tag:blogger.com,1999:blog-19358646760791761752024-03-19T09:27:43.873+03:00VADİN"YOGA BİR İÇE DÖNÜŞTÜR.TAMAMEN DÖNÜŞ HAKKINDADIR.GELECEĞE DOĞRU İLERLEMEDİĞİN VE GEÇMİŞE DOĞRU HAREKET ETMEDİĞİN TAKDİRDE, KENDİ İÇİNDE HAREKET ETMEYE BAŞLARSIN.ÇÜNKÜ VARLIĞIN BURADA VE ŞİMDİDİR, GELECEKTE DEĞİLDİR"
OSHOFortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.comBlogger2077125tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-82769904847380166592024-03-16T15:03:00.002+03:002024-03-16T15:03:24.851+03:00WOLFSHEIM*<p> </p><p><br /></p><p>Bir haftadır öyle hoşuma gitti ki bu şarkı, sonunda bugün sözlerine baktım. Daha da sevdim. T.P. listesiyle gelmişti. T. iyi müzik dinler. Bu güzel güneşli on altı Mart'da paylaşmak istedim. Benden babama kırk bir yıllık özlemle....</p><p><br /></p><p><br /></p><p>*Kein Zurück</p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-47017988468869542102024-03-16T09:49:00.003+03:002024-03-16T09:49:46.400+03:00AFFETMEK BİR TÜR VAZGEÇMEYE DÖNÜŞMÜŞSE EĞER HEM AFFET, HEM VAZGEÇ NİDASIYLA İNLİYOR RUHUM.<p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Herkesten gizli, kimseleri buyur etmediğim bir odam var benim. Doğduğumda sol yanıma iliştirmişler, o andan sonra nereye gidersem gideyim hep yanıbaşımda olmuş. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">İçinde sevinçlerim, öfkelerim, anam, babamdan kalan hisler, anımsamalar, oldurduğum ve olduramadığım herkes, herşey var. Kimi aleni ortada, bazısı kutularda raflarda. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Oda da bir tuhaf; bazen daracık, gün oluyor dev bir salon.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ne dediğimi anlamıyorsun değil mi? Bende anlamıyorum inan. Neye girizgahtır oda metaforu dersen, hiç iyileşmeyen geçmişime derim. İşte ben o odanın kundakçısı olmaya and içtim. Şimdilerde tek tek elden geçirdiğim her yaşanmışlığı lime lime ederek serbest bırakıyorum. Biliyorum ki, eğer bu işi tamamlarsam sol yanım iyi olacak, sol yanım aksamayı bırakıp, sadece şimdinin canlılığında bana katılacak.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Affedeceğim, ama öyle lafla değil, içimden içimden, en derinlerimden affedecek ve her affettiğimden oracıkta vazgeçeceğim. Affettiklerim geçmişim, vazgeçişlerim geleceğe biletim.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Gönlümü kıran nicesinden vazgeçtiğimin andıdır affedişim. Bunda sevinecek birşey yok affettiğim, sevincin niye?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-58951257802089892982024-03-15T09:16:00.002+03:002024-03-15T09:16:28.541+03:00DÜNDEN KALAN<p><br /></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">İstanbul'a döndüm döneli istiyordum Gülhane Parkı tarafına geçmeyi. Fırsat yaratamamış, zamandan bol olsam da gücümü toplayıp yola çıkamamıştım. Dün, Burhan okula giderken ben de ona takıldım, iyi ki de takıldım. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Uzun aralardan sonra ister insan olsun, ister şehir mesafeleniyoruz. İnsanın içi uzaklaşıyor temasta kalmadığından. Hiç yaşamam sanırdım ama bana da oldu, yabancıydım kentlerin kraliçesi huzurunda. O yine eteklerine iti böceği yatırmış, mis gibi bahara salmıştı saçlarını ama ben üç saatlik dolanmada kendime bir tabure bulup oturamadım.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Önce Burhan'la Divan Yolu'nu yürüdük. Beyazıd Meydanı'nda otuz yıl sonra fotoğrafımız oldu. Fakat O okula gidince ben ipi boşa çıkmış it gibiydim. Kımıltısı düşük, takip edecek esrarlı bir koku bulamamış, sahipsiz. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Meryem neredeydi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Önce Çınaraltına yürüdüm. Avni Dede orada değildi. Ivır zıvır satan abilerden de eser yoktu. Oysa ne toprakaltı eser olurdu burada, of! İki çöpçü fosforlu üniformaları çekmiş sigara içiyorlardı. Öyle farkında değillerdi ki altında oturdukları çınarın, vah anam vah nidası yükseldi içimden.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Sahaflara girdim. Bir ümit, bir koku, bir sürpriz yüz arıyordum içten içe, ama yoktu. Bütün gün de olmadı. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Çarşının içinden Nur-u Osmaniye'ye oradan da At Meydanı'na sürüklendim. Ne köfte çekti canım, ne de kahve. Oturamadım, sığamadım kente. Değil sevinmek, özlem gidermek, kederlenmiştim inceden inceden. Bu muydu hasretiyle burnumun direğini sızlatan şehir? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Meryem neredeydi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Gülhane'ye indim. Bakmak istedim laleler açmış mı? Açmamış. Bir bankta oturdum. Kitap okurum diye heves edip yanıma almıştım nasılsa. Olmadı. Tam karşımdaki banka yüzyıl sevişmemiş gibi arsızca gözlerini bana diken bir mahlukat oturunca kalktım. Keyfim kaçmıştı. Ramazan paketine şişme kadın eklemek isterdim, isterdim ki şehrin arsızı, uğursuzu doya doya boşalsın ve kadınlar parklardaki bankların keyfini çıkartabilsin.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Mecburen Eminönü'ne indim. Doğubank özlemiştim, bi bakındım ne var, ne yok diye. Hatta yıllardır güneş gözlüğü almaya parama kıyamadığımı anımsayıp gözlük baktım kendime. Buldum. Aldım. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Fakat bitmişti. Burhan'ı bekleyecek gücüm, hevesim kalmamıştı. Varlığım içinde dolandığı kalabalıkta anlamsızdı. Evime döndüm. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Meryem neredeydi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-64996585290195437332024-03-13T14:12:00.002+03:002024-03-13T14:12:48.519+03:00BEN HERŞEY VE HİÇBİR ŞEYİM<p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"> </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Yaralı bir hayvan gibi uluyarak gözyaşlarımı yalıyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ne çok tuzlu su var içimde, şaşırıyorum. Ben hayatta en çok kendime hayret ediyorum. Çocukça neşelenen Elvan'dan kederden aklını kaçıracak olana geçişlerime hiç yetişemiyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Sabahı beklediğimiz geceler başladı. Ben içime içime ulurken, dayım dışına dışına inliyor. Bütün bunları ayrıca yazıyorum başka bir yere, içimin duvarlarına. Ona eşlik edemeyeceğimiz yere hızla yol alırken, hem sakin, hem acı içindeyim. Gelmiş geçmiş tüm terk edilişlerimin bataklığından gülümsüyor, elimdeki çiçekleri gücüm yettiğince havada tutuyorum. Kafamı karıştıran bu tanıklık sonrasında ben yine bildiğim savrulan hayatıma dönecek miyim? Ya da şöyle sormalıyım insan ölümün tek mutlak olduğu yerde yaşamı niçin seçmez? Seçemez? Aslında onlar, tüm gidenler için de daha da tutkuyla yaşamamız gerekmez mi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Her ölüm eksilterek çoğaltıyor. Gün ortasında tüm ışıklarını yakmış bir şehir kadar çaresizim gelmekte olan karanlığın eteklerinde.</span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-47866100218725198472024-03-08T10:13:00.001+03:002024-03-08T10:13:26.310+03:00SABAH<p> </p><p><span style="font-size: large;">Günaydın,</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bir zamanlar her sabah ekmek almaya gidercesine yazardım. Ama mantıklı ama mantıksız, komik, gerekli, gereksiz vaya öfkeli. Yazardım. Şimdilerde bazı duygularımın içinde yeni matematikler keşfediyorum. Onlara hiç fark etmediğim hava akımları, bilmediğim yönlerden esen rüzgarlar diyelim. Evet, böylesi daha şiirli. İçimde daha önce hiç koklamadığım, tenime değmemiş rüzgarlar esiyor. Nihayet kendini tekrar eden çarktan kurtuluyor gibiyim. Zaten bunun için yazmıyor muydum? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Yaşamaya cesaret edemediğim tüm duyguları kelimelerle eskittim ben.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Dayım ölüyor, bahar da öyle güzel çiçekleniyor ki. İkisini yan yana görmek <i>"işte Elvan'cım bak tatlım biz bütün bunlara, toplamına hayat diyoruz"</i> diye şefkatle tınlıyor içimde. Evet, hayatta hepsi var ve aynı anda yaşanıyor. Birilerine hoşgeldin derken, bazılarının gitmesi gerekiyor. Peki benim içim neden bu kadar kalabalık? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Artık taşıyamıyorum. Şaka değil, zaten son yıllarda zorlandığımı fazlasıyla hissediyordum, yakınımdakilere söylemiştim. Duymak istemediler. Kelimelerim, duygularım hep ağır geldi aileme. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Şimdi bir seçim yapmak zorundayım. Ya ben, ya şimdiye kadar olan biten, içime kamp kuran herkes ve herşey.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Hala ormandayım. Fakat vaktim daraldı. Benim inancıma göre yeni bir karma yaratmadan seçmeliyim kendimi. Biliyorum başka şansım yok, ancak yetişkin olmayı becerememiş parçam öyle ürkek, o kadar döngüden çıkmaya hazırlıksız ki. Sonunda onu hop diye suya atmak ve yüzmesini dilemek zorunda kalacağım. Ben bir hain miyim? Kimbilir, belki? Ne önemi var? Öyle bile bile olsam, dayım bunu hissetmiyor. Ona göre onu çok seven ve üzerine titreyen yeğeniyim. Demek ki bir tane ben yok. Birden fazlaysa bu benler, sahici olan hangisi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Pek çok davranışım ve seçimim aslı gibi ama asıl olan değil. Beklenen, alışılagelmiş, bana yapıştırılmış haliyle yaşıyorum hayatı, sürüklenircesine. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Çok önce gitmeliydim diğerlerinden.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Beni uyandıran bu blogdaki yazılarım oldu. Kendime ekmek kırıntıları bırakmışım, birgün dönüp bakayım diye.... Yıllarca aynı şeyi yazmışım: yorgunum, haksızlığa uğruyorum, yazmak istiyorum ve komikliklerimle yakıcı öfkem arasında yaşam çemberinde bir suya, bir aleve sıçrıyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Benim yogayla değil, sanatla uğraşmam gerekiyordu. Resim yapmalıydım. Yazık ettim ellerime. Belki babamı dinleyip piyano çalmalıydım. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bahar girdi takvimlere. Dün çiçekleri öpe koklaya yürüdüm evimin önündeki uçsuz bucaksız parkta. Sevinç doldu mu içim? Yok. Yine de gördüm çiçekleri, gökyüzünü, denizi, yeşili. Benim kalbim kör değil, benim kalbim çok kederli. Üstelik bilmediğim hayatlardan da bi dolu kederli.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">İnsan olma deneyimi çok ağır geliyor bana. Zorlanıyorum. Uçuşan, hafif, bağımsız gerçek varlığımı özlüyorum. Sanki bir balığım ama demir çıpa ile okyanusun yedi kat dibine mıhlanmışım. Halatı kesmesi gereken benim, farkındayım. Fakat bir balık tonlarca suyun altında, güneşin inemediği derinlerde tek başıma nasıl bir çözüm bulabilir? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Küçük Kırmızı Bir Balık.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bazen soruyorum kendime, "Elvan, sihirli değneğin olsa ve tam istediğin hayatın içine gidebilecek olsan, hadi git, nereye gidiyorsun? " diyorum. "Hadi gittin, orada olmayı düşle, mutlu musun?"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Değilim.... Beni en fazla üzen de bu, mutluluğum veya mutsuzluğum koşullarımla ilgili değil. İçimde birşey, derinimde. Muhtemelen bir tür ruh hastalığı kırılganlığım. İnsan kurumuş dala bakıp ağlar mı? Sonra da gidip hasta dayısına Bagavatgita'dan ilham veren, ona yolun güzelliğini anlatan güneşli birine dönüşebilir mi? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Hangisi Elvan? Elvan kim?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bir meczup, potansiyelini ortaya koyamamış bir kadın mı? Yoksa neşesi ve zekasıyla umut satan bir tacir mi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bazen kendimi çözümlemek için geç kaldığımı hissediyorum. Varlık sorununa fazla takıldığımı, aslında yaşıtım kadınlar gibi yirmi senelik evli, iki çocuklu olmam gerektiğini düşünüyorum. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Yanlış yerdeyim hissi atmosferimi kaplıyor. Nefes alamıyorum. Dayım da alamıyor... Ciğerleri su topladı. Birlikte derin, sakin nefes egzersizleri yapıyoruz... Bunları yaşarken ona mı kendime mi nefesi hatırlattığımı gerçekten hiç bilmiyorum. Ciğerlerime dolan ölümün kokusuna gülümseyerek bahar çiçekleri çiziyorum resim defterime.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ölüm varsa Elvan dokuz yaşında.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Gençken rahibe olmak isterdim. Sanki erkeklerle yaşanacak ilişkilerden başlamadan vazgeçmek istemişti kalbim. Hep uçsuz bucaksız yeşilliğe bakan yüksek bir kule hayal ettim. Tanrıya hizmet ederek, tefekkürle başlayıp bitecek bir ömür. Kimbilir belki öyle huzurlu bir hayattan atıldım Dünya'ya. Ya da çok böbürlendim ruhumun kudretiyle ve buralara gelip, mümkün olmayanı mümkün kılma kibrine kapıldım?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">İkinci kahvemi aldım az evvel. Karanlık, yağmurlu bir İstanbul sabahından....</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-66252378788351049192024-03-06T12:20:00.002+03:002024-03-06T12:22:50.810+03:00SO IT'S GOES*<p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiv21uZ4S4mYDNJXveNcqWarK0AKV4quzjZYFKepgjNipBwvVSelcxvU8iWHqW8NsgcEttU_BSzjxV2ZeNfQUlmcu6GPNIGQQXw3jreF0AoWdX2RsgqYPT8eDAHuNbWSxRRw1hvV9LRJcLunrhH1Qps6OH3AhmYxhKJ_EVSHKzXNP4xwaTuZfmntcQS67qU/s800/129172-science-fiction-artwork-digital-art-space-Earth-planet-spaceship-women.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="800" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiv21uZ4S4mYDNJXveNcqWarK0AKV4quzjZYFKepgjNipBwvVSelcxvU8iWHqW8NsgcEttU_BSzjxV2ZeNfQUlmcu6GPNIGQQXw3jreF0AoWdX2RsgqYPT8eDAHuNbWSxRRw1hvV9LRJcLunrhH1Qps6OH3AhmYxhKJ_EVSHKzXNP4xwaTuZfmntcQS67qU/s320/129172-science-fiction-artwork-digital-art-space-Earth-planet-spaceship-women.png" width="320" /></a></div><p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">K<span>endimle ilgili en merak ettiğim şey </span>neden hayatla bu kadar uyumsuz ve tatminsizim? Her hissi doğum travmasına veya devamında yaşananların bıraktığı izlere bağlayabilir miyiz? Evet, tabii. Ama benim hissettiğim, en aşağıda sezdiğim daha korkunç, daha acıtan ve hırçınlaştıran birşey. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">En mutlu anımda, mesela bu sabah ağaçları öpe koklaya yürürken, öyle bir keder çöktü ki yüreğime anlatılmaz. Şimşek çakması gibi. Anlık bir zokayı yutuş ve uyanış!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bazı geceler uçtuğumdan hiç bahsetmemiştim di mi? :))) Ailem okur da bu yazıları beni bi yere tıkar diye pek anlatmadım. Ama uçuyorum. Beden ağırlığımı bıraktığımı hissediyorum. Bir defasında açık havadaydım. Zar zor bir ağacın dalına tutunarak durdum! Çünkü hem deneyimin içindeyim ve hoşuma gidiyor, hem de bilinmezden aşırı korkuyorum. Bu hafta da oldu. Uçtum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Benim ölümüm böyle olacak. Nerede ve nasıl elbette bilemem ama ruhum bir çiçek fırtınası ile alıp başını gidecek. Belki baharda. Doğa yenilenirken, ben de elbisemi yenileyeceğim. Hepsi bu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">*Tamino</span></p><p style="text-align: justify;"><br /></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-73945808313604365872024-03-03T11:01:00.001+03:002024-03-03T14:04:43.402+03:00 TAŞTAN BALIKLAR<p><br /></p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkCaE2ClnblvwQZ5dkos7SRkQSMgCbGfc_3c-1dgeU8rdOzdlOM1gxoehEOwYG9kbfIRI20vKlq7hYvOgGDhcFjtAf0k5E8769BRsu4IOWQToOFItFWYC5KRaxU69hedCW5sntUzzy1w3cVtMduubXYVRy1Ip4qfqpPzKZ4rMcdnUNGoxSX0NObVehmEQX/s765/orfoz-baligi-avlanmasi-yasaklandi-765x470.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="470" data-original-width="765" height="197" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkCaE2ClnblvwQZ5dkos7SRkQSMgCbGfc_3c-1dgeU8rdOzdlOM1gxoehEOwYG9kbfIRI20vKlq7hYvOgGDhcFjtAf0k5E8769BRsu4IOWQToOFItFWYC5KRaxU69hedCW5sntUzzy1w3cVtMduubXYVRy1Ip4qfqpPzKZ4rMcdnUNGoxSX0NObVehmEQX/s320/orfoz-baligi-avlanmasi-yasaklandi-765x470.jpg" width="320" /></a></div><p><br /></p><p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Mutlu muyum yoksa tedirgin mi belli değil. Garip bir his karnımda. Kesinlikle yorgunum, onlarca duyum arasından sadece bunu ayırabiliyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Harun gelmiş. Yüzüne bakmasam da yanımdakinin O olduğunu biliyorum. Sorularım dizilmiş dilimin ucuna, sormuyorum. Bunca yıldan sonra cevapların anlamı olmadığını fark ediyorum. Bu gece İstanbul'da kalacak. Ama nerede? Teyzemi görüyoruz, saçları uzamış, halsiz "bende kalsın" diyor. Yas elbisesi mi üzerindeki?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Harun deniz kenarında üç katlı, sarmaşıklardan görünmez hale gelmiş binayı gösteriyor. Gece orada kalalım istiyor. İçimden terk edilmiş gibi diyorum, romantik ama kimseye iyi hissettirmeyecek bir seçim. Başımı göğsüne yaslıyorum. Hatırladığım duygu artık orada yok. Birden gökyüzüne kayıyor bakışlarım. Denizin üzerinde irili ufaklı balıklar uçuyor! Evet, uçuyorlar! Ve bu balıklar taştan!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Taştan balıklar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Yakınımızdan geçen bir orfozla göz göze geliyor ve uyanıyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Peki ben bu rüyayı nasıl yorumluyorum?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Teyzem, ölmek üzere olan kardeşinin yasını şimdiden tutuyor, saçları uzuyor... Kederi akıllara zarar. Dar bir yoldan geliyor yanımıza, ruhu dar, uykusu dar, nefesi dar bir yerden.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Harun peki? Dün gece günlüklerimi yırttığımı ve sıranın onun mektuplarına geldiğini seziyor olabilir mi? Belki? Ama büyük ihtimalle aklının ucundan geçmediğim gibi, bilseydi umurunda olmama olasılığı da çok yüksek. Kimse benim kadar takılmıyor geçmişin ağına. </span><span style="font-size: x-large;">Ölmeyen ve aynı zamanda o hasretiyle yanıp tutuştuğu okyanusa açılamayan küçük kırmızı balığım ben.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Bugün yapabilir miyim bilmiyorum ama Harun'un mektuplarının da benden ayrılma vakti geldi. ( kendime soru: Harun'u bir günde terk etmiş ve asla affetmemiştim, peki mektupları niçin otuz senedir saklıyorum? ) Onlardan bir hikaye çıkar mı diye saklamıştım. Fakat gerek var mı sahiden? Kimi kandırıyorum ben? Hikayelerin hepsi bende, hücrelerimde değil mi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Velhasıl rüya şunu söyledi bana: balıklar yüzmeli Elvan, onların taş kestiği gibi anları, hatıralarını dondurursan hayatın aç kalır, günah işlersin. Akışta kalmalı herşey, ardında kalmalı. Bırak artık!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Şimdiki zamanı yaşamamak günahtır!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-18056372705778506142024-03-02T10:27:00.002+03:002024-03-02T10:27:44.919+03:00ONÜÇÜNCÜ KABİLE<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Merhaba,</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Güzel bir hafta sonu olsun hepimize. Ben evdeyim, dayımla ilgili herşey yolunda giderse hafta sonunu evimde geçirmeyi planlıyorum. Yeteri kadar kahvem ve peynirim var. Takdir edersiniz ki, yalnız kalmanın da bir erzak çantasına ihtiyacı oluyor biz ölümlüler dünyasında.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Hadi güne entellektüel değeri de olan bir tatlı magazin haberiyle başlayalım. Sevdiğim yazarlardan biri sevgili yapmış. Gerçi ne zamandır biliyordum ama artık bi bağırmadıkları kalmış "seviyoruz uleyyyn!" diye. Çok hoşuma gitti. Darısı başımıza. Neyse sevdiceğine bi yakından bakayım instagramda dedim, iyi ki bakmışım. Meğer bu sabah bişi öğrenmem gerekiyormuş. Bir kelime: </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><b>Mimophant!</b></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">İngilizce iki kelimeden oluşuyor, mimosa ( mimoza ) ve elephant ( fil )</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><u><b><span style="color: #cc0000;">Kendi duygularına narin bir mimozaymışcasına yaklaşan ama başkalarının hislerine duyarlılık söz konusu olduğunda derileri fil gibi kalınlaşan insanlar</span></b></u> için yazar Arthur Koestler tarafından uydurulmuş bir kelime.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ne güzel bir tesadüftür ki Arthur Koestler en sevdiğim kitaplardan birinin yazarıdır. Yani bir yazarın bu kadar güzel bir kelime uydurabilmesi ve kızı yaşındaki bir başka kadının da bunu ölümünden kırk yıl sonra anımsayıp bir postta derdini anlatırken paylaşması çok hoşuma gitti. Çünkü şimdilerde tam da böyle bir kelimeye ihtiyaç hissediyordum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Empati, duyarlılık, kabalık, bencillik gibi kelimelerle demek istediğimi diyemiyor ve uzun uzun cümlelerle zihnimin içini kelime çöplüğüne çeviriyordum. Veee birden bire ortaya çıkan mimophant kelimesi tüm hislerime tercüman oldu. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Onüçüncü Kabile en sevdiğim kitaplardan biridir, bana babamın kitaplığından transfer olmuştu. Malum o yıllarda Castenada, Erik von Daniken, Agatha Cristie gibi yazarlar babamın yaş grubundaki insanlar tarafından çok okunuyordu. Bunu da yıllar içinde arkadaşlarıma ebeveynlerinden kalan kitapları gördükçe anladım. O dönem yani 1968 gençliğinin yaşadığı yıllarda aslında bir uyanış yaşanmış. Fakat gizli eller hemen perdeleri çekmiş! Uzun bir geceye daha girmiş insanlık. Belki de bu sebeple neşesi bile keder barındırıyor o kuşağın.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Neyse artık elimde demek istediğimi demek için bir kelimem var. Dün Arthur Koestler'ın ölüm yıldönümüymüş. Babamla aynı ay, aynı yıl ölmüşler. Yani ölmemişler. Eğer biz inanmayı ve geniş zamanda bakmayı seçersek ne insanlar, ne de ortaya koydukları duygu ve düşünceler ölmüyor. Eğer ölmüş olsalardı mimophant bana ulaşamazdı değil mi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Mutlu olun, henüz buradayız, gitmedik.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-57829629264159205032024-02-29T10:08:00.002+03:002024-02-29T10:08:26.722+03:00ARE YOU BROKEN?<p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Kargaların, bahçede dolaşan hamile kedinin, regl periyodunun ve şimdi aklıma gelmeyen herşeyin bir ritmi var. Biz anlasak da anlayamasak da. Bozuldu sandığımız "şeyler" de bu ritme dahil. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">T.P. geçen gün ses mesajı bırakmış, "Türkçe söylediğimizde o kadar karşılık bulmuyor sanki ama kendimle ilgili çoğu zaman I am broken demek geliyor içimden" demiş.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Kim değil ki? Hepimizde var bi imalat hatası ama kadim bilgiye göre öyle değil aslında.... Ev ödevini çok almış bazılarımız. Hani o okul çıkışı içinde kırış buruş bir defterden gayrı bişi olmayan çantasını sürükleyen, yakası kopuk ter içindeki veletler var ya, işte onlar yapabilecekleri kadar ödev almışlar ama biz illa öğretmene kendimizi sevdireceğiz diye verilen ödevin üzerine iki araştırma, bir de kompoziyon istemişiz.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Sonra o çanta var ya, hani şu sırtımızdaki olmuş mu sana gülle! </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Velhasıl ağlamanın inlemenin bir faydası yok. O çantaya sokuşturduğumuz tüm defter kitabı ortaya döküp çalışmaktan gayrı yapacak birşey görünmüyor. Olduğu kadar artık.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Fakat kolumun üzeri o kadar ağrıyor ki, dirseğime ve bazen elime kadar vuran ağrı uykumun içine ediyor. Ağrıyla sağdan sola dönmek nedir yahu!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Neyse, bugün yeni bir sabah. Kahvemi bitirip, uzun bir yürüyüşle dayıma gideceğim. Ona birkaç saat eşlik ettikten sonra da Agi'ye hoşçakal demeye mahalleye inerim. Oradan eve nasıl dönerim kısmını düşünmedim ama tren var, sanırım halledebilirim.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Herkese çok güzel birgün olsun:)</span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-41023304675486894792024-02-28T13:18:00.002+03:002024-02-28T13:18:26.833+03:00KANSER DÖRDÜNCÜ EVREYLE YÜZLEŞMEK<p><br /></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Annem ve babam evlendiklerinde hatta nişanlı oldukları dönemden itibaren babam, anneme her fırsatta "lütfen ailemle mesafeni koru" dermiş. Annem bu uyarıyı dikkate almış mı derseniz, almamış tabii ve böylece kardeşimle birlikte ortasında kaldığımız yıldız savaşları başlamış. Tam olarak bu sebepten babaannemin ölümüyle birlikte benim için babamın ailesine açılan karadelik sonsuza dek kapandı. Kesinlikle kin ve öfkeyle değilse de hiç anlayamayarak ve biraz buruk hissederek bıraktım onları. Özlüyor muyum? Hayır. Babaannemin söylediği gibi benim sevgim babamaydı. O kadar. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Halam kanser olmuş mesela, arayıp geçmiş olsun demedim. Oh olsun da demedim tabii fakat arasaydım kendime büyük haksızlık olacaktı. Dokuz yaşında babasız kalmış çocuk Elvan'ı bir kez daha ağlatamazdım. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Son birkaç senedir de annemin ailesi gözüme batıyor. Aralarındaki ilişki biçiminden hiç hoşlanmıyorum. Kelimenin tam anlamıyla, ama bilinçli ama bilinçsiz "olmasın ama ölmesin" tadında yaşıyorlar. Bu nasıl bir sevmek derseniz, inanın hiç anlayamıyorum. İnsan sevdiğinin başı arşa değsin, kanatlansın, yücelsin, yükselsin, sevinçle, sağlıkla dolsun istemez mi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Babam gittikten sonra sevginin sadaka gibi gıdım gıdım verildiği, akşam olunca buzdolabına kaldırılan bir çocuk olarak büyütüldüm. Buzdolabı kısmı bana o kadar pahalıya patladı ki, bir süre sonra her sabah bedenim çözülse de kalbim ısınamamaya başladı. Bunun adı duygu donmasıymış, yıllar sonra kendime dair hasar raporu çıkartırken öğrendim. Çok yalnız bir çocuktum. Bu yüzden beni sımsıkı yakalayan erken vazgeçilmişliğimden uzak durabilmek uğruna durmadan ama sahiden hiç mi hiç mola vermeden okuyor okuyordum. Konu o kadar manasız yerlere gitmişti ki on altı yaşıma geldiğimde meydanda klasiklerden okunmadık bişi kalmamıştı. Ha, ne idi anladığım derseniz, vaktine uyanı kadar derim. Sonraki yıllarda delice sosyalleştim. Ama öyle öyle değil, yatağa baygın gidecek kadar!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bütün olan bitenden kimseyi sorumlu tutuyor değilim. Bir noktada profesyonel yardım almayı seçebilirdim fakat Jung çoktan ölmüştü ve ona duyduğum saygının yüzde birini yakaladığım bir profesyonel çıkmadı karşıma. Eğer terapimi kendim yöneteceksem ne b.k yemeye zaman ve para harcayacaktım? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Velhasıl dışarıdan bakınca pek açık etmesem de - öyle sanıyorum ama gerçeği bilemem tabii- ruhum topal kaldı benim. Topal Sadi'nin Topal kızı Elvan. Bu benim buzdolabında donan parçamdı; aksayan bir bacak ardında aksayan bir kalp bırakmıştı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Konuyu çok dağıtmadan kanser anlatmak istiyorum. Babam kanserden öldü. Dedem ve amcam da. Diğer amcam sirozdan gitti. Halam da kanserden kalacak mı gidecek mi belli değil. Şimdilik yaşıyormuş.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Annemin olması ölmesin felsefesi güden ailesine gelince, onların da kaderi ötekilerden pek farklı olmadı. Hani coğrafya kaderdir, içine doğduğun ev kaderindir falan filan lafları var ya, o kadar a yersiz değil sanki. Nasıl bir duygu durumu kronikleşirse bedenimizde zihin, ruh ve beden ona göre bir harmoni tutturuyorlar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bizim aile ağacımızda kanser baş tacı olmakla birlikte kalp damar hastalıklarıyla ve sirozla süslediğimiz efsane bir tablomuz vardır. Elbette kader değil, isteyen istediği noktada çıkar diyorsunuz değil mi? Ama unutuyorsunuz, insan çok korkar, insanın ödü patlar bilinmeyenden. İnsana hele de bizim ki gibi geleneksel toplumlarda kendini seçmek öğretilmemiştir. İçini duymak değildir ki düsturumuz, dışarıdan aldığımız alkış belirler değerimizi.... Zordur yani kendini, mutluluğunu, neşeni, sağlığını seçmek. Mümkün ve zor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Şimdi en küçük dayım kanser ve iyileşmeyecek. Bana bu yazıyı yazdıran da tam olarak bu, çünkü dayımın ölmesini istemezdim. Şöyle düşündüm, başka birilerinin de dayısı veya sevdiği, kıymet verdiği birileri ölüme yaklaşmış olabilir. Etrafında da tıpkı benim ailemde olduğu gibi merhametli ama akılsız insanlar kümesi olabilir. İstedim ki o hiç tanışmadığım kederli ve çaresiz hisseden insan yalnız olmadığını, yaşamın bu noktasında benim de aynı eşikte başımı ellerimin arasına almış öylece oturduğumu bilsin.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">O halde ben kendi durumumu anlatmaya en baştan başlamak istiyorum. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Teşhis konduğundan beri ne dayım, ne de birinci çemberdeki bizler kesinlikle doğru düzgün bilgilendirilmiyoruz. Daha da fenası defalarca tanıklık etmiş olmamıza rağmen rağmen kanserle tanışan birinin ister iyileşsin, ister ölecek olsun bir daha ona iyi gelmeyen ezbere dönmemesi gerektiğini, yeni rutinler yaratmasının zorunluluğunu idrak etmekte güçlük çekiyoruz. Artık grip değil bedende olan, birkaç seviye üstü, hatta en üstü bile denebilir.... Bedenin diyor* ki, ufak mesajları görmedin, peki, al, bak sana bilboard yaptırdım!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Hastalığı misafir edenin ve onu sevenlerin ilk anlaması gereken şey: bu güne kadar yaptığın, ettiğin, pişirdiğin, yedirdiğin, söylediğin hiçbir şey sana iyi gelmedi. Hepsini devşir, yeniden yapılandır!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Aslında dayım bunu başaracak gibiydi. Bir yıl olarak biçilen ömrü ona inatla bu kelimelerle söylenmemiş olsa da kemoterapinin sadece zaman kazandıracağı ve acılı olacağı iletilmiş, O da bunu istemediğini söylemişti. Çünkü kısa süre önce kemoterapi alan ve perperişan ölen bir yakını olmuştu. O süreci kendi yaşamında tercih etmiyordu. Hem kesin kurtuluş vaadi de yoktu. Sıfır teminat ve bol acı. Aklı başında kim ister ki?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ne güzel taze meyve sularıyla başlamıştık. Pazara bile çıktık birlikte. Ona kemiklere iyi gelen tozlar, organik zımbırtılar aldım. Hoşuna gitti. Hayaller kuruyor, neşeleniyorduk. Ta ki kuzenim, oğlu bankadaki parası hakkında konuşana kadar... İlk kalp kırıklığını, ölümün soğuk ve cesaret kırıcı soluğunu o parayı öncelikleyen cümlelerle hissetti dayım. Kuzenim salaktır ama bu densiz hali suçu değil. Paraya tapmayı dayımdan öğrendi. Çünkü sosyal olarak kendinden düşük, ekonomik olarak güçlü bir aileye damat giden dayım her zaman parayı güç olarak görmek zorunda bırakılınca, buna boyun eğmiş ve öyle yaşamıştı. Kuzen de evinde bunu öğrendi. Mantık ve merhameti aynı süzgeçten geçiremiyor oluşu ise tamamen yaradanın takdiri. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Adadaki tatilde çok yükseldi dayım. Güneş ona iyi geldi. Ama şekerle mesafesini koruyamadı. Sigarada da zorlandı. Ve etrafındaki akılsız ordusu onu mutlu ederken mutfağı bildik usul sürdürmekte ısrar edip, konfor alanlarını değiştirmediler. Dayım da bunu tek başına yapabileceği bir kültürde büyümemişti. Bir yandan ısırgan kaynatıp, maydanoz suyu sıkarken, ötede bal böreklerle olamazdı... Olamadı. Bilmiyorlardı ve öğrenmek de istemiyorlardı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Üstüne kuzenden ikinci darbe gecikmedi. Ne gerek vardı Maçka'daki toprağı almaya? İyileşsindi dayım sonra! Sonra? İşte burası zurnanın zırt dediği yer oldu. Artık kontrol dayımdan çıkmıştı. Manipülatif gerzek ( çok özür dilerim kuzenim minnetsiz ve aşırı cahil tutumu karşısında hırsımı alamıyorum ) bu noktada kocaman bir gedik açtı dayımın yaşama tutunma inancında. Demek o ev asla yapılamayacak ve dayım toprağa yaklaştığı huzurlu yaşama gecemeyecekti... Oysa nasıl hevesliydi. Odaları döşüyor, semaverler alıyorduk hayallerde. OLurdu veya olmazdı, mesele bu değildi ki, önemli olan umut vermekti.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Artık inişe start verilmişti. Lezyonlar hızla arttı. Kas kabiliyeti mızmızlık etmeye başladı. Ve olmasın, ölmesin ordusu inatla uyanmak istemedi! Biri konduramadı, öbürü hassastı dayanamadı. Bir diğeri aylarca aklına gelmeyen paça çorbaları kaynatmaya başladı... Niyet kötü müydü? Elbette hayır. Ama gerçeklikten uzaktı. Burası helalleşme, dayıma huzur verme yeriydi... Dayıma kemik suyu değil, zemzem vakti gelmişti. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Zemzem, kenevir ve morfin....</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ama ne yaptılar? Sertifikasız bir para düşkününden rezil bir diyetle ( onkolog olmayan salak bir karıdan ) kalan kasları yok edip, üstüne kımıldatamadığı koluna iyi geleceğini ve yan etkisi olmadığını söyleyerek ışın tedavisine eyvallah dedirttiler. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Çöktü dayım. Bir haftada eridi, kaçırdı ucunu yaşam ipinin....</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Yok yahu bu kadar olmaz mı diyorsunuz? Ben yaşıyorum bunları. Bir insanın ruhuna asit döküp, bedenini acıya boğan cehaletin, profesyonelce süreç yönetememenin, ölüme layığıyla hazırlık yapamayanların tanığı benim! Birşey yapamıyorum..... Sadece yanında durup bir bebeği severcesine usul usul, acıyla ve merhametle değil, sevgiyle sıvazlıyorum sırtını ve karnını dayımın. Ötelerdeki evine giderken korkmasın istiyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Yaratıcının merhametli olması, geçişini kolaylaştırması için en içten yakarışımı sunuyorum. Burası, yani yemek, nefes almak ve sıçmakta teklenen yer, uyku kalitesinin düştüğü, küçük öksürüklerin başladığı, sesin kısıldığı, kafanın hafiften dumanlandığı nokta cenazeyi planlama yeri. Hangi camii? Öncesinde bir havalı yatak kiralanmalı mı? Pilav tavuk?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ben istemez miyim bir mucize! Ama nasıl bir bebek için hazırlanıyoruz, nasıl ev temizlenip, anneye ve bebeğe bavullar, odalar kuruyoruz, işte şimdi dayıma yapılmalı bunlar. En güzel çarşaflar serilmeli yatağa, en iyi tabaklara konulmalı yiyecekler. Bolca dokunulmalı incitmeden. Çünkü yaşam onun bedeninden çekiliyor ve bizden ona ulaşacak şefkate, sevgiye çok ihtiyacı var. O seviliyor olma hali geçişini kolaylaştırmak için tek umudumuz. İçtenlikli sevgi...</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Babamın ölmeden birkaç hafta önce bir Pazar günü, artık o masaya yanımıza gelemediğinde, evdeki en büyük gümüş tepsiye Pazar kahvaltısı hazırlayıp annem ve kardeşimle yatağına gitmiştik. Bu bizim ailece son pazar kahvaltımız oldu. Babam tek lokma yiyememişti. Sonrasında zaten yaşamdan hızla uzaklaşmaya başlamıştı. Ama annem denemişti. O denemeden bize tatlı ve hüzünlü bir kare kaldı. Ama kaldı. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Sonsuzluktan geçen ailemize ait bir kahvaltı tepsisi.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Dördüncü evre kanser son aşamada bağırsak ve mide işlevinde zorlanmaya başlar. O hapur küpür yemeler, rahatça s.çmalar bitmiştir. En sevdiği şeyleri bile hazımda zorlanır beden. Artık yine bebeklik başlamıştır, lezzetli hafif şeylerden azıcık yiyebilme ve içinde tuttuğunda "oh şükür" deme vakti.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bugün evdeyim. İki günden sonra dayımın yanına gitmeden evde kalmaya karar verdim. "Elvan ne zaman dönecek" diyor ama ona faydam olması için önce kendime dönmeliyim. Bugüne ihtiyacım var.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Evdeyim ama aslında balinanın karnında, dayımın yanında oturuyorum. Tıpkı iki gündür odasında yaptığım gibi.... Dilimde yasin, dilimde af, kalbimde sevgiyle balinanın bizi kusacağı anı bekliyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Kanser dördüncü evre hastayı er veya geç öte aleme, onu sevenleri de en yakın sahile kusar. O yüzden herkes bilsin istediğim, herkes olanı olduğu gibi görsün!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Dayımın cenazesi muhtemelen benimle anne ailemin galaksisi arasında dev bir ışık yılı yaratacak. Sonrasını bilmiyorum, tek bildiğim bu yaşadıklarımın ormanda olduğum yıla denk gelmesi tesadüf olamaz. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Dayım ne diyor biliyor musunuz?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">"Yazık ettim kendime" diyor. "Boşver ötekileri" diyor... </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bugün dayım ve ben Yunus Peygamber'in yanındayız öyle mi? Bak sen! Demek üçümüz de balinanın karnındayız.... Yunus, dayım ve ben adeta bir koroyuz: "Tanrım sen teksin, sınırsız kudrettesin. Ve ben şüphesiz kendine yazık edenlerdenim. Affet!"</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">* ayrıntılı beden sohbetleri için Bedende Kayıt Tutar ve Vücudunuz Hayır Diyorsa okunabilir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-15493615552540316292024-02-26T10:45:00.001+03:002024-02-26T10:45:05.477+03:00CEVAPSIZ SORULAR*<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Günaydın,</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Yorgun hissediyorum kendimi. Yaşamak hayatın ortasında ve ideal kilosunun üzerinde olan benim için çok yorucu. Neresinden bakarsan bak çay gibiyim; demlenmesin diye beklersin, demi yerine gelince keyifle içersin ve sonra acılanmaya başlayacağı ana doğru lezzeti kaçmaya başlar. Bulunduğum yer deminin son iki fincanı sanki. O hiç arzulanmayan acılanma az ötemde, sadece iki fincan sonra önüne gelecek.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Uzun yıllardır görüştüğüm kız arkadaşlarımın hepsi artık elli yaş üzeri oldular, olduk. Hiçbirimiz kötü görünmüyoruz, çok şükür sağlığımız da iyi ama bundan böyle genç değiliz. İki yaşında bir canlının nasıl etrafını tanımak için bitip tükenmeyen soruları varsa ve emin olmak adına durmaksızın aynı soruları tekrarlayarak anasını babasını tüketiyorsa şimdi bizler de tıpkı o çocuklar gibi çokça soru sormaya başladık. Neden mi? Anlamlı bir bitiş arzu ediyoruz da ondan. Nitelikli, hakkı verilmiş, az buçuk bişiler anlaşılmış bir son. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Mal gibi geldiler, mal gibi gittiler demesinler ardımızdan.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Cevapsız sorular kıymetlidir. Haftanın taşı bu olsun mu? Ben kuyuya atayım bakalım çıkarabilen olur mu?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p><br /></p><p><br /></p><p>*KOAN</p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-87166856005210652622024-02-24T12:59:00.003+03:002024-02-24T12:59:57.366+03:00BERAT EDEBİLİR MİSİN KENDİNDEN?<p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"> </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><b>A)</b>Kendimi alsam dağlara götürsem ve orada bırakıp dönsem? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><b>B)</b>Kendimi alsam dağlara götürsem, temiz hava aldırıp geri getirsem?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><b>C)</b>Kendimi alsam dağlara götürsem, geri kalan herşeyden uzakta yeniden başlasam?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><b>D)</b>Kendimi olduğu yerde bıraksam, "ben" dağlara gitsem ve neler olacak diye akışa bıraksam?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Biliyorsunuz henüz ormandan çıkmadım. Hala kendi iç sularımda kulaç atmakta ve bolca su yutmaktayım. O acı içinde kıvranarak hayal ettiğim balinanın beni yuttuğu sahne ne hikmetse gerçekleşmedi. Fakat benden sonra aynı denizde çok sayıda parçalanmış ceset bulunmuş. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Seksenlerin sonunda Narayama Türküsü adında bir film izlemiştim. Yaşamın sonuna ilginç bir bakıştı. O filmdeki kabulleniş aklıma ve kalbime zor gelmişti. Yaşamın başlangıcı ve sonu vardı. Hepsi bu. Arada neler olduğuna pek takılan yoktu sanki o kısım sonsuzdu. Velhasıl insan daima sonuç odaklı. Nedenini, niçinini bilmiyorum ama sürecin keyfine varmak belli ki doğamızda yok. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Yalan yok, ömrüm boyunca ben de böyle yaşadım. Fakat bir noktada uyandım. Ağzımdaki lokmayı uzun uzun çiğnemeyi, banyoda kendimi çitilemeden nazikçe yıkanmayı kısacası anda kalmanın hazzını nihayet anladım. Bu işlerin virtüözüyüm zannedilmesin, ufak ufak da olsa icracısıyım denilebilir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ormana gelince, burası zamanın akmadığı değil, kendi zamanıma hükmettiğim yer. Benden çalınan esas ritmi anımsamak niyetiyle, ne kendimden, ne de diğerlerinden kaçmadığım ama onlara uyum sağlamak adına yavaşlamadığım veya hızlanmadığım bir yer. Kesintisiz huzurdan veya gündelik işlere boşvermişlikten bahsetmiyorum. Aksine, en basit olana hakkını verme gayretini anlatıyorum. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Anlamı yitirdiğim noktaya döndüğüm yerin adı orman. Yatakta gözünü açtığın an, kahveden ilk yudumu yuvarladığın, sabah serinine müteşekkir kaldığın an var ya, işte orası orman. Acıkınca canının istediğini yediğin yer. Uykun gelince yatağa yuvarlandığın ve kedini severken gerçek anlamda ona kıymet verdiğin yer de ormanç</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Orman sahici ve değerli olan, asıl doğan, sana sorulmadan ufak ufak yaşamından tırtıklanıp, yerine ezberler sokulan hayattan firar edip, perdeyi yaktığın yer.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Çok sıkıldım insanların bana dair ezberlerinden. Göklere çıkartmalarından ve paspas etmelerinden. Bütün bunlardan etkilenmediğim yere orman. Kendime değer biçmediğim, bana değer biçilmesine alan açmadığım yer. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">En başa, hücrenin, zihnin, ruhun en temiz haline dönüp yeniden başlamak isteğim var. Eğer o en saf olanı bulabilirsem, bu defa kurda, kuşa, hele insana yenilmeden yolumda yürürüm gibi geliyor. Sahi yapabilir miyim? Yaparım, ormana girmeyi başardıysam, neden olmasın?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Sadece bazen kafam karışıyor, ormandaki bu "ben" sahici "ben " mi? İşte oralarda bi dağılıyorum. Esas olandan uzaklaşmak çok acı verici. Hayatı boyunca hiç yeni sağılmış süt içmemiş çocuğa mis gibi sütü uzattığınızda istemez. Pastörize edilmişten o kadar farklı ve yoğundur ki taze süt, bunun en şahanesi olduğuna çocuğu ikna etmek zordur. Sanırım tam olarak böyle hissediyorum, kendimi gerçek olana, kendime odaklanmaya ikna etmeye, kendimle devinmeye çağırmaya çabalıyorum. Çabam yorucu, çabam kıymetli, ruhum kah yolda kah saklanmalarda. Ama ormandayım. Bütün bu satırlar ormanın derinliklerinden, benden, bizden, bana.</span></p><p><br /></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-59906421156780367942024-02-20T14:13:00.001+03:002024-02-20T14:13:49.145+03:00DAYIM VALİZİNİ TOPLUYOR<p style="text-align: justify;"> </p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Babam ölürken çok küçüktüm. Artık babamdan bahsedebildiğime seviniyorum çünkü eskiden onun hakkında hiç konuşamaz, hatta yazamazdım. Hele hastalığının son günleri, düşünmek bile ciğerimi parçalardı. Ama artık büyüdüm. Beni terk etmediğini biliyorum. Özlemek derseniz, bilemedim. Babamı elbette özlüyorum ama hatıralarımız o kadar uzaklaştı ki, galiba yokluğundan eksikleniyorum demek daha doğru. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Şimdilerde dayım hasta. Dikkatim, duam ve bugüne kadar biriktirdiğim varım yoğum onda. Zor bir süreç ve an be an yaşayanların arasından eksilişini izlemek hiç kolay değil. Ölüm bin kez bile kapımızı çalmış olsa, her gelişinde başka bir surette.. O yüzden her gidiş, beni ilk terk edilişime savuruyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Dayım toparlanıyor, ben dağılıyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-46788822175786750252024-02-16T13:14:00.003+03:002024-02-16T13:24:10.279+03:00IT'S A SIN, PET SHOP BOYS'DAN GELSİN!<p><br /></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Bugün üçüncü gün ölümü beklemeden, hemen, şimdi ve burada kendime hesap veriyorum. Nasıl mı? Şöyle; blogdaki yazılarımı tek tek okuyor ve tasnif ediyorum. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Yazarken hep görülmek, bilinmek, anlaşılmak istedim. Neden kuytu köşede yazdım? Çünkü bir o kadar da görünmez olmak istedim. Tüm bu karmaşada yıllar geçti gitti. Ben durmuşum, yürümüşüm, üzülmüş veya incinmişim hiç s.klemedi hayat. Ne bana şeker verdi, ne de sopayla kovaladı. O bildiği gibi devam etti akmaya. Ona katılamayan bendim. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Elindeki çalı parçasıyla olmayan orkestrasında harmoni arayan şef!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Anneme de bu yüzden gıcıktım. Yaşayamadığı, yaşamaya teşvik edemediği için. Neyse konumuz annem değil, Burçak. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Burçak dün gece evinde beyin kanaması geçirmiş. Osman aradı az evvel. Neden dedim, onu üzecek birşey mi olmuş? Olmamış. Vaktiyle yeteri kadar üzüldüğünden, ektsra bişi gerekmemiş. Televizyon izlerken birden bire iyi hissetmemiş ve hoop hastane.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Şimdilik durumu stabil. Dilerim iyi olacak. Çünkü mahallemizden birini, üstelik bu kadar erken yaşta kaybetmek istemem.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Bütün bunların It's a Sin ile ne alakası var diyorsun öyle mi? Olmaz mı? Biz mahallece günahkarız. Hiçbirimiz bize dayatılan yolu yürümedik. Kabul görmüş başarı kriterleri mi? Boşversene luzırlığın ansiklopedisini yazarız biz. Hepimiz bir cilt yazsak al sana mis gibi külliyat!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Komik mi? Eh, nereden yaklaştığına göre değişir. Ama bakma sen, aramızdan ünlüler de çıktı. O kadar da leş değildir bizim oralar:) Sadece günahkarız ve s.kimizde diil. Kime ne g.tlük etmişiz? Hiç. Sadece zor evlerden geliyorduk ve kıçı başı toparlamakta, bildik sahalarda top sürmekte zorlandık. Evet, ota, şuna buna düşenler de oldu aramızdan ama "masumların" cephesi hep çok daha iki yüzlüydü. O yüzden bi nefes çekmemiş olmakla beraber, ot mu, ottan hallice b.tan bir hayat mı dersen yerim belli çok şükür.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">İşte şimdi geçmiş aynanın karşısına "ayna ayna söyle bana şu yaşadıklarım ne yana?" diyorum. Benim aynam kelimelerim. O yüzden yazmak bir günahsa, cehennemde yanarım inşaaallahhh!!!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Burçak iyi olacak.</span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-41885972459544703022024-02-15T18:33:00.005+03:002024-02-15T18:33:49.244+03:00KOY KOY KOY<p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bütün gün çalıştım. Yazdım, okudum, yoruldum. Yaşadım. Yaşayamadım gibi oldu. Yemek yaptım. Yedim. Sonra T.P. bu şarkıyı gönderdi. Annesi çok severmiş... Benim de babam severdi. Kadınım. Eee ne oldu? Gittiler. Herkes gider. Daha önce de söylemiştim kalan hayattır. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">S..kerler böyle Dünya'yı diyeceğim de edebi değil :) </span><span style="font-size: x-large;">Ne zormuş ayık kafayla insan olmak vre .... Hele bizim yaşlarda, di mi T.'cım?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Neyse Tanju Okan'dan çalıyorum, Koy Koy Koy...</span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-12560422616323379352024-02-14T11:51:00.002+03:002024-02-14T11:59:08.596+03:00C'EST LA VIE*<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYsjU5glYwy3OsAeDzGwDIzSPeGNlmkhe0EimdETV0flOymmUnfdM0JRQY0zWy5hcfvVAwe27_myOIeuMLmeXiZHFqevKrbhuiAzkqDgWNRcfMcMdR7CUIaSJIQQDgjG6w6l7G7DqBTfP3aW0aKW4YeeLYBhfojhjZt3n9eEtGEDn6PFObFr0gcqC-P_jW/s1191/zafer.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="673" data-original-width="1191" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYsjU5glYwy3OsAeDzGwDIzSPeGNlmkhe0EimdETV0flOymmUnfdM0JRQY0zWy5hcfvVAwe27_myOIeuMLmeXiZHFqevKrbhuiAzkqDgWNRcfMcMdR7CUIaSJIQQDgjG6w6l7G7DqBTfP3aW0aKW4YeeLYBhfojhjZt3n9eEtGEDn6PFObFr0gcqC-P_jW/s320/zafer.png" width="320" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><span style="font-size: x-large;">Günaydın,</span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Zor bir sene olacağı aylar öncesinden müjdelenmiş, barikat kurun, zırh giyin, yiyecek stoklayın gibi tatlı sözlerle gelmekte olana hazır edilmiştik. Biz ne yaptık? Pompei son günlerinde ne yaptıysa onu; donumuzda sallamadık. Sallamadık derken benim yıllardır tekbaşıma salladığım don o kadar yıpranmıştı ki, sonunda ben de pes ettim. Gittim yüzdüm.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bu ülkeden bi cacık olmaz. Bakınız tarihe, ne zaman hayırlı uğurlu bir grup adam gelse meydana, sayelerinde umutlanmış azıcık gün yüzü görmüşüz ama ardı hep daha koyu karanlık olmuş. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bu ülkenin insanında Batı Kompleksi diye bişi var, yönetim kadrolarında medeni insan görünce eğer o medeni insan bu topraklardan biriyse tez zamanda aşağılık kompleksine kapılıyorlar. Onu önce hayranlıkla dinleyip, hemen ardından kendini eziklemeye başlayıp, o beş dakika önce hayran olduğu adamı, adamları yok etmek istiyorlar. Bu hep böyle oldu, olmaya da devam edecek. Kanıt mı? Çok eskilere gitmeye gerek yok, 12 Mart'a kadar bi uzanın, arkasından gelen yıllar boyunca kimlere neler edilmiş cennet vatanımızda hafızanızı tazeleyin.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ben haber izlemediğim ve evimde yıllardır televizyon olmadığı halde sadece sosyal medyada akan haberlerle perişanım. Konu tam olarak bu zaten, haberleri izleyerek akşam yemeği yiyen, yiyebilen insanların evlatlarıyız biz. Körfez Savaşını, Bosna'da olanları böyle izlemedi mi insanlar? Kızına gecelik yerine pijama giydiren, çocuklarını babalarından koruyan annelerin evlatlarıyız. Babalar öcü, kadınlar melek. </span><span style="font-size: x-large;">Yok öyle yağma. Cinsiyetçi iyilik kötülük paylaşımına ifrit oluyorum. Belki o evde anne sapkın? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Kendimi uzun yıllardır defans oyuncusu gibi hissediyorum. Omuzlar gergin, kaşlar çatık. Kalp kafeste, zihin hep uyanık! Bu ne ya? Böyle yaşanır mı? Düşman belli değil ama hep savunmada....</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Akıl hastasından halliceyiz. Dogmatik zihin yapısı bu ülkenin makus talihi değilse nedir?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Kocası ölmekte olan yengemin Dünya'nın içinde bulunduğu durumu, tüm kötülükleri Yahudilere bağlamasına güleyim mi, yoksa ağlayayım mı? Ne kolay değil mi kötülüğe bir isim verip, hedefi belirlemek! Konfor alanı dediğin böyle yaratılır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Benim hiç umudum kalmadı. Saklanacak, sığınacak yer falan da yok. Burası Pompei İstanbul Şubesi, faciadan 1945 yıl sonra yine aynı yerdeyiz. Bu defa iki günde değil, uzun zamana yayılmış telef işlemi... İster Lut Kavmi de adına, ister Pompei Ahalisi onlar bizim kader birliği ettiğimiz ölüler. Aynı yolun yolcusuyuz, tek fark bizi bir felaket değil, felaketler silsilesi silip süpürecek.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Merhametsiz, şiddet yanlısı insanımsılara dönersek, onları kadınlar yetiştiriyor.... O pislik yapıyı besleyen oğlunun cinsel organını avuçlayarak seven, ona paşam, ağam diyen, vakti gelince aynı geleneğe yatkın bir diğer kadına devir teslim yapan kadınlar. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bu toplumda sapkınlık kadınla başlayıp, erkekle taçlanıyor. Şiddet ve öfkeyi hazla karıştıran bir zihin nasıl berraklaşır, oradan hayır uğur çıkar mı derseniz çıkmaz. Çıkamaz. Dinginlik sağlanmayan yerde sevgiden söz edemezsiniz. Bunlar iyi günlerimiz. Söylemiştim, anlatmaya çalışmıştım, kısmet değilmiş.... Tarih bizi bir grup ahmak olarak yazacak....</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Selavi dostum!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">* Biz Fransızca bilmeyenler Selavi diye yazarız ama okuyucuya saygımdan baktım google amcaya, böyle yazılıyormuş. </span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-80061776682117703122024-02-12T18:37:00.004+03:002024-02-12T18:37:34.803+03:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4YvZfdT40SR266QawtFaxiEnuluX0DWvJDMIEGN10MO7fXDR0CfO1nKycf9zK9HB9g3PAfcBG90PjvLqZqXNo4v_7GlyRxN9er_dutaGBiHGokmb3XIULPjPfHGWzDOLCczBCgt3lPQXvmfJMIDPdT3N2kOWAcpLOcx_ob4Pj-LcQfyRah4KlI7yK6IhO/s3120/IMG20230928185044.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3120" data-original-width="3120" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4YvZfdT40SR266QawtFaxiEnuluX0DWvJDMIEGN10MO7fXDR0CfO1nKycf9zK9HB9g3PAfcBG90PjvLqZqXNo4v_7GlyRxN9er_dutaGBiHGokmb3XIULPjPfHGWzDOLCczBCgt3lPQXvmfJMIDPdT3N2kOWAcpLOcx_ob4Pj-LcQfyRah4KlI7yK6IhO/s320/IMG20230928185044.jpg" width="320" /></a></div><br /><p style="text-align: justify;"><br /></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-48122092486878010142024-02-10T12:21:00.000+03:002024-02-10T12:21:05.520+03:00BIG BLUE*<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Hepimiz mutluluğu aradığımızı söyleriz - ki yalandır, aslında sadece bekleriz-, sonra akşam eve gidip kederli filmler izleriz. Neden? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">İnsan acıdan beslenir, ondan. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Fakat acı ve çaresizlik aynı şey değildir; acıdan çıkma olasılığımız vardır; er ya da geç sona ereceğini, erdirebileceğimizi biliriz. Çaresizlik öyle değildir... Sınırlarımızı aşar, bizi kilitler ve anahtarı suya atar!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Çarşamba günü salonda otururken evimin tavana kadar deniz suyuyla dolduğunu hayal ettim. Çırpınmıyor, nefessizlikten korkmuyor, konuşmuyor ve gülmüyordum. Hızlıca yüzeye çıkmak gibi bir derdim, </span><span style="font-size: x-large;">çırpınışım olmadığı gibi kılımı kımıldatmıyordum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Çünkü bu suları iyi biliyordum. İlk defa geldiğim bir yer değildi, defalarca dönüp dolaşıp yakalandığım duygudaydım. Çaresizdim. Buraların matematiğini bilmek beni daha güçlü yapmıyordu. Kımıldamıyordum çünkü satıh yoktu. Kımıldamama gerek yoktu çünkü yüzeye ulaşsam bile nefes alamayacaktım.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ölüm yine gelmiş, sevdiğimin arkasından dolanıp, ellerini omuzlarına yerleştirip</span><span style="font-size: x-large;">, gözlerini gözlerime dikmişti. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><i>Enzo ve Jacques havuzun dibindedirler. Bağdaş kurup, karşılıklı otururlar. İkisi de anın eşsizliğini bilerek birbirlerine bakarlar. O gün birlikte yüzeye çıksalarda kısa bir süre sonra Jacques gidecektir. Ait olduğu yere dönecektir. Peki Enzo? Enzo birkaç milyon hücresini havuzun dibindeki anda bırakır. *</i></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ölüm her defasında bizden bir lokma kopartır. Bazen bedeninimizden, kimi zaman zihnimizden ya da en fenası ruhumuzdan... Birgün ona verecek hiçbir şeyimiz kalmayınca da kalan kırıntıları süpürmeye gelir. Yaşlılar bu yüzden yavaşlar, çok parça kopmuştur onlardan, yaşam azalmış, ölüm çoğalmıştır varlıklarında.</span></p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-89500105578194731702024-02-04T09:41:00.003+03:002024-02-04T10:15:41.626+03:00SESSİZLİK<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">İyi Pazarlar,</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Henüz saat erken, sokaklara insanlar dökülmemiş. Sadece birkaç kedi var yemek aramaya çıkan. Ve ben bu saatleri çok seviyorum. Okumak, yazmak, evimi toparlamak ve hemen hemen herşey için güzel zamanlar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Dün sabah yenişemediğim çaresizlik hissimle öğleden sonra vedalaştım. Çocukluk arkadaşlarımdan biriyle buluşunca içim serinledi. Aynı mahallede büyüdüğüm insanla neredeyse beş saat kesintisiz eski zaman konuştuk. Galiba farklı sebeplerden ikimizin de ihtiyacı varmış. Büyüklerin davul dengi dengine dediği bu olsa gerek. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Biliyor musunuz bir şey anlattığınızda fazladan sorularla hikayenizi piç etmeden, anlayarak dinleyen kaç kişiye sahipseniz o kadar zenginsiniz. Kastettiğim entellektüel bişi değil. Tam tersi, yaşamakla alakalı. Jale Teyzeyle harım, pazar, lale, Bardakçı konuşmak mesela. Ya da dün Gözde'yle yaptığımız, mahalle sohbeti. Mazhar Osman, İlhan Koman, madam teyzeler ve daha nicesinden bahsedip gülümsemek. Günü Mabel'de likörlü çikolata yiyerek bitirmek. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Başka türlü iyi olamazdım. İçinde yaşadığım toplum beni tükürüyor. Açıkcası bende ona pek hayran sayılmam. Sayımız azalıyor....</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Bugün mü? Muhteşem Isparta elması buldum markette. Onlardan kurabiye, kek ve marmelat yapacağım:))) Çünkü üç kilo elmayı yiyerek bitiremem. Fakat en sevdiğim kış meyvası elmaymış, anladım.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Şimdi bi yatağımı toplayıp üzerimi değiştireyim, belki elma ile neler yapılabilir diye tarifler yazarım günün sonunda?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">İyi Pazarlar</span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-33130771585721415402024-02-03T11:38:00.002+03:002024-02-03T11:38:25.074+03:00IF YOU BE MY LIGHT<p> </p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Günaydın,</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Herşey ve herkes, tüm olaylar, her "an" ışıkmış... Göremeyen benmişim..</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Bir buçuk yıldır yaşadığım yeni mahallemde, buranın en berbat apartmanını seçmeyi nasıl başardım bilmiyorum. Bu evde yaşadığım aydınlanma, sadece salonu dolduran ışıktan ibaret değil. Gerçek anlamda insanın doğası, sınıf kompleksi ve daha nice nice kötülük varyasyonu hakkında ışıl ışıl oldum! Açıkcası öğrendiklerimi üst üste koyarsam değil kazıklanmak, az bile ödemişim bu eve.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Berbat insanlarla yaşıyorum. Tam göçebe kafası. Ortak yaşama dair hiç fikirleri olmadığı gibi, eğer b,r beyaz Türk söylerde kompleksten geberip katiyen öğrenmek istemiyorlar. Vahşi bir alan koruma içgüdüsü ile tutunuyorlar yaşama. Tıpkı hayvanlar gibi istedikleri yere s.çıp, istedikleri yere yerleşebilecekleri kanatindeler. Estetik kaygıları hiç yok. Temizlik dersen haftada bir defa çamaşır suyu kafasındalar. Aşağılamak için söylemiyorum çünkü o kadar eğitimsiz ve o kadar ülkede en irite olduğumuz profile dahiller ki, bence onlar zaten kendilerini epeyce aşağılık görüyorlar. Zaten bütün bu hırçınlık, işbirliksizlik bundan kaynaklanıyor. Kendiyle derdi olmasa bu b..kuyla kavga eden tavırlar ve iktidar kavgası neden ola? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Büyüğünden gördüğünü yapıyor, onun kadar ucuzlaşmayacağınızı çok iyi bildiği için en ucuzundan, en pespayesinden donanıyor silahını. Hemen hemen hepsinin başında bir bez parçası var. Onunla korunuyor kendince.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Ne kadar iletişim kurmaya çalışsam, uyumlu bir komşu gibi davransam da olmadı. Bunu ilk kez yaşamıyorum, benden daha düşük gelirli, daha eğitimsiz insanlara ne zaman tevazu göstersem, antipatik oldum. Çünkü konu ben değildim, onların içini kemiren, değersiz hissettiren her şeydi. Ben bu hislerin vücut bulmuş haliydim. Beyaz Türk. Okumuşundan bi de! Haspam!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Olan biten bu. Vicdansız, merhametsiz, düşük gelirli ve sözde dindar insanlarla yaşıyorum. iyi, tamam da ben bundan nasıl bir ders çıkartacağım? </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Bir evim var diye şükretmek mi? Ediyorum. Muhteşem bir sahilde yürüyebildiğim için ne kadar şanslı olduğumu hatırlamak mı? Hatırlıyorum. Er veya geç tıpkı benim Fenerbahçe'den buraya sürgüne geldiğim gibi onlar da buradan göçmek zorunda kalacaklar, biliyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Eskiden köylü hakkında kötü söz söyleyenlere aşırı tepkiliydim. Üzülürdüm. Çünkü benim hiç derdim olmadı köylüyle, aksine saygım oldu. Ben şehirliye öykünen kasabalıdan tiksinirim. Onun ucuz hesaplarından, görüntü olarak benzeşerek sınıf değiştirmeye çalışan ama kafasının içi örümcek kaplı yapısından...</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Genç, güzel ve başarılı olduğum yıllar ardımda kaldığım için mutluyum. Artık mutlaka yok edilmesi gereken bir hedef değilim. Yine de benden çok rahatsızlar. Bende onlardan. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Burada ışık olmalı bir yerlerde. Şu evde başıma gelenlerin bir anlamı olmalı. vahşi bir ormanda daha fazla ortak yaşam edebi olduğuna eminim... Oysa ben şehrin ortasında bir avuç ezilmişle can güvenliğim olmaksızın debeleniyorum. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Söylemiş miydim yavru kedilerin yemek kabına kül boşalttılar. yetmedi onları kimbilir nereye attılar. Olmadı eşyalarını depoymuş gibi apartmanın önüne, içine yığdılar. bahçe duvarları, giriş taşları kırık dökük ama hiç umurlarında değil... Varsa yoksa çamaşır suyu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Fakat dillerinde hem Allah, hep hak ve haksızlık kelimeleri. İçten içe öyle iyi biliyorlar ki dev yalanlar içinde yaşadıklarını. Ama birlik olurlarsa bu yalanı iyi koruyabileceklerini düşünüyorlar. Ömrü hayatımda hiç bu kadar ait olmadığım bir yerde yaşamamıştım. Londra'daki zenci mahallesi dahil!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-72297119949065963942024-02-02T11:49:00.006+03:002024-02-02T15:54:20.914+03:00MAT İYİDİR.<p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Günaydın,</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Güne mat üzerinde başladım. Hemen heyecanlanmayalım, mata çıktım dediysem üç beş esneme hareketiydi o kadar. O da bayıldığımdan değil, yüzerken uzayan kaslarımın formu değişmesin, yaz gelince sıfırdan başlamayalım diye. Sonuç: iyi geldi. Biraz kımıldayınca sadece omuzlarımın ve üst sırtımın gerginliğini, bacaklarımın kalınlığını değil, dişlerimi sıktığımı da fark ettim. Gözlem faydalıdır, zira gün içinde kendimizi sobelemeye yarar. Fark etmediğimiz şeye dair iyi kılma, yerine yenisini koyma arzusu duyamayız.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">İnsan bedeni anatomi severlerin anlattığı gibi sadece mekanik bir yapı değil; bedenin omurların arasında korunan ve tüm sisteme yayılan elektrik santralleri, kimyasalları ve daha kimbilir bugün modern tıbbın henüz isim veremediği neleri neleri var. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">İnsan, içinde kocaman bir okyanus salındığını, en az o okyanus kadar derin ve gizemli olduğunu bir bilse! Bilebilsek... </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bilenlenden, sezenlerden olsak....</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bedensel aktivite beni farklı bir kafaya sokuyor. Okuyarak ve yazarak elde edemediğim bambaşka eşiklere getiriyor. Oralara gelirken, genellikle beklentisiz oluyorum fakat nasıl bir süreçse her defasında görüyorum ki, müzik ve beden kımıltısı gerçekten işe yarıyor. Yani günde şu kadar namaz, bu kadar seks, spor, yürüyüş, dans neyse önerildiğinde ve uygulanıp, devamlılığı sağlandığında değişeceğiniz kesin. Elbette günde beş saat ölümüne antreman yapın demiyorum, o profesyonel sporcuların meselesi. Ya da sevişmek bilinç açıyor diye önümüze gelenle sevişmiyoruz. Bilmem anlatabildim mi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ay ne anlatıyorum ben sabah sabah. Mattaydım, hoşuma gitti. Nokta.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Uzun yıllar mata çıkmış biri olarak "bir metrekarelik" alanı şiddetle tavsiye ederim. Zira yaşamda ve ötede kullandığımız ahanda o kadardır. Bu yüzden sahicilik özlemi dayanılmaz olduğunda veya dayatılanların sahteliği taşınmaz hale gelmeden az evvel, sırf dengelemek için bile olsa mata çıkılmalı. Ya da seccadeye kapanmalı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Dışarıda güzel bir hava var. Mutlaka yürüyeceğim. Artık güneşi seviyorum, hatta özlüyorum. Dilerim içinden geçmekte olduğumuz iyice daralmış hayatlarımızda ne yapar eder kendinize bir metrekarelik alanlar yaratırsınız. Elli senelik yaşayamamışlık deneyimimden yola çıkarak o bir metrekarenin peşine düşmenizi, onun farklı yerlerde, değişik formlarda her an önünüze çıkabileceğini anlamanızı dilerim. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Görmek niyetiyle bakarsanız, size görünür olur. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Namaste</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-35195639320480046172024-01-30T10:41:00.004+03:002024-01-30T15:15:02.745+03:00NASIL BİR SON?<p> </p><p><span style="font-size: large;">Günaydın:)</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Güneşe rağmen depresif hissettiğim artı üç derece sabahtan sevgiler. Az sonra Ela'nın davet ettiği siyaset bilimi dersine katılcağım. Konumuz Rusya'nın dağılışı ve sonrasına dair olan biten. Ders öncesi tavsiye edilen okuma ne güzeldir ki eski arkadaşım Sabri Gürses'in çevirisi. Kitap 2015 yılında Nobel Edebiyat ödülü almış. Gerçi bu ödüller asla kriter değil benim için ama aranızda böyle şeylere değer veren varsa diye not düşmek istedim. Adı İkinci El Zaman. Çeviri nefis, gayet akıcı. Üstelik hiç fikrim olmayan bir konu. Henüz bitiremedim ama bugünkü dersi sabırsızlıkla bekliyordum. Zihnimin farklı sularda gezmeye ihtiyacı var.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ders çıkışı neler olmuş anlatırım size. Şimdi yavaş yavaş saçımı başımı toparlamam ve kahve yapmam lazım. Saç demişken, epeyce zamandan sonra tekrar uzatmaya karar verdiğim saçlarımla bir türlü barışamıyoruz. Koparak dökülüyorlar ve hep kuru. Bu konuda tavsiyesi olan var mı? Malum cilt ve saç kalitemiz yaşla beraber değişiyor:))) Bu şekilde devam edersem bir sonraki yazının konusu paçalı donların rahatlığı olabilir, hiç yadırgamayın, gördüğünüz gibi rota belli!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Şimdi derse gidiyorum, dönüşte bir yere kaybolmayın. Ya da çıkıp yürüyün biraz, durdu galiba yağmur. ( Ayy aklım dışarıda kaldı, acaba gökkuşağı çıkmış mıdır? )</span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-88099462203573141242024-01-29T09:31:00.003+03:002024-01-29T15:50:21.802+03:00BAŞKA BİR SEÇENEK YOK.<p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"> </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Şehirdeki herkes gibi haftaya kış güneşiyle başladım. Ömrümde ilk defa yaşlıların soğuk sevmeyişini anlayabiliyorum. Çünkü neredeyse her gün farklı bir yerim ağrıyor. Dün sabah kalçam, bu sabah dirseğim... Galiba şimdiye kadar cepte bildiğimiz sağlığımıza ödeme alınan döneme girdik. Neredeyse bütün arkadaşlarım benzer şeyler anlatıyorlar, hepimiz mızıldanıyoruz. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Etrafımızda sadece oram buram ağrıyor diyenler değil, ciddi grip olanlar ve daha zor hastalıklarla cebelleşenler de var. Tek bildiğim fareler gibi, mecbur kalmadıkça evden çıkmadığımız tuhaf bir dönemdeyiz. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Dün sözde müzik dinlemeye gidecektik, Osman bile "patiklerimi giydim yuvarlanıyorum" dedi! Düşünün ekibin en parti seven adamından çıkan ses buydı! Vah bize vahlar bize...</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Hayatımızın her dakikasını yük gibi algılamaktan hızlıca vazgeçip, silkinmek lazım, lazım tabii de nasıl? Zaman zaman uzun yürüyüşlere çıksam, matı serip debelensem bile içimde bir parça var ve o derin uykuda. Bu nasıl bir his anlayamadım. Sürekli bekleme halindeyim, üstelik neyi beklediğimi, bana ne verilse iyi hissedeceğimi bilmeden. Hayatı, ara istasyon gibi algılamaya başladım. Sanki yaşanabilecek tüm iyi günler zaten tamamlandı, kota doldu ve bir sonraki varış noktası için tren bekliyoruz! Hissim galiba böyle yada buna benzer birşey. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Sağlık sigortamı ödemek gibi sözde gerekli ve medeni dünyanın şartı olan rutinlerin çoğu aşırı anlamsız geliyor. Şimdilerde o kadar başka ki dertlerim. Mesela hızla pahalanan beslenme ve sağlık giderleri. Mevsimle gelen neşenin hiç mi hiç evime uğramayışı. Okuduğum ve yazdığım kelimelerin anlam azalmasına uğraması....</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Acaba herkes böyle mi hissediyor? Yoksa mevsime tutunamayan sadece ben ve etrafımdaki birkaç kişi mi? İnsan merak ediyor... </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Neyse, bugün yağmur durunca pazara gideceğim. Yufka ve pancar alacağım. Yufkadan börek, pancardan turşu yapıp Pazartesi gününe dair vicdan rahatlığı yaşayacağım. Ah bi de ödemeler var tabii, ne güzel, onları da yapayım :)))</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Hadi iyi haftalar, s..ke s..ke yaşayacağız, kaçış yok!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-49085410053186667152024-01-27T14:08:00.006+03:002024-01-29T15:48:23.440+03:00KİMSEYE ETMEM ŞİKAYET<p><br /></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><div style="text-align: justify;"><span style="font-size: xx-large; text-align: justify;">Ben ederim. Maalesef henüz, adına sükut denen o ulu tepenin olsa olsa eteklerindeyim. Bu sabah yürüyüşe çıktım, haydi dedim değiştireyim ezberimi sıkı bir sahil yürüyüşü yapayım. </span></div><p><span style="font-size: x-large; text-align: justify;">Derya aradı, konuşa konuşa yürüdüm. Ardından T. P. yi aradım derken öyle iyi geldi ki sohbet muhabbet, hadi öğleden sonra rakısına çökelim dese eskilerden biri, topuklarım kıçıma vura vura koşardım. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Geçmişe güzelleme değil, vallahi değil sadece yerine bişi koyamamak sıkıyor canımı. Rakı sofralarında edebiyatın, sanatın, aşkın sevdanın dibine vurulduğunu görüp, sonra sabah akşam tost gevelemek nedir bilir misiniz siz? Bilemezsiniz. Belki de bilirsiniz?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Tutunmayan* bir kadın olmak istiyorum. Babasına, anasına, kardeşine, eski aşklarına, hatalarına, günahlarına, şehirlere, evlere.... Hiçbir zımbırtıya tutunmayan. Eyvallah diyebilen, elindekinin en güzel haline dikkatini veren bir insan.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ne öğrendim biliyor musunuz? İnsan şu hayatta sadece kendini yontabilir, o da milim milim.... Tıpkı işe kendi evini temiz tutarak başlamak gibi. T.P. dedi ki "sen epeyce toparlamışsın." </span><span style="font-size: x-large;">Güldüm, "yok be canım bu iş ev temizliği gibi; dip köşeyi parlat, haftaya sil baştan!"</span><span style="font-size: xx-large;"> Doğruydu. Travma, s..tiri boktan onca acı hatıra puf diye yok edilemez. Yaşanan ve yaşanamayan herşeyin izini, şimdiye hakimiyetini kontrol etmek için hep ama hep uyanık, her saniye tetikte olmalı insan. Yoksa o evi, zihnimizi yine bok götürür tez zamanda!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Sofralar kurardım eskiden. En zengin ve en fakir zamanlarımda hep, hep sofralar kurdum eşime dostuma. Keşke daha çok kursaymışım... Yalnız yediğim her yemek içimi sızlatıyor. Yerine birşey koyamadığımızda hayat kayıplar silsilesi gibi. Oysa bu bizim algımız. Hayat ne kazanç ne de kayıp, sadece hayat!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Dünya'nın dört bir yanına saçılmış arkadaşlarımı çok özlüyorum. Ana dilimde içimi açmayı, zihnimi parlatmayı, en iyisinden sevişmelere değişmeyeceğim sohbetlerimizi özlüyorum. Sabahlara kadar daldan dala konduğumuz birbirimize şiir okuyup, şarkılar dinleterek zar zor bi arabaya binip eve döndüğümüz, evdeysek en ayık olanın diğerlerini usul usul yatırdığı sabaha dönen gecelerimizi özlüyorum...</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Şarap çanaklarımızı, sabah yenilen dumanı üzerinde poğaçaları... Kimseye şikayet etmem ne ya? Ben burada cümle aleme anlatıyorum bugünümü, dünümü. Ne var? Mızmızım işte ve halka açık yapıyorum mızmızlığımı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">* Sevgi Soysal</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1935864676079176175.post-51370947705998754532024-01-26T11:51:00.003+03:002024-01-29T15:58:10.112+03:00BEN KENDİNE YAZIK EDENLERDEN OLDUM.<p><br /></p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEge1xX6DxHQp4tkEJJi6Nm_vMlSVxiJDPaCDCGoOEwHyWeKCGTWYrQFZmXui3HLj9D2QvkG2NAeAjdYdgHSnPK9JbHmq7EipLDoT-ZDqEmNG1hAIFz4iJBlg26EZudkVw_yBm3W1EYjqub75JDFGrm0WtyerAWgqNatgT1B37RFIIJ6WfwoOO3k8bKuXEz0/s1600/balina.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1600" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEge1xX6DxHQp4tkEJJi6Nm_vMlSVxiJDPaCDCGoOEwHyWeKCGTWYrQFZmXui3HLj9D2QvkG2NAeAjdYdgHSnPK9JbHmq7EipLDoT-ZDqEmNG1hAIFz4iJBlg26EZudkVw_yBm3W1EYjqub75JDFGrm0WtyerAWgqNatgT1B37RFIIJ6WfwoOO3k8bKuXEz0/s320/balina.jpg" width="320" /></a></div><div><br /></div><p><br /></p><p><span style="font-size: x-large; text-align: justify;">Annem laf arasında birkaç defa dile getirmiştir, eğer erkek olsaymışım adımı Yunus koymak istemiş. Sanki çekecek çilem olduğunu sezmiş gibi. Aynı sohbette babamın bana uygun gördüğü isim Osman Nevres. Onun da amma yüksekmiş beklentisi diyeceğim ama konu şu ki, annemin hamileliğinde babam Kurtuluş Savaşını anlatan Kutsal İsyan isimli cilt cilt romanı okuyormuş. Yani adımı Kazım Karabekir koymaya da kalkabilirmiş! Velhasıl kız doğarak her iki isimden de muaf olmuşum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Neyse, konumuz Yunus veya Osman olmak olmamak değil, benim bu yaz, Ekim ayının son tutulmasında ilk kez bir astrolojik açıyı iliklerime kadar hissedip, gerçek hayatta olayları yönetemediğimde denizin ortasında dudaklarımdan dökülenler!</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Benim Allah dediğim, seküler kesimin ve ateist arkadaşlarımın kuantum veya tesadüfler silsilesi olarak adlandırdığı sisteme içli içli mırıldanırken başıma gelen birşeyi anlatmak istiyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Biliyorsunuz bu sene suda zaman geçirmenin son yıllardaki en iddialı yazını, hatta sonbaharını yaşadım. İster adına spor diyelim, ister rehabilitasyon, o hikaye bende çok işe yaradı. Fakat suyla bile işlerin üstesinden gelemediğim, kendimi yaklaşık bir hafta boyunca çöle fırlatılmış ahtapot gibi hissettiğim günlerim de oldu. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ölmedim ama neredeyse ölüyordum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Tüm Dünya ile savaşacak kadar güçlü ve kudretli ben, en yakınımın şah damarıma bir kesik atıp, kıçını döneceğini bilemezdim.... </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Olaydan birkaç gün sonra beynime azıcık kan gider gitmez, kendimi yüklenip denize götürmeyi başardım. Herkesten yeterince uzaklaştıktan sonra yavaş yavaş ısısı değişmeye başlayan suda öylece durmuş gökyüzüne bakıyordum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">İçimden öyle garip bir dilek yükseldi ki, anlamlandıramadım. Ama cümlemi tekrarladığımda içtenliğime şoke olmuştum:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><b>"Keşke bir balina gelip beni yutsa!"</b></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Tam olarak böyle dedim. O kadar canım yanmıştı ki, bi lokmada yutulup, herşey bitip gitsin istedim. İstedim de, balina falan gelmedi tabii. Fakat ilginç birşey oldu, aniden sular kabarmaya başladı; tıpkı tenceredeki sütün yavaş yavaş yükselişi gibi denizin kabarmasına tanıklık ettim. Gerçek anlamda tedirgin olmuştum, böyle birşey mutlaka çok normaldi ama bu defa suyun içindeydim ve hissettiğim şey, bedenim de dahil olunca gerçeküstü gelmişti. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Gökyüzü karardı, etrafta koyu lacivert tonlar arttı ve ben kıyıya doğru yüzmeye başladım. İşte o an, aslında bir balina tarafından yutulmaya o kadar da hazır olmadığımı anladım. Yoksa ha bir dalga, ha bir balina ne fark ederdi ki sahiden bitsin istiyorsam?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Bana ne dilediğime dikkat etmem söylenmiş, bütünün denetleyicisi, alemlerin efendisi bana bildiğin ayar vermişti. Anlamıştım ve eyvallah diyerek çıktım sudan.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Ben çöle fırlatılmış bir ahtapot değil, sadece uykusunda susamış, rüyasında çölleri gören bir ahtapottum o kadar. Abartmamalıydım.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Aradan üç ay geçti. Yaram taze ama sorun yok, iyileşir. Sonuçta iyileşmese bile parmağımı sokup tekrar tekrar kanatacak kadar akılsız değilim. Bu arada dayımın hastalığı sinsi sinsi ilerliyor, tıpkı o kabaran deniz gibi. Ve ben buna tanıklık ederken uzak diyarlardan gönderilen hangi duayı tekrar ediyorum biliyor musunuz? Yunus'un balinanın karnındayken durmadan tekrar ettiğini. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">Dua şöyle diyor:</span></p><p style="text-align: justify;"><b>Senden başka ilah yoktur</b></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><b>Sen tüm eksikliklerden uzaksın</b></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><b>Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum*</b></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Müthiş değil mi? Yunus'un hikayesini okuyun bence, bana ilham verdi. Küçükken peygamber hikayelerini ** okumayı ne kadar sevdiğimi hatırladım. Sanırım kendini seçen insanları, iç sohbetlerini duyabilenleri taa o zamanlardan seviyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Dua iyidir. Zikir, mantra, dans iyidir. Yaşamla ahenk için şarttır. Ağzımızı hayırlı olana açmak ise en iyisidir. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Son zamanlarda yaşamımla puzzle tamamlıyorum. Parçaları sıkıştırdığım yerlerden çıkartıp, gerçek yerlerine bırakıyorum. Burada çok yalnızım. Fakat kesinlikle seçilmiş, istenen bir yalnızlık. Rivayete göre Yunus üç ila kırk gün kalmış balinanın karnında ve bu duayı durmaksızın zikretmiş. Sonunda balina onu sahile kusmuş. Diyeceğim o ki, ben hala elli yaşımın içinde, ormanın derinliklerindeyim. Kime, ne kadar, ne zaman dönerim belirsiz. Burada kalır mıyım o da bilinmez. Bildiğim şu: ahenkli bir yaşam istersek eğer ruhu hatırlamak, postu yedirip içirmenin ötesine geçmek şart. Bunun da bin yolu var: ormana gitmek, balina tarafından yutulmak vesaire vesaire...</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: x-large;">Senin yolun nedir? Yürüyecek misin onu düşün?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">*Enbiya Suresi, 87. Ayet</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;">** Kısas ı Enbiya, Ahmet Cevdet Paşa</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-size: large;"><br /></span></p>Fortunatahttp://www.blogger.com/profile/06519265365130686966noreply@blogger.com0