24 Nisan 2013 Çarşamba

CIS!

Dün gece aklıma geldi "cıs". Yatakta sakin sakin uyku beklerken, birden bire belli görüntüler ve cümleler ard arda bana doğru koşuşturmaya başladı. Bizim öküz nerede diye düşündüm. Annem mutlaka bir yere kaldırmıştır. Keşke kaldırmasaydı da hala el altında olsaydı.. Fotoğrafını çekip gösterirdim size.
Bu "cıs" meselesi yaklaşık kırk yıllık bir hikayedir. Ben bebekken annem evin düzenini pek değiştirmemiş. Gümüş, kristal ve benzeri değerdeki her zımbırtı olduğu yerde kalmış. Sadece ben elimi uzattığımda annem "cıs Elvan" dermiş. Ve bu cümleyi besleyen bir sembol kullanırmış; tahta bir öküz! İşin ilginç tarafı bu öküz bir sanat eseri! Alp dağlarında bir tahta oyma ustasının yaptığı (adam herhalde artık yaşamıyordur) nefis bir işçilik. Ama ben miniciğim ve bu tahta öküzden feci halde çekiniyorum. O ve cıs kelimesi beni on adım geri püskürtüyor!
 
Hayatımda iki kez "cıs" dendiğinde durmadım, birinde elim, diğerinde yüreğim yandı; "cozzzz" diye!Bu yüzden dün baharın getirdiği kokularla birlikte gözümün önünden o kadar can yakıcı an geçti ki, bilinçaltımdan bu ses geldi"cısss Elvan. Bunları düşünmek bile seni hasta eder, iyisi mi boşver!"
 
Üzerinden kaç bahar geçse de insan bazı anları unutamıyor. Kimi hatıralar bir tahta öküz görüntüsüyle bizi ziyaret ederken, bazıları insan kılığında geliyor. Böyle zamanlarda kalbimi geçmişten alıp, şimdiki zamana fırlatıyorum. Ama buralara o kadar yabancı ki, ezilip büzülüp öylece oturuyor.
 
Neyse, bu cıs meselesi hem hüzünlendirdi, hem güldürdü beni.
 
 

22 Nisan 2013 Pazartesi

RİYAKARLIK MIDIR BU HIDIR?

 
Bilerek yaptıklarını düşünsem, kötü kalpli olduklarını düşünsem, görüşmem. Çıkartıp atarım HAYATIMDAN, olur biter. Ama biliyorum ki, özünde iyi insanlar... Yine de kendilerine karşı tutumları sinirine dokunmaya başladı. Biliyorum ki, bu sinirime dokunan şey bende, kendimde sevmediğim bir yanıma ayna, ama neye, neyime? Neden bu insanlarla bunca dip dibeliğim? Onlardan ne öğreneceğim?
Kendime yalan söylemeyi? Öfkemi ve kırgınlığımı gülen bir yüzle saklamamayı? Başka?
 
Yakınımda bir arkadaşımın herkesle barışık durumu inanılmaz sinirime dokunuyor. Herkese ağam, paşam diyen ve sevgi kelebeği gibi dolanan hali nedense hiç inandırıcı gelmiyor. İçimden bir ses, ona daima belli bir mesafede kalmamı söylüyor. İstesem de yaklaşamıyorum. Bir adım ileri, iki adım geri... Birine karşı hem çekilip, hem itildiğinizi hissettiniz mi? İşte tam öyle bir durumdayım. Güvenmek ve inanmak istiyorum ama başkalarıyla kurduğu ilişki ve konuşmalar beni durduruyor... Acaba benimle de mi çıkar ilişkisi içinde diye düşünmeden edemiyorum. Bir yanım ise ona inanmak ve her daim yanında kalmak istiyor. Gücünü, tutunma isteğini seviyor ve takdir ediyorum. Bazen haddini bilmezlik ve cahil cesareti sınırına dayansa da cesur tavrını da takdir ediyorum. Yine de itiliyorum, iç sesim hep frende! Bu birrrr.
 
Çok değerli, eski bir arkadaş, hatta dostum diyebileceğim bir zat. Kendini sevmiyor. Beğenmiyor. Etrafındaki insanlardan farklı birileriyle görüşürse, başka ortamlara girerse yeni biri olacağına inanıyor. Zayıflarsa daha mutlu olacağına inanıyor. Aslında birkaç dil bilse, ya da kolej bitirmiş olsa daha güzel bir hayatı olacağını sanıyor.
Yüz kere anlattım, böyle olmaz canım dedim. Anlamadı. Anlamayacak. Bu hayatta, kaderinde anlamak yok, çırpınmak ve çırpındıkça batmak var.
 
İnsan kimliğini, özünü kabullenmeden, var olanla memnun olmadan huzur bulamaz ki!
 
Peki neden bu insanlar benim hayatımda? Onları niye hala tutuyorum?

20 Nisan 2013 Cumartesi

HAFTA SONU DİLEĞİ

T.Tepe'den döneli hayat bildiği tempoda devam etti ve ne yazık ki sözümü tutup yazamadım. Açıkcası yazmak da istemedim galiba. Hatta hayatımda ilk defa gittiğim yerde kimseleri düşünmedim. Aileme de dahil olmak üzere bir küçücük hediye getirmedim. Oysa hiç birşey bulamasam taş, çiçek toplardım ben. Demek ki ilk kez orada ve sadece oradaydım!
 
Beni ayakta tutan tek şey bu hayal; bir toprak alabilmek! Sonra ne olur bilmiyorum. Ekip biçmeyi becereceğim konusunda garantim yok tabii. Neyse ki garantici değilim. Ama toprak konusunda mülkiyetçiyim, bana ait bir toprak istiyorum:)
 
Daha sonra T.tepe hakkında mutlaka yazacağım. Hayatımda ilk kez karşılaştığım Bahar Biti ve onun muhteşem güzelliği, Çam Böceği'nin yaşam savaşı ve T.Tepe Sarısı olarak sözlüğümüze geçen polen fırtınaları... Anlatılmayı fazlasıyla hakediyor. Tabii keçi peyniri, rüzgar ninnisi ve bazlama da sırada!
 
Herkese sevgi, huzur ve merhamet dolu bir hafta sonu dilerim! Bence hepsine çok ihtiyacımız var.
 
 

17 Nisan 2013 Çarşamba

''Frida'dan Diego'ya..

Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düş...
üncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.''

Frida,Julie TAYMOR (2002)

15 Nisan 2013 Pazartesi

T.TEPE SARISI ALTINDA HAFTA SONU MUCİZESİ:)

Bir öğleden sonra sakin sakin hayal kurarken, bir yandan da hayallerimin anlatılabilir kısmını arkadaşımla paylaşıyordum. iyi ki paylaşmışım, bakın bu sohbet beni nereye götürdü? İşte tam buraya!


Elbette fotoğraflar gerçeğin aciz birer gölgesi ama yine de size bir fikir verir diye paylaşıyorum. Meğer benim arkadaş ve eşi bu harika toprak parçasını beş yıl önce almış ve yakın zamanda da üzerine nefis bir taş ev kondurmuşlar!
Bana anlattığı ve fotoğrafları gösterdiği zaman yüzümde nasıl bir ışıldama olduysa, "Nisan'da gidiyoruz, istersen gel" demez mi? Ben de "evin hanımına soralım, onun için de uygunsa harika olur" dedim.
İşte bu sohbet beni muhteşem bir toprağa ve uzun ömürlü olacağını sezdiğim bir duygusal yatırıma götürdü. Zira mekanlar insanlarla güzelleşir. Eğer harika bir hafta sonu geçirdiysem bunda sadece doğanın yani "bahar biti", Senem'in keçi peyniri ve bazlamaları ve "T. Tepesi Sarısı'nın" değil, arkadaşımın ailesinin de rolü var. Hem de çok!
 
 
İşte evin kapısından bir manzara size. Sabah olup, elinizde kahve fincanınızla kapıyı açtığınızda sizi misssler gibi bir hava ve gezegenin en güzel sesleri bekliyor! Kulaklarınızı iyice açarsanız o kadar farklı ses duyuyorsunuz ki, çeşitlilik bir yana bunca sesin nasıl olup da sizi rahatsız etmek bir yana, huzura boğduğuna inanamıyorsunuz. Bir kere Guguk kuşumuz var. Sonra adını ne yazık ki henüz bilmediğim en az beş altı farklı ötüş! Bunlara çamlardan gelen rüzgar sesini de ekledin mi, oy! Ortaya çıkan senfonik çalışma o kadar büyüleyici ki, insanın burada ne okumaya, ne yazmaya, ne de başka bir şehirli eylem içinde olmaya hiç ihtiyacı kalmıyor! En temel ihtiyaçlarım dışında bütün arzularımın cevap bulduğu noktada hissettim kendimi. Yemeğimiz, yatağımız, suyumuz vardı. Kahvemiz ve rakımız da vardı. Eeee daha ne?
 
 
Evin çocukları nasıl olmuşsa benim çocuklara yoga dersi verdiğimi duymuşlar. Ben daha onlara teklif etmeden onlardan gelen taleple kıza süre sonra kendimizi çimlerde bulduk. Doğada yoga! Ailenin mahremiyetini korumak adına bu dünya güzeli çocukların fotoğraflarını paylaşmıyorum. Henüz anne ve babalarından izin almadım. Sadece şu kadarını söyleyebilirim, çok huzurlu ve yetenekliydiler. Onlarla yoga yaparken sadece öğrettim sanmayın, onlar da bana öğrettiler. Yeni bir duruş ve harika bir ritim oyunum daha var artık! Üstelik eğitimde kullanacağım kadar da mükemmelller! Aylin Hocam hep derdi, "çocuklardan çok şey öğreneceksiniz" diye. Bunun çok haklı bir paylaşım olduğunu zaman bana defalarca gösterdi:)
 
 
İşte son akşam yemeğimizden bir kare. Elbette azıcık daha yazmak istiyorum bu cennet hakkında ama önce pazara gitmem lazım:)))

8 Nisan 2013 Pazartesi

BANA NE, İSTİYORUM!

Son zamanlarda çalışmaktan başka bir işle uğraştığım yok. Hiç istemediğim halde yapılması gereken ne varsa geldi, geldi bahara yığıldı. Oysa ben erguvan seyretmek, film festivalinde film izlemek ve daha da ileri gidip Bodrum'a uçmak istiyorum! Sabah yayıla yayıla yazmak, ard arda kahve içmek ve kilo vermek zorunda olmamak da istiyorum.
 
Yaz geldiğinde "tüh, baharı kaçırdım!" olmasın istiyorum. Başka ne mi istiyorum bu günlerde? Yazayım:
Dostlarımın dost gibi davranmasını istiyorum
Bilgisi ve bana kattıkları önünde eğildiğim insanların, gözümdeki saygınlıkları azalmasın istiyorum
Çanakkale'nin köylerinde çimenlere yatıp, toprak koklamak istiyorum
Kuzenlerimle aramızın bozulmasına gerek kalmadan, Melek Hanım'dan kalan altınlarıma kavuşup, Varyemez Amca'nın aksine, uzun bir seyahate çıkmak istiyorum
Güzel bir havuz bulup yüzmek istiyorum
Bir an evvel Almanya uçağına atlayıp, o sevdiğim pastanede bir dilim pasta yemek istiyorum
Victor için yazdığım hikayeyei toparlamak istiyorum
Çocuklarla açık havada bir yoga dersi yapmak istiyorum
Yaramaz Teyzeler için daha çok yazmak istiyorum
...


Bana ne yaaa, istiyorum işte!
Sapanca'ya gitmek, odamın penceresinden göl seyretmek istiyorum
Stuttgart'daki o güzel ağaca sarılmak, altında kitap okumak, uyumak istiyorum
İstiyorum da, istiyorum!

5 Nisan 2013 Cuma

:) I CAN NOT TAKES MY EYES OF YOU.

Sabah sabah rüyamda görmüş gibi spor salonuna koştum. İlk defa bu kadar erken gidiyorum. Çok da iyi etmişim. Daha personel kahvaltısını etmeden kendimi yürüyüş bandına attım ve manasız bir enerjiyle yürümeye başladım. İnsan güne birkaç yüz kalori harcayarak başlayınca bedenen olmasa da, vicdanen inanılmaz hafifliyor. Tabii ki Gurudwara Ashram'da yapılan bir yoga dersinin hazzını kasdetmiyorum. O başka.
 
Bu salonda genellikle benim hiç tercih etmediğim bir yüksek volum durumu var.

Ama her ne olduysa bugün ard arda gayet makul şarkılar dinledim. Hatta hoşuma bile gitti. Bahar, spor, müzik, yaklaşan eğitim takvimi... Olumsuzluklarla paralel giden olumlu durumlar.
 
Baharda üretmek ve çalışmak hiç kolay değil; insanın aklı fikri çayırda çimendeyken! Kısacası I can not takes my eyes of you dear spring:)))

4 Nisan 2013 Perşembe

PASKALYA!

Paskalya harika geçti bizim için. Sapanca'da kocaman, harika bir gün geçirdik. Tabii ki Kirişoğlu Ailesi ile :)

farkındayım, geciktim ama herkese güzel bir bahar, mutlu bir paskalya dilerim/dilerdim/diliyorum:)))