29 Kasım 2011 Salı

MELEĞİMİN DOĞUMGÜNÜ


Onu ilk kucağıma alışımı ve sonra bir daha hiç bırakmak istemeyişimi hep hatırlıyorum. Bırakmadım da. Hala ve eminim ki daima hayatımın en değerli parçası olacak. Benim küçük meleğim Eda Lisa.. Bugün tam altı yaşında. O benim saatim, pusulam ve ezelden tanıştığım parçam.
Bunların hiçbirini Eda'ya söylemiyorum, benim sevgim ona yük olsun istemem. Ama yazıyorum. İkimiz için masallar yazıyorum. Eğer birgün okumak isterse diye.
Bugün ona bir masal daha yazdım. Altı masal, altı yıl hayatlarımızda..
Doğum günü ve tüm hayatı kutlu olsun meleğimin...

28 Kasım 2011 Pazartesi


Hayat düşündüğümden de hızlı geçiyor. Beni, seni, etrafımızdaki her ayrıntıyı sallayarak. Hızlı, yavaş, belli ederek ve bazen usulca. Geçiyor işte. Bazen sana yaklaşıyorum, bazen kendime. Bazen ikimizi de ardımda bırakıp, yepyeni bir yere bırakıyorum hayatı. Ona bir şans veriyorum:) Tıpkı bu hafta sonu yaptığım gibi. Yeni "şey"ler ve yeni insanlarla tanışmanın beni büyülemesine izin veriyorum. Geçmiş zamanın tozunu üfleyerek yol açıyorum kendime, geleceğime. Zor mu dersen, bazen "evet", bazen "hayır". Altı ay önce sorsaydın, "hep zor..." derdim.

24 Kasım 2011 Perşembe

bu ne güzelliktir yahu!

BU ŞARKI BANA:

HAZIRLIK-sız-

Hani bilirsin ya hazırlık yapman gerektiğini, ama başlayamazsın toparlanmaya. Seyahate çıkacak gibi; bavul açık, ütülenecekler kenarda... Ya da ne bileyim sınav vardır haftaya Çarşamba, ama canın hiiiç çalışmak istemez. Yine de bilirsin, geçmek için çalışman gerekir. Çalışmazsın, çalışamazsın. Bilir ve çalışamazsın...
Aklında hep hazırlanmak var?
Aklımda hep hazırlanmak var. Somut bir hazırlık yok ama bu bilinç var. Fakat nasıl hazırlanıldığını bilmiyorum ki... Acemi bir gündelikçi gibi bir aklımı temizliyorum, bir kalbimin en girilmemiş, en vazgeçilmiş odasını. Sonra derin bir durma arzusu geliyor. Diyorum ki kendime, "sadece ve sadece hazır olduğunu düşün, olduğun yere uzan ve düşüncenin seni sarmalayıp, kucaklamasına izin ve hazır olma düşüncesi ol, düşünme, sadece hazır ol işte!"
Artık en yalnız olduğum anda dahi yalnız olmadığımı, benden öte sırlar olduğunu bilmek var ya, dahası sezmek.. İşte o duygu hazırlık için tetikliyor insanı. Küçük bir çocuğun şakacıktan sihir yapması gibi, büyülü değnekle hooop diye hazırlanmak olsa ya! Ah bir olsa... Var mı? Hazırlanabilecek miyim? Yoksa burada, hep hazırlanmayı düşünerek, hazırlanmam gerektiğini bilerek duracak, donacak mıyım?
Yağmur var bu sabah şehrimde. Aklımda yine Victor... Ne severmişim adamı. Ne çok yandı canım. O hazır mıydı acaba? Bilmeyi öyle çok isterdim ki... Bu yolculukta valizlerimizi yan yana açabilmiş ve birlikte dolduruyor olsaydık... Öpüyorum seni koskocaman Vitito!

23 Kasım 2011 Çarşamba

LABİRENT, AÇLIK VE TESADÜFLER ÜZERİNE..

Okumakta olduğum son kitabın en önemli iki sembolü ayna ve labirent. Yani şu ana kadar öyleydi. Ah, bir de zaman. Zamanla ilgili hassasiyetimi bilenler bilir, bilmeyenler de beni beş dakika bekletip öğrenebilir!
Ende'nin kitaplarında zamanın işlenişi beni büyülüyor. Belki öte alemler konusunda fazlasıyla kapalı olan insanlar için melekler, tesadüfler, labirentler ve aynalar aşırı sembolik kaçabilir... Oysa benim için sadece doğduğumdan beri kapısında durduğum bir binaya açık bulduğum pencereden süzülmek gibi! Basbayağı mucize işte!
Özellikle kitabın ilk bölümünün hemen ardından bir baba oğul ve mutluluğa kavuşma, kavuşamama hikayesi geliyor ki, beni "paraya, pula, istemediğini söylediği düzene tercih eden adam" için oturup yazsaydım, işte bunu yazardım dedirtti. O kadar sevdim, o kadar duygulandım.
Hepimizin bedenleri ve zihinleri gibi ruhu da aç. Açlık uzun sürdüğünde nasıl ölümcül bir tehlikeyse, oburlukla bastırıldığında da en az o kadar korkutucu. Ruhsal sohbetler, öteler, erenler... Bu konulardan korkmak, açlığı ölüme doğru itmekten gayrı ne ki? Biz yok desek, tüm sezgilerimizi kaynar ateşe koyup, suyuna çorba pişirsek, onlar yok mu olacak? Cık! Oradalar işte. Arkamı dönsem de, kaçsam da sobelendim!
Çocuklara bunun nasıl verilebileceği ise beni asıl ilgilendiren bölüm. Fantastik bir dünya yaratırken inşa edilen kuleler, gerçek hayatta yüz yüze geleceği karakterlerin masal pelerini altındaki yüzü... Dozu, alttaki hikaye. İşte son merakım! Yoksa ezeli ve ebedi merakım mı demeliyim?
Bu hafta sonu nihayet, waldorf derinleşme seminerine katılıyorum. Ne ironiktir ki, beni bu noktaya getiren olayları tetikleyen şahsiyetin okulunda eğitim! Güleyim mi, yoksa tesadüf (?!) diyerek geçeyim mi, bilemedim. En iyisi gidip tadını çıkartayım. Belki bu seminerde sadece çocuklar için değil, kendim için de değerli bir keşif yaparım? Kimbilir belki ruhuma bir dilim havuçlu kek ısmarlarım? Hep bedenim yiyecek değil ya:))
Önemli not. Randevumuzu unutma lütfen, Nero Cafe, saat: 17.00 :)))

22 Kasım 2011 Salı

HAYKO YA DA BRUNO NE FARK EDER MUHTEREM, GÖNÜLLER BİR OLSUN!

Muhterem, sabah yürüyüşümüzde Hayko işi olmaz dedi.. Yüzüne nasıl bakacakmışım. Yahu, o kadar güzel adamlar var idi hayatımda- Allah inandırsın bakmaya doyamazdınız- , kalbine bakamadım; inanılmaz çirkindi! Bi de bunu denemek istedim, ne var ki? Allah kalp güzelliği vermiş Hayko'cuğuma. Ama tabii illa da baltalanacaksa bu lişki, bana Bruno da uyar. Bak bak, sesi ne kadar güzel... Bülbül sanki! Canım benim... http://www.youtube.com/watch?v=EocLKUzsaoc&feature=related
Bu sabah bir yıldır önünden her geçişimde içini merak ettiğim bir okula derse davet edildim. İçeri girdiğim andan itibaren neden çağırıldığımı anladım. Oyun oynamak istiyorlardı. Üstelik bunun için güneş alan kocana pencereli, aydınlık ve geniş snıfları, oldukça neşeli ve hevesli çocukları da vardı! Kabul ettim gitti. Bir kez daha gördüm ki her isteğimiz bir akit:) hatta sadece gönülden geçirdiklerimiz bile..

Üstelik benim iki senelik sınıfım bugün büyüleyiciydi.... Ders rüya gibi geçti. Kendimle ve onlarla gurur duydum! Bunu ayrıca yazacağım. Zira inanılmaz bir anı oldu benim için...Namaste!

BU SABAH MUCİZELERE İNANMAYA NE DERSİN?

Herşey işe yaradığımı hissettiğimde başlıyor benim için. Ama gerçekten işe yaramaktan bahsediyorum, yoksa uydurulmuş bir ihtiyacı karşılamaktan veya birileri için hayatı kolaylaştırmaktan, sallanan zamanlara koltuk değneği olmaktan değil.
Moda tasarımcısı olmak istemezdim mesela. Veya ne bileyim özel bir uçağın pilotu. Asker. Ama bir sirkte çalışmak isterdim, insanları güldürmek, düşündürmek, gerçeklerden sıyırıp başka alemlere uçurmak...... Çocuk doktoru olmak da isterdim. Aşçı da olabilirdim. Kocaman bir yemekhanede çocuklar için yemek pişirebilir ve her öğünden sonra yüzlerce küçük tabak yıkayabilirdim. Ki geçen yaz Kınalıada'daki manastırda bunu gerçekten hissettim. İsa'nın portresinin altında o minicik tabakları toplarken, içimden oraya ait olma istediği geçti.. Yüzyıllarca yemek pişirebilirdim.
Süper Prenses, hızla iyileşirken bana bir mail yazmış bu sabah. O kadar duygulandım ki.. Biyolojik bağım olmayan bu kadın için, onun sağlığı ve hayatımda kalması için o kadar dua ettim ki... İşe yaraması yani hem iyileşmeye başlaması, hem de bu duygumun ona destek olabilmesi beni çok mutlu etti. İşe yaradığımı hissettim. Bir kadın yepyeni bir hayata başlarken yanında durabilmekti sadece yaptığım. Bunu onun için yapmaya çalışırken, yıllardır ihmal ettiğim bir diğer kadına da destek oldum: kendime:)
Şimdilerde kendim için çalışmak beni deliler gibi sevindiriyor. Çocuklara yoga dersi vermek, onlarla bütün gün cebelleşen öğretmenleri dersimde beş dakika için bile olsa dinlendirebilmek, işe yarama isteğimi fazlasıyla tatmin ediyor. Bu gezegendeki varlığım, bedenim, kalbim anlam kazanıyor. Yoga hocam, yelken hocam, arkeoloji eğitimim, ailem, dostlarım, düşmanlarım, kazanç ve kayıplarım ışıldıyor sanki. Her biri neden hayatıma girdiklerinin anlatıyorlar bana, barışıyor, uzlaşıyoruz. Bu, uzun uzun beklenip, geç kazanılmış gelişme beni çok mutlu ediyor.
Her acı, her kazanç ve hatta kayıp buraya gelmek içinmiş meğer. Benden büyük, beni kavrayan kocaman bir sihir varmış evrende. Melekler, periler, cadılar, ZALİM KRALLAR, KÖTÜ KRALİÇELER gerçekmiş! Beni gerçeklerden uzaklaştırmaya çalışan herkese ve herşeye rağmen dönüp dolaşıp buraya kadar - BAZEN SÜRÜNEREK..- ilerleyebilmem mucize. Demek ki mucizeler de varmış!
Hani ölüler dirilmezdi? Bakınız ben dirildim:) İşe yaramak beni diriltti!
BU ŞARKI SENİN İÇİN:

21 Kasım 2011 Pazartesi

EYVALLAH :)


Sabah sabah canım bu şarkıyı dinlemek istedi. Nedenini Allah bilir.. Can bu:)
Noel yaklaşıyor. Yakında Süper Prenses'in yanında olacağım. O ana kadar da birbirinden yoğun günler beni bekliyor... Seminerler mesela. Özellikle bu hafta sonu waldorf hakkında öğreneceklerimi heyecanla bekliyorum. Sonra kurabiyeler.. Onları süslemenin heyecanı. Küçücük, tükürüklü öpücüklerle yaşayacağım kısa ama çok tatmin edici mutluluk dakikaları...
Yavaş yavaş toparlanan bir bavul... İçinde bademler, simitler, yufkalar, kahveler..
Yeni yıldan istediklerimi - ve tabii kendimden - yavaş yavaş ajandama yazmaya başladım. Bu yılı, kalan ömrümün son yılı gibi yaşamaya karar verdim. Sanki bana verilen son 365 günmüş gibi. Daha doğrusu ölümsüzmüşüm gibi yaşamak istiyorum. Ölüm yok, ben varım. Ben varsam umutlarım ve hayallerim var. Üstelik hala buradaysam bütün bunları gerçekleştirecek gücüm de var!
Bu yıl aşk, iş, seyahat, çocuk, kitap, kalem, tekne... hepsi benim olacak:) İnanmadınız mı? Seyredip görmesi bedeva!
O kadar canım yandı ki 2011 de , acıdan aklım başıma geldi! Ölüm, hastalık, parasızlık, inaçsızlık... Hepsi yaladı geçti ruhumu. Yatağımdaki mesnevi, kalbimdeki hayat kırıntıları, sağır bahçede geçirdiğim anlar, Muhterem ile yaptığım yürüyüşler, Burcu'nun terapileri ve bunların arasına ekleyebileceğim birkaç güçlü sebebim olmasaydı vay halime!
Senden şikayetçi değilim 2011, benden Victor'u alıp, Süper Prenses'le gözümü korkutmuş olsan da şikayetçi değilim. Öyle güzel anlattın ki bana her şer ve her hayırda onun eli olduğunu... Sustum oturdum işte. Her uyandığım sabaha mucize diye bakıyorum artık. Bana verilen bir yirmidört saat daha!
Şükretmek, kabullenmek, "eyvallah" demek meğer şimdilerde kısmetmiş... Olsun, buna da eyvallah:) BU ARADA HALA HAYKO İLE EVLENMEK İSTİYORUM! Tam bana göre bir adam:))

18 Kasım 2011 Cuma

İLAÇ NİYETİNE HER FIRSATTA VE EN AZ İKİ, EN FAZLA 21 GÜN!


Acaba nedir nedir? Se ya hat!
Bana şu dünyada en iyi ama en iyi gelen şey. 2012 yılı hareket planımda mümkün olan her dakika gezmek var. Dünya kazan, ben kepçe. Ajandam ve param izin verdikçe gezecek ve geri kalan tüm zamanlarda bedenim ve ruhum için çalışacağım.
Prusya Kralı'nın seyahat fikri, onun da benimle aynı ruh haline girdiğini gösterdi ki, buna pek sevindim. İçimden bir ses, 2012 benim ve sevdiklerimin yılı diyor. Zaten bu yıl ağlamaktan göz pınarlarım kurumuş olduğuna göre, bize gülmek kaldı geriye!

17 Kasım 2011 Perşembe

FAZLA MESAİ


Meleklerim, malumunuz P.tesi ve Salı fazla mesai yaptılar. E sonuç olarak bir tek gün için bile olsa ellerini üzerimden çekmeleri azıcık pahalıya patladı. Ama olsun; para kaybetmek moral veya sağlık ya da ne bileyim inanç kaybetmekten iyidir di mi?
Bazen düşünüyorum da kazanmak ve kaybetmek kelimeleri de anlamını yitiriyor yıllar içinde... Kazandım da ne kazandım? Kayıp sandıklarım kayıp mıydı? Onlarsız yaşamadım mı? Kazançsız, kayıpsız, kahkahasız ve kedersizim..

http://www.youtube.com/watch?v=yz_R9-SIRGM

16 Kasım 2011 Çarşamba

THE WALL OLMAK THE WOLF OLMAKTAN İYİDİR.*


* ASLINDA ÇAKAL DEMEK İSTERDİM AMA ÇAKALIN İNGİLİZCESİ KAFİYEYİ BOZDU.
Hatunun biri içip içip, karşıma geçip bana "senin duvarların var" dedi. Nedendir bilinmez o an, dürüstlüğüme ek olarak nadiren ortaya çıkan, sakinliğim tuttu ve "haklısın, var galiba. Bir tek çocuklarla zaman geçirirken yok" dedim.
Şimdi, yok desem olmazdı çünkü ben onun gördüğü duvarların içindeyim. Dışarıdan nasıl bir manzara var, bana bilinmez... Ayrıca kendine ördüğü duvarlar hakkında da hiç fikrim yok!
Ve fakat o hatuna hitaben açıklamak isterim ki, benim duvarlarım içeriden şöyle görünüyor: esnek ve şeffaf. Hani uzay filmlerinde jelibon gibi birşeye parmağını sokarsın ve canın yanmadıkça bütün bedeninle içine dalarsın ya, tam olarak öyle işte. Burada mesele, benim duvarıma karşılık sende ne olduğu. Ne var sende? Sislerin ardına saklanan bir kurt musun yoksa? Eğer öyle isen iyi ki duvarlarım varmış, buna pek sevindim:) Yoksa sen beni, annemi ve kardeşimi yutardın yaw!
Ah, bu arada benim sivri dilimle de tanışmış oldun, afedersin ani oldu! Tatlı dilim de sadece çocuklar ve duvardan içeri girerek risk alanlar için :)

15 Kasım 2011 Salı

GERMANY 10 POINT!

Alman konsolosluğu efsanesi tamamen uydurmaymış arkadaşlar. Vizemi verdiler, üstelik 24 saat geçmeden adresime postaladılar! Böylece Almanlarla aramdaki -olmayan- buzlar eridi:))
Şimdi, bu nadide ülkenin çikolatalarına ulaşmak için sadece dört haftam kaldı! Ondan sonra allerjiden kaşınmaya başlayana kadar çikolata kürü yapacağım. Bavuluma da iki don, bi sütyen, pijama dışında hiç bir nane koymayacağım ki, dönüşte bakkal dükkanı açacak kadar çikolatam olsun!
Aaaaaa çok mutluyum! sağolun melekler:)))

MÜPTELA


Yazmak hatta hakkını vererek okumak için bile zamanım kalmıyor. Yoga yapmaya gidemediğim gibi, matımı serip evde de biraz esneyemiyorum. Kemiklerim taşlaştı sanki. Havanın soğuması ve muhteremin hastalanması - ki önce ben hastalandım - yürüyüşleri de baltalayınca, hal bu! Hamam, yoga, havuz diye fısıldayıp duruyor zavallı kollarım, bacaklarım...
Yine de, tüm bu hale rağmen zerre kadar güvenilmeyecek akıl defterime gördüklerimi yazıyorum; rüzgarla birlikte metrelerce yükselen ve sonra kar gibi aşağıya süzülen yaprakları, gri ve mavinin neredeyse her tonuyla boğazın renklerinin an be an değişimini.. Her ne ise işte, hepsini unutacağımı bile bile akıl defterime yazıyorum!
V. saklanmak istediğini söylemiş bu sabah mesajında. Bunu ilk hissettirdiğinde de - ki o zaman söylememişti- anlamıştım. Ama benim de onunla saklanmama izin vermediği için o kadar kırılmıştım ki, anlayışım beş para etmedi... Oysa şimdi saklanmak kelimesinin alt metninde ne depresyon, ne de mutsuzluk olmadığını, sadece ve sadece azıcık durmak, durgunlaşıp devap edecek anı kollamak olduğunu anlayabiliyorum. Böyle bir durma anı için benim aylarca beklemem gerektiğini de biliyorum. Bu yüzden V. durabildiği için şanslı. Pıst, birkaç dakika benim için de dur lütfen:))
H., işkolik olduğunu söyledi geçenlerde. Bağımlıyım dedi. O an bağımlı olmayı bir defa daha kafamda şekillendirirken, neye bağımlı olduğumu düşündüm. Ya da nelere?
Biraz kahveye belki, çokça kelimelere ve suya; denize, havuza, hamama... Onun dışında zevk aldığım şeyler beni bağımlı yapacak kadar ileride değiller.
Eylül'de Suat'ın bahçesinde öylece durduğum sabahlarda defterime bazı notlar düştüm. Birgün oturup yazacağım kitabın adını orada, hiçbir beklentim olmaksızın, sadece ve sadece otururken ve rüzgarda biraz sağa, sıkılınca sola dönen kocaman deniz kabuklarını izlerken bulacağımı bilemezdim.. Ama buldum!
Sonra kocaman bir keşif yaptım. Duygularımı yaşamaktan ziyade, kelimelerle anlatmayı, hiçkimseyi bulamasam da kendime anlatmayı sevdiğimi ve bu yüzden çoğu zaman onları yaşamayı kaçırdığımı keşfettim. Kelimelere müptela olmanın bedelini aniden anladım!
İçimdeki, dışımdaki anları kayda geçirme isteği, beni yaşamın dışına atıyordu. Merkeze yaklaşmak istedikçe, çemberin en dış halkasına savruluyordum. İşte orada durmak isterdim. Ama nasıl? Neyse, gidip çalışayım ben biraz!

14 Kasım 2011 Pazartesi

ŞANSIMA TEŞEKKÜR EDERİM


Hep şanssızlığıma - ki sonradan hep şansa dönüşür - sövecek değilim ya, bu sabah canım şansıma teşekkür etmek istedi. Melek gibi iki dost, kalbi temiz bir aile ve güzeller güzeli bir şehir için:) Hatta ve aslında sadece ve sadece burada olduğum için ve yaşanacak günüm için.
Hocalarım, öğrencilerim, geçmişte yaptığım ve gelecekte yapacağım tüm -içime ve dışıma- seyahatlerim için.. Teşekkür ederim!

12 Kasım 2011 Cumartesi

11.11.2011

yoga dersi: 11.11.2011
yaş: 6
saat: 11.00
soru:
"herkes düşünsün bakalım, en sevdiği yoga duruşu hangisi? Sonra bu duruşu sınıfa hatırlatır mısınız lütfen, herkes bir duruş için öğretmen olabilir mi?"
cevaplar:
Kuzey: "ayı duruşu"
Azra: "ağaç duruşu"
Hira: "maymun duruşu"
Tugay:"kaplan duruşu"
Aral: "kelebek duruşu"
Hepsinin anlamı vardı. Boşuna seçmemişlerdi. Kiminin bu duruşun gücüne, kiminin benim övgü dolu bakışlarıma, kiminin ise kimbilir neye ihtiyacı vardı...

11 Kasım 2011 Cuma

CUMA, MÜBAREK GÜN!

Migren ağrısı gibi bir ağrıyla dar attım kendimi Deniz'in evine. Dersi nasıl bitirdim, o çocuklar bana, ben onlara nasıl dayandım, bilmem. Son bir güç geliyor galiba!
Konsolosluğun istediği tüm evrakları hazırlamakla uğraşıp, oradan bankaya gittim. Kişisel servetimi kontrol etmeye. Fazla vaktimi almadı, çünkü saya saya bitireyeceğim altın külçerim yok benim:) Üç beş kuruş, birazcık da borç! Yani:
Şikayetim var mı? Yoooo. Sadece bazen kendime, tahammülsüzlüğüm için kızıyorum. Zamanında gereksiz bir sabır gösterdiğim tüm düşük zekalılara şimdi dayanamadığım için kendimi bu duruma sokuşuma diş biliyorum. Sonra ellerimi rabbime açıp, "ya rabbim kurtar beni bu öfkeden ve salaklıktan!" diye niyaz ediyorum!
işin aslına bakarsanız benim rabbim epeyce de hassas biri; duyuyor! Ama konuşmuyor! Jasmin'in dediği gibi kozmik santral on numara! Sanki ne kadar melek varsa bana çalışıyor:))) Tek sorun ne zaman boykot yapacakları belli olmuyor!!!

10 Kasım 2011 Perşembe

NEDEN UYUR, NE ZAMAN UYANIR?


UYUYAN GÜZEL NE ZAMAN UYKUYA DALAR? ONUN UYANDIĞI ZAMANIN ANLAMI VAR MIDIR? BİLEN VARSA BİRAZ ANLATSA?

9 Kasım 2011 Çarşamba

GÜNLER GÜNLERE, AYLAR AYLARA..

Victor'a* bakıyorum, hiç kımıldamıyor. Sanki nefes almıyor. Bir fotoğraf gibi, donmuş gibi. Hiç bir hareket yok. Ses yok, dans yok.. Durmuş. Yanılıyor olabilir miyim diye dikkatlice bakıyorum ama gerçekten durmuş. Hiç kımıldamıyor.
Benim kardeşim ağaçları çok sever. Kaç tanesinin adını bilir, kaç kere bir ağacın gövdesine sarılmıştır, altına oturup sırtını yaslamıştır emin değilim. Bildiğim ağaçları çocukluğundan bu yana sever. Ben nasıl denizi seversem, o da karadaki bu görkemli canlıları sever. Bazen onunla hayatın iki ucunu tutuyormuşuz gibi hissediyorum. Ortamızda oyunlar, oyuncaklar ve uzun bir ortak geçmiş... Günler günlere, aylar aylara, hayat ölüme karıştığında bile beni en bilinmez yönlerimle tanıyan tek insanı kardeşimi düşündüm bu sabah. Kardeşimin ağaç sevgisini, sevgiyle ilişkisini. Sadece düşündüm işte...

8 Kasım 2011 Salı

AŞK HAKKINDA AKLIMDA KALAN...

Aşk, yapıcı bir duygu değil. Doğasında inşa etmek, YARATMAK yok. Yıkar, ezer, hasta eder. Öldürdüğünü bile söyleyenler var. Ben bilmem, onların yalancısıyım sadece. Ne aşk yüzünden öldüm, ne de ölen birini gördüm.
Bence mi? Aşk kesinlikle içinden geçilmesi gereken bir ateş. Önce nefessiz kalacak ve cayır cayır yanacaksın. Alevler seni gökyüzüne taşıdığında orayı cennet zannedeceksin. Ateş küçüldüğünde ölecekmiş gibi hissedeceksin, sonra ölmediğini görüp, yaşayacaksın. Başka çaren yok ki.
Rüzgar sonsuza kadar saçlarını dalgalandırmayacak, kalbinin karıncığı, odacığı arasındaki kapakcık daima pır pır edip hava kaçırmayacak, midendeki kasılmalar, vücudundaki yaralar, uykusuz geceler... Dostlarına tutunacaksın, yitip gitmemek için... Ailene, inanç ve hayallerine... Hepsi geçecek. Aşk geçecek. Hep geçer. Geçti...
Acını azaltamam, acı senin. Zamanında benimki de sadece benimdi. Ne yüzümde, ne saçlarımda, ne de bedenimin bir yerinde izi kalmadı. Bir kağıt gibi yırtıldım ortamdan, diğer yarım uçtu gitti, bilinmeze karıştı. Şimdilerde tek gözü, tek kolu, tek bacağı, tek kulağı var ruhumun. Tam bir bedende yarım bir ruh. İşte aşkın bedeli. Ama geçmek lazım bu ateşten, yanmak lazım. Kaybolmak, kaybetmek ve bulmak lazım:)


http://www.youtube.com/watch?v=uL6MsiwaRMo&feature=related
Dünya alem dalga geçse, hepsi bir ağızdan "hadi canım" dese, ben yine de kozmik bir yardım aldığımda ısrar edeceğim. Bu nasıl oldu bilmem; ben kafayı değiştirmeye and içtim de ondan mı, yoksa gezegenler sağdan sola yerine, soldan sağa mı dönmeye başladı? Bilinmez.. Bilmekten geçip, inanma noktasındayım zaten. Bilgi dağarcığım kafatasımda çatlak yarattığından beri, kalbime yüklendim. Odacıklarını doldurup duruyorum. Monty ile, Eda ve Leyla ile, Samra, Zeynep, Rüzgar.. hepsiyle tıka basa dolduruyorum. Çatlar mı? Yooo esnek duvarları var:)))
Bayramı şu saate kadar misafir ağırlayarak, ödev yazarak ve dvd seyrederek geçirdim. Dersim yok, sıkıldım mı ne? Derslerim olunca yorgun, olmayınca sıkkın? İşkolik falan olmamışımdır inşallah!
Kasım bitmeden yapılması gerekenler var:
Almanlara bana vize vermeleri için ricacı olmak
YapıKredi yayınlarına gidip, "ne oldu bizim çeviriler?" diye dırlamak
Edirne'ye gidip ciğer yemek, Meriç kıyısında oturmak
Fethi Paşa Korusu'nda Muhterem'le sonbahar yürüyüşü yapmak.
Yogalin için hazırladığım tezin son noktasını koymak.
Bütün bunları tamamlayınca huzur içinde Aralık ayını yaşamaya başlayabilirim. Sonrası mı? E bu kadarını bilmem bile mucize değil mi?

7 Kasım 2011 Pazartesi


Düşündüğüm kadar çalışmıyorum. Çok düşünüp, yarısı kadar çalışıyorum.. Hayatım gibi bedenim, ruhum, beni ben yapan herşey tam ortadan ikiye bölünmüş; yarısı yaşamak ve geleceği inşa etmek isterken, ana tutunup, derin derin nefes alırken, diğeri öylece durmak, ne gelecekse gelsin diyerek beklemek, hatta beklemeden, öylece, sadece durmak istiyor..
Bazen herkes kolay, ben kolayım, yaşamak kolay... Kocaman bir oyun alanı dünya. Oradan buraya çılgın gibi koşarken, yükselip kendime baktığımda gülümsüyorum. Sonra durup, kullanmadığım parçalarımı düşünüyorum. İki elimle tutunuyorum kalbime, sesini dinliyor, orada mı diye emin olmak istiyorum. Tenefüs bitince de koşmaya devam ediyorum.
Yazmak istediğim kitaplar, oynamak istediğim oyunlar, görmek istediğim ülkeler, dans etmek istediğim şarkılar ve daha pek çok şey var... Hatta Victor için yapmak istediklerim var. Yapacağım da. Belki, beni ikiye bölen hali kucaklayarak yapacağım. Belki yavaş yol alacağım diğer parçamı çekiştirirken ama söz kendime, söz yapacağım hepsini:) Yaşadığım sürece gerçekten yaşayacağım. Öldüğümde gerçekten ölmüş olmak için...


http://www.youtube.com/watch?v=VQkA1xzCKK8

6 Kasım 2011 Pazar

KAFAMA KAZINAN EN GÜZEL ŞEYLERDEN BİRİSİN BAYRAM..


Ama tüm kazınanlar güzel değil... Rakı güzel mesela. Mandalin bahçeleri güzel...
Bayramlığım yok artık... Uzun yıllar, bir çorap bile olsa yeni bir parça giymeye çalışırdım... Şimdi tek hazırlığım Eda Lisa ve Leyla Nora için. Onlar bize gelirse var bayram, gelmezlerse.. Yok!
Hayatı yeniden anlamlandırmaya çalışırken kendimi, şarabın özüne su katan bir antik çağ denizcisi gibi hissediyorum. Kafam güzel olmadan dümende duramayacağım için elimdeki tortudan hayata tutunma iksiri yaratıyorum! Çocuklarla yaşadığım her dakika azalan şarabıma su katmak. Bu bayramda da lıkır lıkır çocuk neşesi içeceğim için şanslı sayılırım.
Hepinize içine bol sevgi katılmış, anlamı damağınızdan kalbinize katar uzayan tatlılarla donatılmış neşeli sofralar, mutlu bayramlar diliyorum!

4 Kasım 2011 Cuma

HAYAL KURMAKLA MI BAŞLIYORDU?


Aylar önce gördüğüm bir rüyada yuvarlak hatlı bir bina vardı, tek katlı. Sonra nefis bir bahçe. İngiltere'deki evimi özlediğimden olacak, o gün yani rüyada hava yağmurlu ve yeşillikler pırıl pırıldı. İçerilerde bir yerlerde biriktirdiğim ve biriktirirken içime sindire sindire sakladığım tüm detaylar rüyamda yan yana gelmiş, bir ağızdan bağırıyordu: "Elvan bak, olabilir..."
Duydum. Daha doğrusu masmavi gözlü bir kız çocuğu kulağımın dibinde bağıra bağıra ( aslında fısıldadı:)) duyurdu. Şimdi hayallerimi gündüz gözüyle görmeye başladım. Ne mi olur? Bilmem, hayal işte!
Çocuklar için "doğru" bir yer istiyorum.

3 Kasım 2011 Perşembe

WALDORF SEMİNERİNİN ARDINDAN YAŞANAN GÜN BİTERKEN...

Eve dönmeden evvel pazara uğradım. Yağmurun altında sebze, meyva seçerek kafamı boşaltmaya çalıştım. Ve yeniden akşamdan kalma neşeme saklanmak istedim. Azıcık başardım galiba. Turuncu üzerine mavi, beyaz puanlı çorağlar aldım kendime ve bir de pembe filli bir çanta. Okuldaki kızlar bayılacaklar, Kızlar dediysem 3-6 yaş aralığında olanlar:))
Seminer Guguk Kuşu'na nlattığım gibi büyüleyiciydi. "Yaşar gibi yapmayın, yaşayın!" diyordu açıkca. Oysa bakıyorum da en zorlandığımız şey yaşamak, yaşamanın hakkını vermek olmuş nicedir... Bu isteksiz ve bıkkın halimizle ne vereceğiz çocuklara? Salak değiller ki, sadece çocuk onlar. Anlıyor, hissediyor ve tekrar, takl,t yoluyla hızlıca, biz daha ne oluyor diyemeden öğreniyorlar.
Ne öğretiyorsunuz çocuğunuza? Organik beslenmeyi mi? Akılsız mısınız ya, yediğinden haz almayı, kendi yemeğini pişirmenin keyfini öğretmeden ne anlamı var organik takıntısıyla çocuğu harap etmenin? Delirdi mi bütün anneler??? Huuu!
Herşey kitaplarda yazıyor ve oradaki tüm söylenenler gökten gelen kelamlar gibi yaşamayı bıraksak nasıl olur? Hiç istemediği halde müzik derslerine sürüklenen çocuklar, hiç istemediği günlerde ittire kaktıra yoga sınıfına getirilenler... Yapmayın ne olur. İlla yoga sevsin istiyorsanız, ona güneşin altında gerinen bir yavru kedi gösterin ve bunun yoga olduğunu anlatın; "haydi biz de onun gibi uzanıp çimenlerde esneyelim". Bunun için zamanınız yok mu? Çimenlere uzanıp esneyecek zamanınız yoksa, getirmeyin bana çocuğunuzu. Üzülüyorum.
Waldorf semineri beni çok etkiledi. Ne zamandır içi boşaltılmış hayatlar ve bu hayatlardan ayrı düşünülemeyecek çocuklar ve bu çocukları bekleyen gelecek hakkında düşünüyordum... her çocuk Monty kadar şanslı değil ne yazık ki... Annelerin çocuk yetiştirme modasına kapılıp, bu olmakta olan canlıyı hasarlı hale getirmesi an meselesi... Onun size ihtiyacı var. Sizinle yaşamaya, Dünya denilen gezegeni sizden alacağı rehberlikle öğrenmeye. Sadece bedenini değil, ruhunu beslemenize ihtiyacı var. Masalların diline, kucağınızın sıcaklığına, hzuru ve güzen demek olan hayatlarınız çok ihtiyacı var..
Çalıştığım okullarda bunun tam tersin anlatan sinyaller aldığımda üzülüyorum. Çok ama çok üzülüyorum. Tüccar yöneticiler; bu çocukları köle gibi görüp, çocuk ticaretiyle para kazananlar. Sizin s"ektöre yenik düştük!" iddiasıyla yaptığınız şey Uzak Doğu'daki çocuk fahişelerin halinden daha mı masum? Bir çocuğun bedenine zarar vermekle, ruhuna zarar vermek aynı derecede yaralanmaya neden olmaz mı????
Neden herkes iyi işlemediğini bildiği bir çarkı inatla döndürüyor? Kendimize yalan söyledikçe daha da çamura batan hayatlarımızı neden görmezden geliyoruz? Bir çocuğa verilecek en güzel cennetin mutlu bir ev olduğunu anladım ben. Para, iyi okul, dil öğrenmek... Siz hepsine sahipsiniz, eee mutlu musunuz?
Kızgınım. Dersimi bölüp fotoğraf çekmeye kalkan fotoğrafçıya, o fotoğrafçıyı bana hiç haber vermeksizin sınıfıma yollayan yüksek ökçeli kız çocuğuna ve bu numaraları yiyen anne ve babalara deliler gibi kızgınım. Hiç anlayamıyorum... Hiç!

GUGUK KUŞU İÇİN:)


Her sabah bekliyorum demişsin ya, şimdi ben sana merhaba demeden nasıl çıkarım ki evden?
Gerçi uzun uzun anlatamayacağım şu anda ama akşam söz yazacağım; dün ilginç bir toplantıya katıldım. Waldorf eğitimcilerinin "masal" toplantısına. Bu birbirinden farklı toplantılarla kafamda öyle çok şey yerine oturuyor ki, bazen çocukların hakim olduğu sadece sevgiden inşa edilmiş bir dünyayı yaratabileceğimize gönülden inanıyorum. Bu konuda öğrendiklerimi yazdıkça bir anne olarak senin özellikle okumanı isteyeceğim.
Yaşadığımız yüzyılda neden mutsuzuz ve neden içimiz hep boş bunu anlamak ve araştırmak yerine, arsızca o boşluğu doldurmaya çalışırken pek çok annenin çocuğunu nasıl hırpaladığını görüyorum.. Bu toplantılarda ise farklı seçenekler olabileceğini ve her zaman, her yerde olduğu gibi bütün sırrın en basitte saklandığını anlıyorum. Basit olan ise derinde...
Yapmamız gereken tek şey elimizi kalbimizin üzerine koyup onu çıkartmak! Çok kolay ve bir o kadar zor.. Ama değer. Konu bir insanın yetişmesi ise değer bence:)
Ve tabii bütün bu hikayenin beni en çok ilgilendiren bölümü masallar. Masallar bu oluşumda ne rol oynar? Sembollerin dili düşündüğümüz kadar karmaşık mıdır yoksa çocuk kalbin yazdığını, kalple okur mu? Okur! Bakınız MOMO!
Anlayacağın heyecanlıyım. Hem de çok!

2 Kasım 2011 Çarşamba

MİNNETTARLIK

Yaşadığıma minnettar uyanıyorum sabahları. Bir an gelip, göz kapaklarımı kımıldatamayacağımı o kadar iyi anladım ki.. Ard arda kaybettiğim sevdiklerim ve kalanları kaybetme ihtimali.. Kendi hayatımın, henüz hazır olmadığım bir anda sona erebileceği gerçeği...
Önce derin bir korku geldi. Yuttu beni! Bir süre midesinde kaldım; bacaklarımı karnıma topladım, öylece karanlığın geçmesini bekledim. "Ölüm böyle mi başlar?" diye düşündüm.. Ben başlattıysam bu süreci, ben bitirebilirdim ama gelen sahiden ölümse öylece durmak muhtemelen en iyisiydi. Yeni girdiğim bir ortamda göze batmak istemem...
Karanlık kustu beni. Kımıldamadığım için sindiremedi. Böylece kendi yarattığım korkudan, kendi çabasız çabamla kurtuldum. Nasıl çabalayabilirdim ki? ne yapmam gerektiğini bilmiyordum!
Şimdi, hala zaman zaman geliyor o korku. Anlıyorum ve geldiğinde usulca "bunu ben yarattım" diyorum. Beynimdeki hücreler, bir geceden sabaha unutmayacak onu, ama geçecek. Yerine yeni anılar, yeni yaşanmışlıklar ekledikçe geçecek.
Korku geçecek, sadece sevgi kalacak.
Bu sabah da uyandım ya, çok mutluyum. Elimde yaşanacak bir koca gün var!

1 Kasım 2011 Salı

RÜYA

Anlat desen tamamını anlatamam, azı kalmış, çoğu gitmiş aklımdan. Sen kalmışsın, diğerleri silinmiş hafızamdan...Rüya bu ya, bizdeymişsin bütün gece. Ne ayrılıklar, ne kavgalar, ne de ölümler hiç olmamış. Üzerinde koyu renk bir elbise var. Bir ara ben, senin gibi yıllardır görmediğim bir arkadaşımla konuşurken buluyorum kendimi. Affetmiş beni, onun evindeyim. Rio'ya karnavala gidecekmiş. Bana bu seyahati anlatıyor. Yani öyle bir rüya ki, affetmem gerekenler ve beni affetmesini dilediklerim birlikte... Çoktan vazgeçtiklerim, unuttum dediklerim de orada. Düşün, sen oradasın!
Bazen aslında yaşamadığını, bu rüyalarla benim seni yaşattığımı düşünüyorum. Artık hiç görmediğim, duymadığım, dokunmadığım biri yaşıyor olamaz ki.. Neyse, bizde olman çok güzeldi. O kadar içtik, o kadar içtik ki rüyamda, elbisenle duşa girdin. Bizim banyoda ve elbiselerinle duştaydın:) Hayali bile güzel, hayatımın bir parçası olduğunu görmek güzel... Güzel bir rüya...