayamadığım gizemden.

Bizim garipliğimiz bize yetmez gibi bu ev fazla mı kaçacak acaba?

Bana her zaman olduğu gibi hiç yardım etmiyor ve bu kararda da yalnız bırakıyorsun. Sen beni her olasılıkta, her evrende yalnız bırakıyorsun....





18 Ağustos 2025 Pazartesi

İYİ HAFTALAR

 

Günaydın, 

Bu sabah kuşlar yok. Kuşlar yok derken martılar ve kargalar var tabii, sadece serçeler ve sığırcıklar gelmemiş. Onları yok yazdım. 

Sarmaşık hala yeşil, çınarın rengi dönmeye başladı. Rüzgar yok. Nem oranı yüzde seksen yedi.

Biraz sonra pazara gideceğim. Mutlu muyum? Evet, hayattayım, elim ayağım tutarak kalkmışım ve kahvemi alıp balkona gelmişim. İstediğim marka kahveyi, istediğim sürede içerek güne başlayabiliyorum. Bu şans değilse nedir?

Dün Damla'nın kitapları Orhan'a teslim ettim. Orhan bizim mahallede harika bir sahaf açtı. Artık kitaplarımız onun. Bu hafta Tuna gelecek. Yarın yüzmeye gidiyoruz! 

Boğaz'a!

Bu sene denizle başka türlü bağlandığımı hissediyorum. Korktuğum yerden; karanlıktan, akıntıdan, sürüklenmekten... 

Elim, sağ elim titriyor. Sağlığıma epeyce dikkat etmeme rağmen hala yolun başındayım. Beslenme ve hareketliliği çözsem de stres yönetiminde ve zamanı kullanma becerisinde tökezliyorum. Son zamanlarda müziğe tutunuyorum, müzik dinlemek iyi geliyor. Tabii okumak da.

Neyse, dilerim hepimiz için güzel bir hafta olur :))


16 Ağustos 2025 Cumartesi

KENDİMİ KENDİM DEDİĞİM ŞEYİ SEVEMİYORUM.


Neden Dünya'dayız? Ağaçların, çayırların, kuşların bu konuda bir fikri olduğunu düşünmüyorum. İnsan sırf kibrinden anlam arıyor, öylece yaşamayı hazmedemiyor. Büyükleniyoruz. Ne için? Yok edebildiğimiz, hapsedebildiğimiz, deforme edebildiğimiz için mi? Ne büyüklük ama!

İNSAN sevmiyorum. Kendim dediğim şeyi de sırf bu yüzden, insan parçam yüzünden sevilesi bulmuyorum. Yaratmaktan, yaşatmaktan çok konfor arayan hal insana mahsus. İnsandan geçtiğimde seviyorum herşeyi ve herkesi, ruhların bir suçu yok.



15 Ağustos 2025 Cuma

BALKON

 

İstanbul'un en güzel parklarından birine yakın oturuyorum demiştim size. Peki en hoş çınar ağaçlarından biri bizim sokakta hem de benim balkonumdan rahatlıkla görünüyor demiş miydim?

Çok şanslıyım. Evimi ve sokağımı çok seviyorum. Denize ve martılara bu kadar yakın olmak büyük şans! 

Günaydın İstanbul.

14 Ağustos 2025 Perşembe

YAŞA


İçimdeki ses yaşa diyor bazen, hazır buralardayken yaşa gitsin. Böyle günlerde her an unutulmaz oluyor, tekrar tekrar döndürüyor insan zihninde. Dün, Ekin'in doğum günü kutlaması tam olarak öyle birgün oldu çünkü elli senelik hayalim gerçekleşti. Boğaz'da yüzdük!

Bu yaz yangınlar, depremler, yanardağ patlamaları, hastalıklar ve daha nicesiyle epeyce zorlamış olsa da ben Torba'da doğum günü kutladım, gece yüzdüm, bi de yetmedi İstanbul Boğazı'nda yüzdüm diye hatırlayacağım. Sanırım bardağın dolu tarafına bakacağım.


7 Ağustos 2025 Perşembe

YAZ YAĞMURU


Günaydın,

İstanbul halkı günlerdir kıvrana kıvrana beklediği yağmura nihayet dün gece kavuştu. Yağmur sabah karşı dört buçukta başladı ve hala devam ediyor. Eylül kokan sabahları özlemişiz, iyi geldi.

Hepimize güzel birgün olsun:)

5 Ağustos 2025 Salı

DELİLİK

 



Günaydın:)

Ben doğduğum günden beri yaşamak istiyorum. Doğumum da dahil tüm engellere rağmen gelmişim Dünya'ya ve ayağıma dolanan herşeye inat kalmışım buralarda. Zaman zaman aidiyet hissim zayıflasa, bitse ve gitsek tadına gelsem de aslında içimde çok ama çok güçlü bir parçacık var ve o yaşam dolu! Öyle ki beş insanlık falan.

Şimdilerde, bütüne verdiğim dikkati o parçama da vermem gerektiğini anlıyorum. Müzik seven, çiçek seven, hoplayıp zıplamak için can atan Elvan'a.

Deliliğim kafesinden çıkıp tüm Dünya'ya yayılsın istiyorum. Kabul görmediğim yerlerde dilenmek yerine, bana açılan kollarda dans etmek, dostlarımla keşiflere çıkmak. İçeride ve dışarıda aramaya devam etmek, kaşif tarafıma yeniden pabuçlarını giydirmek istiyorum. 

Deli gömleğim ve kaşif pabuçlarım, arzum budur yeni dönemden.




2 Ağustos 2025 Cumartesi

BAHTİYAR DEĞİLİZ HİÇBİRİMİZ

 

Keder ve atalet tozu mu serpiyorlar üzerimize? Kabulsüz, mutsuz, tatminsiz günlerden geçiyoruz. Bahtını sevememek hali var anın her zerresinde.

Herkes yaşamı askıya almış, mümkünmüş gibi. Ama içimizde bir kurt var ki, o gerçeği biliyor. Kimseye güvenmiyorum. Kocaman savaşların ortasında veya huzurlu bir vadide can vereceğimi ve bunun asla önemli olmadığını anlıyorum. Hiç ile biricik arasındaki yolun yalanını biliyor ve seziyorum. Daha iyisi mümkünken, seçilmeyeni seçmek konusunda atıl kalışım? İşte onu ne vakit affederim bilemiyorum.

Müzik ve rüzgarda saklanıyorum. Hiç kaçmadığım kadar kaçıyorum saatlerden, hiç kovalamadıkları kadar kovalıyorlar beni.

Sıkıldım.

29 Temmuz 2025 Salı

6:02- 8:22 SON ŞANS BALKONA KOŞMAK İÇİN!

 

Günaydın Kentlerin Kraliçesi Sakinleri,

Her yerde ambulans sesleri... Çöplerden yükselen kötü kokular... Denizden esen rüzgar koridorlarını kapatan akılsız mimarlar, müteahhitler.. Sokağa bir kaseye su koymaya erinen Ayşe Teyze... Hepinize günaydın!

Sadece size de değil, inadına insan kalanlar diğerlerine de günaydın!

Kazananı kaybedeni olmayan, öylece akıp giden hayatlarımızda küçük zaferlerle sevinip, mikro değerdeki şeylerle canımızı sıkmak nedir yahu? 

Tanrının laneti, insana olağanüstü bir ruh üfleyip, sonra da içine dünyevi olana yenilme nüvesi eklemiş olması değilse ne ola?

Terleyerek uyuyor, gece boyunca hortum gibi kendi etrafımda döne döne sabaha tam pişmiş döner tadında uyanıp, kedimi zar zor sever sevmez duşa koşuyorum. Katiyen kurulanmayarak kendime kahve yapıyor ve sahip olduğum sabah saatlerine şükrediyorum. Şükür ki ne şükür, en derinden, en içten.

Az zamanım olduğunun farkında, günün kalanına daha şimdiden saydırmadan, yapamayacağım işleri gözümde büyütmeden önce okuyor, sonra yazıyor ve yangınları, çölleri, sokakta çalışmak zorunda olanları düşüne düşüne susuyorum.

Gerçekten bu kadar çaresiz bir hiç miyim yoksa tembel tenekenin önde gideni mi asla emin olamayarak bismillah diyerek başlıyorum. Sahibime emanet!

28 Temmuz 2025 Pazartesi

MADDENİN SIVI HALİ İSTANBUL OLABİLİR.

 

Günaydın Ahali,

İstanbul'da cehennem provası yapan biz faniler, kuzeyin kuytu köşesinde serin serin yaz geçirenlere selam eder, haset değil ama soğuk rüzgarlara hasret deriiin imrenmelerle kıvrandığımızı söylemek isteriz. En azından ben isterim.

Sadece maddi konularda değil maneviyatta da en içerilerden, vicdandan ve merhametten sınava tutulduğumuz şu ahir ömrümüzde sanırım böylesi bir final haftası ne duyduk, ne de gördük. Korkunun kaygıya ve çaresizliğe karıştığı, birilerinin veya birşeylerin bizi daldan kiraz toplar gibi alıp alıp bi yerlere ve hatta başka alemlere savurduğu şu adını koyamadığımız halimiz nedir ve nice olur bilmiyorum.

Herşey ve herkese kulak mı tıkamalı yoksa en yakındakilere el uzatıp, ben bu kadarına yetebildim mi demeli hiç emin olamıyorum. Zaten hep söylüyorum ya, kafamın içindeki tiyatrodan kalbimi duyamıyorum. 

Benim kalbimin dili yok. Kopmuş. Bir zaman bir yerde çok konuşmuş ve hart diye kökünden sökmüşler. İşte bu yüzden havanın sıcağını dile dökebiliyorum ama içimdeki alevleri anlatacak kelime bulamıyorum...

Madenin sıvı hali Dersaadet, katı hali benim yüreğim mi?

27 Temmuz 2025 Pazar

EVDE OLMAK

 


Mutlu Pazarlar, tabii bunca felaketin ortasında mutlu olabiliyorsanız. Ben oluyorum valla. Sabah yataktan kalkıp balkona çıkınca, elime kahve fincanımı alıp kedimi sevince gayet mutlu oluyorum. Ha, o mutluluk güne sirayet ediyor ve beni tam zamanlı kurtarıyor mu derseniz, elbette hayır, sonuçta şehrin göbeğinde her birinizin maruz kaldığı bombardımandan bende nasibimi alıyorum.

Günlerce yüzmeme ve litrelerce su içmeme rağmen içim ateş parçası. Sadece ormanlara ve hayvanlara da değil, teyzeme, geleceğe ve gün ortası saatlere denk gelirsem de bildiğin etimdeki acıyla yanıyorum. Ne pis günlere kaldık demeyeceğim ama tuhaf zamanlara denk geldiğimizi inkar edemezsiniz.

Tüm mitolojilerin, tarihin, bilimin, simyanın, kimyanın ortaya karışık sunulduğu, hedonistlerle kölelerin aynı pistte dans ettiği çılgın bir partide gibiyiz. Hadi geçtim partiden de benim burada ne işim var? Ah, bir bilsem!

Evimdeyim. Evde oturmuyorum ama evime sığınıyorum. Hayvan gibi saklanıyor, mecbur kalmadıkça nükleer savaş çıkmışcasına dışarı çıkmıyorum. 

Teyzem hala hasta. iyileşecek mi, yoksa böyle böyle azalacak mı onu da bilmiyorum. Dizlerim daha iyi. Hala verilecek kilom, kasa dönüşecek yağlarım var. Sıcaktan kımıldayamıyorum.

Ama evdeyim. Kedimle evimdeyim ve bunun kıymetini çok iyi biliyorum.

Hadi hala mutlu olabilirsiniz bir dans müziğine, bir kadeh buz gibi şaraba bakar. Hadi ya, yaparsın.

24 Haziran 2025 Salı

...





                                                

                                           https://www.youtube.com/watch?v=jk4I0Y8SMd0

22 Haziran 2025 Pazar

TOPARLANMA ZAMANI

 

İyi Pazarlar,

Ben yavaş yavaş şehirdeki işlerimi tamamlayıp, yolculuk hazırlıklarımı yapıyorum. Eğer herşey yolunda giderse önümüzdeki hafta o çok özlediğim kıyıya varmış olacağım.

Kesinlikle şikayet etmiyorum ama gerçekten oradan şuraya, şuradan öteye koşmak bazen fazla kaçabiliyor. Tabii bu histe benim evimde olmayı sevmemin de etkisi çok. Malum Theo ve ben ev içi yaşantımızla ilgili mutluyuz, her gün sokaklara dökülüp birilerini görmek gibi arzularımız yok. Zaten ev içi hayatımıza ev etrafı da dahil olduğundan Dam Kedisi ve arkadaşlarının yemeği, kuşları seyretme seansı ve kahve vesaire derken öğle oluyor. Sonra kalıyor bize beş altı saat. 

Bodrum'da dinamikler farklı. Orada işin içinde deniz var. Deniz olunca da akan sular duruyor. Sabah daha insanın afyonu patlamadan suya koşması kadar güzel başka ne var derseniz, kahvesini alıp yeşilliğe bakarak içmek derim. Zaten daha önce de söylemiştim; artık her mevsimi seviyorum. Bazıları daha iyi fotoğraf verse de bana her biri olur.

Çantamı küçük tutmaya gayret ediyorum. Zira fazla ağırlık olmadan sakince taşınacak şeyler olursa Theo da, ben de daha rahat ederiz diye düşünüyorum. 

Odamız ve bir iki ay için hayatına katılacağımız dostlar hazır. Bizde hazırız. Orada da yazmaya ve okuma çok niyetliyim fakat blog bu işlerden ne miktar nasiplenir şu an bilemiyorum. 

Çok ama çok güzel bir Pazar günü dilerim hepinize.

17 Haziran 2025 Salı

BELKİ YARIN BELKİ YARINDAN DA YAKIN...

 

Günaydın Ey Ahali!

Bu sabah güne yürüyüşle başlamıştım, eğer müsade ederseniz halka seslenişle devam etmek isterim.

Biliyorsunuz ben epeyce uzun zamandır gelişiyorum, hatta bazen gelişimim duruyor, genişliyorum:) Sonra bişi oluyor zırıl zırıl ağlıyorum, ağlayarak uluyorum. Malum, son numaram u lu yo rum. Bi de dans ediyorum!

Nasıl olduysa oldu ve ben uluyan, uluyarak ağlayan ve ardından zıp zıp zıplayarak dans eden bir kadına dönüştüm!!! Bu bir gelişim midir, değişim midir ve fakat dönüşüm müdür dersen, sen oradan bakınca ne gördüğünü ben bilemem. Yaşadıklarımı illa anlamlandırmak da zerre bi yanımda diil. Konu şu ki kelimenin tam anlamıyla debeleniyorum. 

Kişisel gelişim sende kalsın, benim ki olsa olsa kişisel debeleniş:))) Ama hafife alma, çünkü tam bu noktada nefis bir budist öykü biliyorum; Süt kabındaki kurbağalar. Ben vazgeçmeyen kurbağacığım.

Yeni Ay vakti kendime bi kıyak yapıcam, halka açık ağlayacağım. Tüm acısını içinde saklayıp turşusunu kuranlara ilham olsun diye. Katılmak ister misin? En zayıf, en zavallı bellediğimiz yerden bi filizlensek mi?

Bi düşünelim.



16 Haziran 2025 Pazartesi

YAZ

 

Herkesin dört gözle beklediği yaz geldi. Hatta yaz dönümüne sayılı günler kaldı.. Sesini, kokusunu unuttuğumuz insanlar mevsimsiz alemlerde kim bilir nasıl bir gerçeklikte devinirken biz, buradakiler, yaşamaya devam mı ediyoruz yoksa sürüklenmekte miyiz emin olamıyorum. 


15 Haziran 2025 Pazar

KALP HANIM NASILSINIZ?*


Mutluluğun lastik misali uzaması, bir günden ertesi güne sarkması, hatta bırak onu, sabahtan akşama yayılması yani durmaksızın devam etmesi, hiçbir zaman yaşamın vaadleri arasında olmadı. Sadece insan gerçeği anlamadı, anlayarak varolmayı seçmedi. Anlamazdan gelmek sarsak doğasıyla daha uyumluydu.



*Kalben

12 Haziran 2025 Perşembe

NASIL BİŞİ ELLİ BİR ANLATAYIM MI?

Bi kere iskambil oyunu değil, tamamen isim benzerliği. Kaldı ki ben kağıt oynamayı bilmem. Kumar desen, sevmem. Şansa pek itibar etmem. Akışta kalmak, an içinde akmak bile anca anca oturmuşken, yaş almış kalbime kumardır, şanstır ekleyemem. Ekstrem ziporlar da olmaz. Yapsaymışım gençken, geçmiş olsun!

Buralar, yani elliler tatlış tatlış yürüyüş, dans, yoga filan yerleri. Ama olduğum yere mıhlanmış falan değilim. Mesela bu yaz seramik öğreneceğim. Heyecanlıyım. Uzun zamandır çamur vardı gönlümün bir yerinde, ay ne garip oldu bak böyle yazınca, kısmet, geldi vakti sanki.

Elli bir diyorduk değil mi? Hah, çok kötü değil, panik yapıp çırpınmayınca kalan sürenin yüzeyinde kalabiliyor insan. Biraz soyunmak, ağırlık atmak ve içerideki taze yaşama el uzatmak gerekiyor tabii. Nasıl mı? Tıpkı soğan gibi.. 

Hani alırız da sepetin dibinde unuturuz ya, sonra bakarız bir tek o kalmış ama dışı azıcık yamulmuş ve fakat başka da kalmamış. Hah, işte ben o soğanın pörsüyen dış katmanlarından bir kaç tanesini soydum, geçmiş yaşam, eskimiş kıyafete saydım ve kaldı bana yenilebilir yeri. İşte elli bir orası, soğanın bana kalan ve hala yenilebilir kısmı.

Ne istersem yapamayabilirim. Mesela çocuk doğuramam ama hala annelik edebilirim. Trapezci olamam fakat dans edebilirim. Himalayalara da tırmanamam fakat Fuji'yi görmeye gidebilirim. İşte benim elli birim böyle bişi. Biraz daha kadın, çokça insan, kendine merhamet gösteren ve yaşamaya niyetli haller.

Hocam sizde nasıldı elli bir? Veya nasıl olacağını hayal etmektesiniz?

10 Haziran 2025 Salı

MATEMATİK

 



Günaydın.

Bayram sonrasında şekeri fazla kaçırmış çocuklar gibi "karnım ağrıyor anne!" diye koşmak isterdim güvenli bir kucağa. Fakat heyhat! Ne öyle bir kucak var, ne de ben artık şeker yiyorum. Onun yerine ziyaret edilecek dostlar, halledilecek işler bekliyor beni. Ben mi? Kendimi dövmeden, olana ve olasılıklar evreninde bekleyenlere sövmeden  kahvemi içiyor ve sana, kimsin nesin bilmeden, oturmuş sakince anlatıyorum başıma gelenleri. Sanırım buna bir isim bulma vaktimiz de geçti; halleşme, hal hatır sorma edebiyatı? İç dökümü edebiyatı? Ne sahi bu benim sana ettiğim?

Dün Burhan'la günbatımına doğru yürüyüp, dönüş yolunda tabak gibi Ay'a bakarak gül bahçesine ulaştığımızda gökyüzündeki uçurtmaları fark ettik. İpini alıp uzaya uzaya atmosferin sınırına kadar giden bir tanesi vardı ki, ona bakmak içimdeki gözyaşı depolarının kapaklarını zorladı. Biliyorsun sevgili okur, dayım öldü benim. O ölümü de biliyorsun, içimi büyüten, gözlerimi açan bambaşka bir gidiş oldu.

Şimdi bu mevsim, bahar ve ilk yaz, dayım demek oldu benim hayatımda. Uçurtmalar, güller, denizin üzerindeki şıkırtı... Hayatın ondan, dayımdan bu kadar erken alınmış olmasına öyle kırgın ki içim, hala uluya uluya ağlama hissi geliyor.

Ama ipini kopartan bir uçurtma olduğunu hayat ediyorum dayımın; bedenin elinden kaçan ruh! Atmosferi delip, alemler arası seyreden kuyruklu, altıgen ve çok gösterişli bir uçurtma. İçim ancak böyle ılınıyor. Ama ılınıyor be, soğumuyor ki...

Çok garip matematikler var hayatta. Alma ve vermenin eşsiz dengesi. Bir süreç başlıyor ve Mutlu Prens* gibi veriyor veriyor veriyor ve tükenmenin eşiğine sürükleniyorsun. S..kerler böyle aşkın ıstırabını dediğin an, hikaye öyle bir yere savruluyor ve bu defa kamyon kamyon gül yığıyor hayat kucağına. Ben şimdi kollarımı açmış o kucağıma yığılacak güllerin kokusuyla kafa buluyorum. Gülme, bazen önce hissi gelir, sonra olaylar. Bu işler böyle; kollarını, zihnini, kalbini hakkında en hayırlısına aç vre:))) 

Hadi kalk kalk iş güç var.

*Oscar Wilde











8 Haziran 2025 Pazar

HAFTANIN SONU, PAZAR

 

Günaydın,

Erken yatmak ve erken kalkmak oldum olası sevdiğim şeydir, özellikle yazın. Güne erken başlamak hem ruhuma, hem de bedenime iyi geliyor. Terlemeden ve ışıkla uyanmayı seviyorum. Kalın perdelerden sızan ince günışığıyla gözümü aralamak sadece saat anlamında değil, biyolojik olarak da artık güne başlayabileceğimi söylüyor. Kısacası kış aylarının aşırı soğuk ve karanlık günleri dışında ve eğer ciddi anlamda hasta değilsem yatakta uzun uzun debelenmek için sebebim ve de hevesim yok. Hiç olmadı. Hatta o kadar ki öğle uykusundan kaytarmak uğruna kuran kursuna gitmişliğim var.

İşte kapıdan içeri girdi bile yaz. Ömürde bir yaz daha varmış. Ne mutlu. Önümüzdeki üç ay bakalım içinde neleri barındırıyor bizler için? Bildiğimiz ve bilmediğimiz neler yaşayacağız? Kimlerle iyi zaman geçirip, hangi ilişkilerden mesafeleneceğiz? 

Güne yüzerek başlama rutini dışında aklıma koyduğum, tamam yaparım dediğim tek şey Nefes'in ve benim egzersizlerimiz. Okumak ve yazmak da var tabii. Buse'nin ikinci modül eğitimi. Jale Teyze ile zaman geçirmek. Mümkünse Turan teyzeyi ziyaret etmek gibi şeyler.

Dün Arife Teyzeyi ziyaret ettim. İyi ki uğramışım. Bazen onun ne kadar güçlü ve yalnız olduğunu görünce yaşımdan başımdan utanıyorum. Koskoca evi kendi başına badana boya yapan hükumet gibi bir kadın! Hala hayalleri, çocukları için mümkün kılmak istedikleri var. Arife Teyze adına çok yakışır biri. İnsana umut veriyor ve yaşlanmanın beraberinde getireceği "keşkeler" serisi hakkında da ön gösterim gibi. İnsan huzurlu bir yaşlılık dönemi istiyorsa keşkelerinin yerini bolca o zaman öyleydiler doldurmalı. Ruhu huzurla yolculamak lazım, yoksa o kavgayla yaşanmaz.

Uzun ve koskocaman Pazar gününde ben teyzelerimi ziyaret edip, annemde yemek yerim diye düşünüyorum. Sonra evime döner Pazartesi gününe hazırlanırım. Pazartesi de malum, semt pazarımızı çok seviyorum. Haftaya umutla başlamak için bana bahane oluyor.

O halde haydin hepimize güzel bir Pazar günü olsun.




7 Haziran 2025 Cumartesi

PEYNİR GEMİSİ


Günaydın,

Kendi sesimi duymayı öğrenemedim ben. Hiç kimse kalbimi dinlemeyi, içindeki duyguyu fark etmeyi öğretmedi, öğütlemedi. Sanırım bende zamanla umursamamaya, zaten bilmediğim bir iletişimin yokluğuyla eksilmemeye alıştım.

Önceliklerimi hiçbir zaman düzgünce belirleyemedim. Belki bu yüzden kimsenin önceliği de ben olmadım ve buna her zaman çok ama çok gücendim. Ben kendimi hiçe sayabiliyordum, ben benden geçebiliyordum ama kimse kendinden geçip bana gelmiyordu. Neden?

Meğer doğrusu bambaşkaymış... Zaten herkes kendinde, kendi merkezinde kalmalıymış. benim de onlar gibi savrulmamam gerekiyormuş!

Şimdi merakla bakıyorum içime içime ve soruyorum kendime, bu bilginin bu saatten sonra içselleşmesi, işlevini yerine getirmesi olasılıklara dahil midir? Samimiyetle bil mi yo rum.

Dış dünyanın beni hırpaladığını, bana şunu bunu ettiğini söylerken samimi miyim ondan da emin olamıyorum artık. Bu sabah Marcus Aurelius'un bir sözünü okudum, diyor ki: "eğer bir dış etken seni üzüyorsa, duyduğun acı o şeyin kendisinden değil, senin ona verdiğin değerden gelir. Onu da her an ortadan kaldırma gücün vardır."

Herşey bende başlıyor ve bitiyorsa içimdeki manasız boşluk ve keder de benim eserim mi? Kim böyle bir hisle yaşamaya gönüllü olur ki?

Peynir Gemisi.. Evet evet, lafla mızmızlıkla yürümüyor. O halde hadi bi sustum ben:) Güzel geçsin Cumartesi Pazar.










6 Haziran 2025 Cuma

MUTLU BAYRAMLAR

 



BUGÜN GÜNLERDEN LEYLA. Şu Dünya'yı yaşanır, sevilir kılan tek şey çocuklar ve hayvanlardır. Hadi bi de ağaçlar, dereler, kuşlar, denizler, çiçekler..

Agi ve Altuğ Kirişoğlu'nu yaşadığım apartmana getiren kadere teşekkür etmediğim an oldu mu hiç hatırlamıyorum. Bazen birbirimizi hiç anlayamasak, hatta kızsak bile sanırım hiç vazgeçmedik diye düşünüyorum. Dost ve arkadaşın ayrıldığı yer tam olarak burası galiba; arkadaş, arkadaşlık eden, dost saran sarmalayan...

Bugün günlerden Leyla! iyi ki doğmuş prenses, iyi ki benim kucağıma da konmuş. Buz gibi kalplerimizin ısınıp atmasındaki değeri ne büyük şu çocuk milletinin. 

ben Leyla'dayım bugün, kalbim bayram yeri. Mutlu çok mutlu bir bayram dilerim:)

5 Haziran 2025 Perşembe

PERŞEMBE

Çok kibirli, epeyce yalnız bir kız çocuğuydum ben. Babam gittikten yani öldükten sonra yalnızlığım yanına ailesini de çağırıp kalbimin bütün odacıklarına, kapakçıklarına yayıla yayıla yerleşti. Boydan boya halılar serdiler içimin her köşesine. Kalın perdeler çektiler ışık alan birkaç dar pencereme.

Kabul ettim. Yalnızlık benim ufacık kalbimdeki tüm hislerden çok daha büyüktü. Onu hayatımın efendisi yaptım.

Bazı geceler duvarlarda büyüyen gölgeleri seyrederdim. Deli olup olmadığımı düşünerek uykuya daldığımı hatırlıyorum. Sonra sonra, okumaya başladıkça yalnızlığım azaldı. En azından o hiç ısınamadığım halıyı topladı ve işgalci ailesini çekti içimin köşelerinden. Delirmiyordum, benim gibi hisseden düşünen başka insanlar da olmuştu. Belki arkadaşım veya komşum değillerdi ama Dünya'nın bir yerinde onlar da tıpkı benim gibi duvardaki gölgeleri seyretmişler, onlar da tıpkı benim gibi yalnızlık ve ahalisi tarafından ablukaya alınmışlardı.

Sanırım ilk olarak Dostoyevski imdadıma koştu. Sonra Kafka ve Goethe. Ardı sıra gelen çok konuğum oldu. Ben okuyarak hayatta kaldım. Okumak ve yazmak hayatta edindiğim tek beceriydi sanki. Beceri dediysem becerebildiğim kadar.

Ağlamadan yaşayabilmenin yoluydu yazmak, yalnızlığın üvey kardeşi, içimde salgılanan zehrin panzehiri. Ne dersen de, devam edebilme yolumdu işte. Yıllarca, yüzlerce deniz mili yazdım; suya, havaya, deftere, kan damarlarıma. 

Çok yalnız bir kız çocuğuydum ben. Belki bu yüzden yalnız bırakılan kimseye kıyamadım. Sanki çok sevmiş ve sevilmiş, sevmeyi iyi bilirmiş gibi hemen sardım sarmaladım. Bazen küçük narin kuşlara açtım pelerinimi, bazen de kaplanlara, aslanlara. Her yaram daha da yalnızlaştırdı. Kabuğum güçlendikçe, içim kırılganlaştı. Ben kıyamadıkça, çok kolay kıyılabilen birine dönüşmüştüm. 

İnsanların özensizliğinden, dikkatsizliğinden aşırı yorulana kadar da anlayamadım ne kadar yalnız olduğumu, aslında herkesin yalnız ama benden farklı olarak bi de hoyrat oluşlarını..

Sanatla, doğayla, kalbini avucuna alıp çekine çekine sokulanla, yine yazarak ve okuyarak sürecek yaşam. şairin dediği gibi ayrılık aşka, yalnızlık yaşama dahil.

Mutlu bir Perşembe olsun.



3 Haziran 2025 Salı

İHTİMAL, OLASILIK, OLABİLİRLİK DEĞİLSE NEDİR İNSANI BURALARDA TUTAN?

 


Günlerdir gül bahçesindeyim. Fideleri, toprağa saplanmış birer sopa gibi öylece durdukları, ki aşağıda neler oluyordu kim bilebilir, andan beri izliyorum. Kahveden kırmızıya dönüşlerini, yapraklanışlarını, sonra yavaş yavaş goncaya dönüşlerini seyrettim. Daha onlar kocaman kocaman açmadan, ben hayal etmekteydim güzelliklerini.

Gülistan diyordum içimden, kimbilir bir zamanların gül bahçeleri nasıldı? Tebriz'de, Şiraz'da... Bağdat ve Şam'da... Artık olmayan gül bahçelerinin ruhlarının da her mevsim canlandığına inanarak bekledim.

Ve sonunda umduğumdan bile güzel, hayallerimin ötesindeki mevsim geldi. Sevdiceğine kavuşmuş gibi deli deli sevinçliydim. Her sabah koşar adım gitmeye başladım güllerin yanına. Öptüm, kokladım, okşadım. Fotoğraflarını çekmeye, sevdiklerime göstermeye doyamadım. Güneşe bakan, ışıl ışıl parlayan renklerin arasındaydım ve bunun gerçek olduğuna inanmakta zorlanıyordum. 

Nasıl kusursuz, nasıl büyüleyici bir yerden aralanıyordu yeryüzü cennetinin kapısı! Boşuna değildi o halde ilahi sözlerle yüceltilmesi gül bahçelerinin. Sabahın serininde tarifi zor bir güzellik doluyordu atmosfere. Sadece atmosfere mi? İçime de!

Bu sabah Burhan da bana eşlik edecekti ama işi çıktı. Yarın sabaha artık. Sanırım hafta boyunca gidebildiğim her sabah onları görmeye giderim. Belki sadece Perşembe olmaz, teyzemdeyim çünkü. Ona da videolar çekip gönderiyorum. Renklerin, kokuların insanı şifalandırdığına, yaşama bağladığına inanıyorum.

Dilerim şu bir iki fotoğrafla az da olsa hissettirebilmişimdir mevsimin güzelliğini.

Kucak dolusu sevgiler....



2 Haziran 2025 Pazartesi

İYİ BİRŞEY HIZLA BANA YAKLAŞIYOR.

 

Bu müzik* duyduğum andan beri, beni bana, beni yaşama, beni kendine yakın tutacak insanın, dönemin, hikayenin hızla ama acelesiz bir hızla yaklaştığını hissettiriyor. Belki yaz, belki rüzgarın yumuşamasıdır his sandığım ılıklık. Tek sezdiğim insan yaşamak istiyor, insan hayattayken nefes almaktan fazlasını, tamamlanmayı, en ama en yüksek idrakı arzuluyor. İnsan perdeyi yırtmak değil, yakmak değil, ardındakinin varlığından emin olmak istiyor.

İnsan doyumsuz mu? Değil. İnsan arayıcı; insan içinde, dışarıda, ruhunda, toprakta, duygu ve düşüncede eşelenen. İnsan müzikle, resimle, fotoğrafla, minicik bir şiirle tetiklenen. İnsan damlada okyanus demiş Mevlana.


*getting closer, nicholas bamberger

HELLO HAZİRAN





 

HAZİRAN ayına güzel başladık çok şükür. Teyzemin hastalığı kontrol altına alındı, tedavisi başladı. Havanın ısısı canımızı sıkmayacak şekilde mevsim normaline döndü. Evet hala ufak tefek belirsizlikler var ama yönetilemeyecek işler değil. Bugün annemin de sağlık kontrollerinde ilerleme kaydedip, bayrama sakin sakin gireceğiz inşallah.

Ben güne bu güzellikle başladım. Hatta daha da tatlı birşey oldu, çok eski bir çocukluk arkadaşımla telefonla konuştuk. Diyeceğim o ki, sabah serinine, yürüyebilmeye, kahveye ve daha nicesine minnetle başladım güne, haftaya. 

O halde açtım kollarımı gel bakalım Haziran:)

1 Haziran 2025 Pazar

İYİ PAZARLAR

 

Günaydın,

Sakin ve çok şükür, rutini olan sabahtan sevgiler. Pazar sabahları benim için balkon kahvesi içip, ki aslında bu her sabahın rutini, sonra Nefes'le buluşmak üzere yollara dökülme zamanı.

Nefes'den hiç bahsettim mi? Son aylarda düzenli olarak ders verdiğim on yaşında harika bir çocuk Nefes. Kirpi gibi saçlar, yumuşacık kalp ve keskin zekanın muhteşem karışımı.

Gerçek anlamda empat ve bu yüzden de oldukça dikkat gerektiren bir çocuk. Hassas, gözlemci, öğrenme hızı büyüleyici ve manipülatif! Bir öğretmeni geliştirebilecek, sınırlarını aşmasına destek verebilecek muhteşem bir ruh.

Nefes'i ilk günden yakın buldum kendime. Hani şu benzerlikler arasında kolaylıkla kurulan bağı anlatan kıssada olduğu gibi. Nefes ve ben iki topal kuşuz. O da kelimenin tam anlamıyla piknik tipi ve kımıltı sevmiyor, bende! ikimiz de oburuz ve lüzumunu aşan empatlarız.

Ama buluşmalarımızın teması denge ve hareket. Hoşumuza gitse de gitmese de içinde beyin olan kafamızı ve duygu dolu kalbimizi bu gezegende hakkını vere vere yaşatmanın yolunun sağlam bir bünye olduğu biliyoruz.

Uzun uzun Nefes'in sağlık durumunu anlatmayacağım çünkü bence domuz gibi sağlıklı maşallah. Sadece doğuştan gelen, bacaklarıyla ilgili hassasiyeti var ve bacak kaslarını güçlendirmeye, daha kontrollü kullanmasını sağlamaya gayret ediyoruz.

Akıllı ve yaralı insanlar, özellikle de çocuklar sanırım benim uzmanlık alanım. Kendi duygu durumuyla başa çıkamadığından tali yollarda savrulmuş, hülyalara dalmış biri ittirilip kaktırılmadan nasıl iyicil bir yola sokulabilir, bindiği dalı kememeye nasıl ikna edilir bilirim. Üstelik bu bilme tamamen okuduğum her kitaptan, katıdığım tüm seminer ve eğitimlerden bağımsızdır. Oturduğum matın silsilesinden, bağlandığım felsefenin hocalarından yani sezgisel olarak bilirim ne diyeceğimi, nasıl bir yol izleyeceğimi.

Gerçekten gözümü, kulağımı ve özellikle kalbimi açar ve karşımdaki küçük insana bakarım. Sesinin tonuna, sakladığı yara beresine ve bereyle ilişkisine, güçlü taraflarına, örselenmiş hislerine... Zaman tanırım sesime, kokuma, dokunuşuma alışsın diye. matı sevsin, birlikte geçireceğimiz saatlere istekli olsun diye.

Nefes gayet sevgi dolu bir anneye ve ilgili bir babaya sahip olduğu halde kucaklanmayı, okşanmayı seven, dokunarak verilen sevgiyi sünger misali çeken bir çocuk. Bazen insanın sınırlarını zorlamıyor da değil. Hepimiz gibi en olumsuz davranışında da onu sever miyim, affeder miyim bilmek, her haliyle kabul görmek istiyor. Özel durumu yüzünden hiç sınır çizilmemiş bu çocuğa sevginin sınırlarını öğretiyorum. Öğretiyor muyum? Öğreniyoruz daha doğru olacak.

Nefes ve ben sevmek ve sevilmek söz konusu olduğunda ortada dönen dolapları anlamaya çalışan iki acemi ruhun dünya düzleminde öğretmen ve öğrenci olarak bedenlenmesinden başka birşey değiliz.

Birbirimizi yürümek zorunda olmadığımız, acıkmadığımız, burnumuzun akmadığı ve çişimizin gelmediği boyutlardan tanıyorsak eğer hiç şaşırmam.

Şimdi kirpi saçlı badem gözlü öğrencimin yanına gidiyorum. Bakalım yumuşacık bir der mi var kapımızda yoksa öğrenmeli, anlamalı inişli çıkışlı mı?

Hava da mis gibi kokuyor, sen parka falan mı gitsen?

30 Mayıs 2025 Cuma

HAFTAYI ÇİĞNEMEDEN YUTTUK YİNE!

 

Günaydın,

Ne yazık ki genellikle böyle oluyor; tam lokma yutuyoruz hayatın ritmini. Nadiren zamanla birlikte akabiliyoruz İstanbul'da. Ama genellikle zaman içimizden, sağımızdan solumuzdan akıp geçiyor ve çok sonra farkına varıyoruz yaşadıklarımızın. 

Bazen tüm yaşamım di'li ve miş'li geçmiş zamandan ibaretmiş gibi hissediyorum. Kimbilir belki öyledir?

Hele işin içine hastalık girince sabah akşama, Pazartesi Cumartesi'ye karışıyor. İnsan sadece fiziksel olarak değil, ruhsal anlamda da hırpalanıyor. Şimdilerde malum, konu teyzem. Onun ilaçları, tedavi süreci ve olan biten hepimizi şaşırttı. Suçlu hissettik ve henüz bu yeni normale dair bir ritim sahibi değiliz. Olur muyuz ondan da şüpheliyim zira Türk insanı konformist ve hizalanmakta sıkıntılıdır. 

Ama öğreniyorum, sürüye benzememenin bedelini onca yıl ödedikten sonra göze batmadan eşlik etmeyi de öğreniyorum. Kraldan çok kralcı olmamak gerektiğini, hastalandı diye insanların gözünün aniden açılmayacağını ve herşey olup bittiğinde ister sağlık geri kazanılsın, ister ölümle sonuçlansın, her birimizin kendi hikayemizi anlatacağını da çok iyi biliyorum. 

Yaşam ve tüm deneyimler gayet özneldir. Tıpkı yuvarlak bir masada oturup yemek yemek gibi; kimse aynı şeyi görmez, aynı bakış açısında ve duyguda değildir.

Bugün ve akşam haftanın son nöbetini tutup, bir sonraki kemoya kadar izin verdim kendime. Üç Haziran Salı. 

Şimdilik sağlıkla kalın. Hava güzel, vakti olan bi turlasın:)



29 Mayıs 2025 Perşembe

TÜRK FİLMİ GİBİ HAYATIMIZ VAR

 

Entrika, şike, dönme dolap ve hatta inanmazsın, "olmasın ama ölmesin" nidalarıyla, Türk filminden hallice akrabalık ilişkilerim var elhamdülillah. Şaka yapmıyorum; ben diyeyim karabasan, sen de gündüz sanrısı!

Teyzemin teşhisi kondu: iliğini, kemiğini tüketme, kanını kurutma hastalığı.* Sen yine şakacı dedin bana içinden ama değilim, teşhis bu. Tedavi ise bilirsin, kemo.

S.kerler böyle işi di mi? Di, di sayın okuyucu di. Ama napcan, ne gelirken, ne de giderken benden icazet alan yok!

Haber netleşeli henüz yirmi dört saat olduğundan zahir, şoke durumum sürmekte. Zira ne kadar bilirsen bil, o içindeki umut kırıntısı tüm bilmelerini ham yapıyor. Ağlama, zırlama, ah vah fazında değilim. Daha ziyade "eyvah canım yanacak kalbimi nerelere saklasam?" tadındayım. Aaa bak bak ne dicem, galiba bu yüzden sabah sabah biri dürtmüş gibi dip köşe dolap üstü ne varsa temizlemeye kalktım. Ay bak yazmak ne kadar faydalı; sana anlatacağım derken idrak ettim atak gibi gelen ev temizliği hallerimi.


*multiple miyelom


26 Mayıs 2025 Pazartesi

MAYIS GÜLLERİ




 


Teyzem hala hastanede, tetkikler sürüyor. Ben? Ben dün evciydim, bugün yanına gideceğim. Ama önce dün; Mayıs güllerini görmeye gittim. Çok güzeller, çok... İnsan yeryüzünde cennet varsa şayet, o cennet, Sadi'nin Gül Bahçesi* olmalı diyor.

Güzelliklerinden, renklerinden sarhoş oldum desem yeridir. Çocukların neşesi, kadınların hayranlığı ve yürek burkan kısacık gül mevsimi. Sanırım geçici olanın sarhoş edici güzelliğini o bizi bırakıp yoluna devam etmeden evvel görebilmeye deniyor büyümek. Başka ne olabilir ki?

Dün gülleri seyrederken ürktüm güzelliklerinden. Dedemi, babaannemi düşündüm; onların uçsuz bucaksız gül bahçelerini tam mevsiminde hayal ettim. O kokuların arasında ne hissettiklerini, bende o hatıraların kaydı olup olmadığını düşündüm. Olmalı. Kalbimin ucunda, tam yuvarlanıp kıvrıldığı köşesinde hiç solmayan gülleri var atalarımın.

Lütfen Mayıs Güllerini seyredin. Burada olmak belki de düşündüğümüz kadar fena değildir, belki bizim bakış açımızdır bütün mesele... Olamaz mı?




* Gülistan










25 Mayıs 2025 Pazar

REFA, REFAH, REFAKAT


GÜNAYDIN, 

İşe gitmeden evvel Pazar saçmalaması yapalım mı birlikte?

Teyzemin hastanede uyandığı dördüncü, benim kaygıdan kasıldığım kimbilir kaçıncı sabah bu sabah? 

İçimdeki iyi kılma arzusu o kadar güçlü ki, bazen ben bile merak ediyorum o parçam kimden ilham alıyor, nereden besleniyor diye. Çünkü eğer diğer parça pinçiğim de böyle olaydı, muhtemelen Dünya'nın zirvesinde bişiler icad ediyor olacaktım. O kadar diyeyim.

Teyzemin morali iyi. Süreci misler gibi yönetiyor şükür. Yolumuzun ne kadar dolambaçlı olduğunu da haftaya öğreneceğiz kısmetse. Bakalım payımıza neler düşmüş insan olma işlerinde. 

Bendeki anahtar kök kelime refa. İçimi refah tutmaya çalışıp, teyzeme de refakat ediyorum. Sendeki anahtar kelime ne buaralar?

Neyse kuşları dinleyerek kahvemi içeyim ben, insanın saçmalamaya da mecali olmuyor bazen.

23 Mayıs 2025 Cuma

GERİYE DÖNÜP BAKTIĞIMDA SADECE GÜZEL ANLAR VAR...


Çoğunu da ben yaratmışım. Oldurmuşum. Hiçbir özelliğimi sevmesem bile bunu çok seviyorum; güzel anlar yaratma becerimi.

Çok sofra kurdum ben, çok piknik düzenledim. Kendi düğünüm dahil pek çok düğüne masa, gelin çiçeği, nikah şekerleri yaptım. Sadece düğün de değil, cenazelere gülsuyu, şık peçeteler ve mevlit şekerlemesi yaptırdığım da olmuştur. Ve bebekler. Doğumları hep önemsedim. Arkadaşlarımın anneliklerini mutlaka kutladım. 

Ve ne oldu? Geriye baktığımda elimde sadece bunlar var. Yaşam birkaç güzel andan ibaretmiş, anladım.

Bugün, bir iki saat içinde hastaneye geçiyorum, teyzeme eşlik edeceğim. Teyzeme, annemin yarısına. Şu hayatta borçlu olduğum tek insana. Ağlamamak, isyan etmemek ve kaygılanmamak için çabam büyük. Enerjimi ona layığıyla eşlik etmeye, destek çıkmaya harcamam gerektiğini çok iyi biliyorum. 

Hastaneye çiçek sokmak yasakmış. Peki, yapma çiçek? Renkli peçeteler? Müzik? 

Hastane odalarına baktığımda kafam karışıyor; yaşayalım mı istiyorlar, ölelim mi emin olamıyorum. Sanki "bak Dünya b.ktan biryer ısrar etme" dercesine dekore edilen bu odalar ya da bana öyle geliyor.

Geriye dönüp baktığımda sadece sadece güzellik görüyorum...Allah'ım en sevdiğim teyzemi önce kaybettir, sonra buldur bana lütfen.



22 Mayıs 2025 Perşembe

SINAV ODASI

 

Çok uzun zamandır önüne sınav kağıtları yığılmış öğrenciler gibiyiz. Kimse hangi kağıdın öncelikli olduğunu söylemediği gibi, sınav süresi hakkında bilgi verenimiz de yok. Bilinmeyen sebeplerden öylece duruyoruz kağıt yığınının önünde. Aramızdan birkaç kişi yazıp çizmeye gayret ediyor ve bir o kadar azı da kalkıp sınıfı terk ediyorsa da çoğumuz, mesela ben, kalem ve silgiyi evire çevire öylece oturuyorum oturduğum yerde. Ne cevaplara gücüm mecalim var, ne de bacaklarımın beni dışarı çıkartacağına güvenim.

Bir tür ruh mıhlanması diyeyim ben, sen dona kalmışsın de istersen.

( Aylardır vücudumdaki kortizol seviyesiyle savaşıyordum. Zaferin şafağı kızıl kızıl süzülüyordu ufukta ama her tanyelinde bir başka sancıya tanıklık ediyordum. Bütün acı benim değildi, evet bunu Mısır'da anlamıştım, ancak payıma düşen kısmı kimsenin kucağına bırakıp topuklayamıyordum. Bazen tüm bu imkansızlıkta mı kımıldamam, ivmelenmem gerekiyor diye düşünüyordum. Acaba benden istenen bütün sınavları geçmem değil de, bir yerden okumaya , anlayıp cevaplamaya başlamam mıydı? )

Değerlendirme cevapların toplamından mı olacak yoksa gayretten mi emin değildim. 

Çok yalnız bir yer şu içinde olduğumuz oda. Soru soracak, elini tutacak kimse yok. Diğerleriyle konuşmak yasak. Tamamlamadan çıkılan sınavın telefisi yok. Yapmamam gerekenlerin alt alta yazıldığı  listeler var ama ne yaparsam tekrar akar yaşam bununla ilgili bilgi yok.

Şimdi de teyzem hastalandı. Kendini yedi bitirdi deriz ya halk arasında, tam olarak bunu yaşıyor. Ama bu sabah yazamam daha fazla, yazı kader olsun istemiyorum. Korkuyla yazmak hiç istemiyorum. Allah büyük.