27 Haziran 2014 Cuma

KELT ŞAFAĞI



"Bugün nasılsın anne" diye sorar aziz."Daha kötü" diye yanıtlar annesi. "Yarın daha kötü olacaksın" der aziz. Ertesi gün Collumcille yine gelir ve aralarında aynı konuşma geçer, ama üçüncü gün "Daha iyiyim, Tanrı'ya şükür" der annesi. Ve aziz karşışık verir, "Yarın daha iyi olacaksın öyleyse."


"Simgeler ve umulanlar yoluyla ruh durumlarını dile getirmek değilse nedir yazın? Dile getirmek için cennete, cehenneme, arafa ve peri diyarına köhnemiş yeryüzü kadar gereksinim duyan ruh durumları yok mudur? Peki cennet, cenehennem, araf, peri diyarını bir araya getirmeye, hatta canavar başlarını insan bedenlerine yerleştirmeye ya da kayaların yüreğini insan ruhuyla doldurmaya cüret edecek kimseler olmadıkça dile gelmeyecek ruh durumları yok mudur? Haydi yürüyelim, masal anlatıcıları, yüreğin özlediği yem her ne ise ona sarılalım ve korkmayalım. Her şey canlı , her şey gerçek ve yeryüzü ayaklarımızın altındaki yıkıntı sadece!"

Kelt Şafağı, William Butler Yeats




Bana sorsanız dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, insana en iyi gelen şey masallardır derim. Masal okumak, mümkünse dinlemek ve hatta yazmak örselenmiş ruhlara merhem gibidir; umudun kılıcını biler, gözlere ışıltılı bakışlar serper ve yolunu kaybedenler için haritalar çizer ...
Burhan Bey sayesinde elime ulaşan Kelt Şafağı tam da bu söylediklerimi anımsatan, benden neredeyse yüz yıl önce yaşamış bir adamın kaleminden çıkmış. Bazen biz kitabı değil, kitap bizi seçiyor diye düşünüyorum. 
Periler, hayaletler, patikalar arasında kaybolmak ve iyice kaybolduktan sonra kendi topraklarının, yüreğinin öykülerine uyanmak isteyenler için şiddetle tavsiye ederim.


18 Haziran 2014 Çarşamba

CANINI SEVDİĞİM TEMMUZ'U BİR GELİŞİN VAR Kİ, KORKUDAN ÜLKEYİ BIRAKIP GİDESİM VAR!



Bugün yola çıkıyorum kısmetse. Bir kez daha Macar kardeşlerimizin topraklarına giderken, artık neredeyse eve gider gibi sakin, hatta daha sakinim.
Dönüşte bu kadar sakin olur  muyum işte o bilinmez. Zira beni bekleyen işlerin listesi bloknotuma not edildikçe sevinmeli mi, telaşlanmalı mı bilemedim! Yine de her olanda hayır vardır ve içinde bereketiyle gelir diyerek bavulumu toparladım gidiyorum.

Ülke burada kalanlara emanet:)

15 Haziran 2014 Pazar

HUZURSUZ



Dün bütün gün Eylül'de basılacak Erika Bartos kitabının düzeltmeleriyle uğraştım. O kadar yoruldum ki, kafam ısınmaya başladı! Tam gün okuyup, yazmak gençlikteymiş azizim. Şimdilerde insana daral getiriyor!
Neyse, o iş bitti azıcık hava aldım ve geceyi evde sakin sakin film izleyip, sonra da birşeyler okuyup - yine duramadım!- bitirdim.

Sabah uyanınca rutinimin gereğini  kahvemi aldım ve balkona çıktım. Prusya Kralı'nın koltuğuna oturdum. Pek rahattı, bundan benim eve de alayım dedim içimden. O sırada daha kahvemden bir yudum bile almamıştım ki kuş cıvıltılarını ve ağacın sesini farkettim. O ne güzel bir düetti sabah sabah!

Gözlerini kapattım, ağacın hışırtısını dinledim. Tıpkı Tavşantepe'deki gibi konuşan bir ağaçtı bu. İçimden kardeşim ne şanslı, balkonunun tam karşısında dilbaz bir ağacı var dedim. Demez olaydım. Gözlerim ve kulaklarım kuş seslerine odaklanınca bir tuhaflık sezdim. Kuşların sesini duyuyordum ama bu yoğun ses ne ağaçtan  geliyordu, ne de görünürdeki başka bir yerden. İyi de ağaca saklanmamışlarsa nereye tünemişlerdi ki?

Sonunda telaşla uçan serçelerin rotasına dikkat edince anladım ki ses, karşı apartmandaki dairelerden birinin klimasından geliyordu. İçinde kaç serçe vardı acaba? Birkaç serçe durmadan klimanın etrafından, yanından telaşla uçup geçiyorlardı! Bu ne şimdi? Sabahın bu saatinde gidip insanların kapılarına dayanamam ki! Ama artık burada oturup cıvıltıyı ve ağacı da dinleyemem... Bir başka canlının feryadı bana nasıl müzik olabilir?

Ey huzur, sen bana haram mısın?

14 Haziran 2014 Cumartesi

AH TUNA!


Dün yorucu ve biraz da cesaret kırıcı bir günün sonunda dostlarla güzel bir akşam geçirdik. Rakılı makılı bir akşamdı ve iyi geldi. Yemeği bir sonrakini 2046 yılında göreceğimiz dolunayı izleyerek ve istek şarkılar gecesi yaparak devam ettirdik. Geçtiğimiz yıllar boyunca neler dinlemiş, neyle hüzünlenip, neyle dans etmiştik!?
Bu şarkı bana Tuna Bey'in golüdür:

http://fizy.com/search/The%20Divine%20Comedy%20-%20A%20Lady%20Of%20A%20Certain%20Age

Üzerimde gerçek anlamda Orhan Gencebay etkisi yaptığını söylemek isterim. Elbette bir Müslüm Baba tadı yok, farkındayım ama kendi tarzında başka türlü bir iç oyuculuğu var!Gavurun da acıları var! O da insan:)

Neyse, beni eve Burhan Bey bıraktı. Güzel bir yaz gecesini, bu şehir ne kadar izin verirse o kadar rüyalara dalarak, bile isteye  kaybolmanın keyfini ve mis gibi yaz çiçeklerinin kokusu içimize çekerek noktaladık. Bilmem farkında mısınız ama hala ıhlamurlar, manolyalar ve yaseminler var şehirde. Ay hala parlak. Gördüğümü paylaşmak istedim:) Umut zaman zaman bulutların ardında kalsa da ay daima orada ve parlak!

12 Haziran 2014 Perşembe

MASALLARA...







http://www.dailymotion.com/video/xgnr06_sezen-aksu-uslanmadim-yuruyorum-dus-bahceleri-nde_music

BÜTÜN YENGEÇLERE GECE HEDİYESİ...




http://www.dailymotion.com/video/xbdpib_sezen-aksu-kacak-yuruyorum-dus-bahc_music

HER SABAH YENİ BİR SABAH

İnsanın, sadece ve sadece nefes almanın başlı başına lütuf olduğunu anlaması ne kadar zor...


Dün Muhteşem Yüzyıl Finali izlerken, Sülüman'ı tahtta görünce elinde kalanların sadece "aşk" ve "dostluk" olduğunu söylediği sahneden çok etkilendim. Acaba gerçekten bunu anlayarak mı göçüp gitti merak ettim.
Oysa hayatı boyunca en çok sevdiklerine zarar vermiş gibiydi... Yine de merak ettim, giderken, cebi olmayan kefene sarıldığında, haklar kendisine helal edildiğinde, ruhunun heybesinde ne vardı? Bu dünyadan ne öğrendi?

Paranın gücünü, hele ki bu yüzyılda küçümsememek gerektiğini, insanların sadece ve sadece ona eğildiklerini öğrendim ben. Oysa bilginin gücünden bahsedilmişti. Eğer bilseydim Leonardo'nun tablolarını seyrederken değil, Bill Gates'in yıllık cirosu karşısında büyülenirdim. Heyhat, geçmiş ola!

Geriye baktığımda bazı şeyleri fazla yücelttiğimi, tam karşıtı saydıklarımı da yerin dibine soktuğumu görüyorum. Oysa ne göklere sığdıramadığım o denli yüce, ne de yerdiğim yerin dibinde. Sadece benim algımla ilgili bütün bunlar. Galiba aslında bir tek bunu anladım:)
Ha, bir de bu dünyaya çıplak gelip, çıplak gittiğimizi! Diyeceğim o ki - aslında diil tabii:))- üzerinizdeki kıyafetlere fazla bağlanmayın, birgün onlar bile sizi bırakacaklar:))



11 Haziran 2014 Çarşamba

MUTLU KİŞİ I

 
 
                  Kutsal arınmalarla dağlarda alemler yaparak tanrıların sırrını bilen,
                  hayatını günahlardan arındıran, ruhunu saflaştıran kişi kutlu ve mutlu kişidir.
 
Euripides
 
 
Mutlu kişi kimdir bilmiyorum. Çünkü mutlu bir evde büyümedim. Daha doğrusu mutluluğun ne olduğunu bilen biriyle karşılaşana kadar neye sahip olduğumu ve neye sahip olmadığımı bilemedim. Yaşım başım kocaman olup da adamın biri "insanoğlunun en büyük başarısızlığı nedir biliyor musun?" dediğinde, gözlerimi tavana dikip uzun uzun düşündüm. Cevap yine ondan geldi: "daimi mutluluğun formülünü bulamamak sayın Elvan Eti!"
 
İnsanoğlu her detay için bir formül bulmuş maşallah da neden bilinmez mutluluğun formülünü bulamamış! Bulamayacak da, zira zannımca böyle bir formül yok!
 


KİM KORKAR Kİ?




7 Haziran 2014 Cumartesi

ELBETTE!




Londra'ya ilk gidişimde Prusya Kralı hediye etmişti. Niye ki demiştim içimden; Türkçe müzik dinlemez ki bu insan yavrusu?
Niyesini bir ay sonra anladım! Odamı toplarken teybe ( şansa bakın ki odama bir tane koymuşlar ) taktım kaseti ve dinlemeye başladım. Amanın! Bir ağlamak bir ağlamak! Tabii o zamanlar "homesick" kelimesini de bilmediğim için bana ne olduğuna isim de koyamadım! Anlayacağınız basbayağı çöküp kaldım. Anadilimde yaşamamak o ana kadar koymadı da, eni boyu beş on santim bir kasetle nasıl çöktüm yav!

İşte o zamandan beri bu şarkıyı severim. depresif havayı dağıtır, insana ne çok dertlenmenin, ne de mutluluktan tavan yapmanın manası olmadığını hatırlatır.

Dün leyla Nora'nın doğumgününü kutlarken, o doğduğunda ne kadar sevindiğimi hatırladım. Bu hatırlama, pek çok detayı yani canımı sıkıp, aklımı kalbimi bulandıranları silip attı! Normal dedim kendime, elbette bazen gülüp, bazen susacağım! Elbette yahu! İnsanım ben:))

http://www.dailymotion.com/video/xewtld_candan-ercetin-elbette_music?from_related=related.page.int.meta2-only.59c95f4f1cfdaeac2c82ed3cfc378a04140212784

5 Haziran 2014 Perşembe

HAYKO









http://www.dailymotion.com/video/xelrre_hayko-cepkin-demedim-mi-sufi-klip_music







İLLA HAYKO!






http://www.dailymotion.com/video/x15x714_nilufer-hayko-cepkin-ask-kitabi_music


Hayko Cepkin konserine gidip avaz avaz bağırasım var!

ARAYA GİREN KİTAPLAR






İSKAMBİL DESTESİ, MURATHAN MUNGAN'dan...


"... Yazarken hep o çiçeği bulduğumu düşünürüm. Bu sefer bulduğumu. Oysa kitap bittiğinde, başkalarına götürüldüğünde, ansızın hayretle fark ederim ki, büyü bitmiş, taç yaprakları dökülmüş, sapı kalmıştır geriye. Başkalarının elinde gördüğüm kitap, benim gördüğüm değildir.

Yeniden yazmaya, yani o çiçeğe dönerim."



2 Haziran 2014 Pazartesi

TANIKLIK




Bir  Hint masalı okumuştum yoga kitaplarından birinde. Sevdiği adamı Azrail’e vermeyen, olmadık hilelerle, aşkına sahip çıkabilmek için ölüme meydan okuyan kadının, Savitri’nin hikayesiydi.. Çok etkilenmiştim. Aşk böyle olmalıydı. Aşk ölümden, kaybetmekten korkmamalıydı. Aşık insan hikayesine sahip çıkmalıydı…

Araya aylar girdi. Savitri’yi unuttum. Sonra O kız, Zaza Kız çıktı yoluma. Orff eğitimi için bir workshop idi. “Dans edelim seninle, ben seninle hiç dans etmedim” dedi. Samimiyeti, bedeniyle barışıklığı, kanının sıcaklığı şaşkına çevirdi beni. Bizden biri değildi, şehirli değildi. Maskesi yoktu. Bilmediğim bir yerden geliyor, yetişkinlerde hiç görmediğim bir dille, çocuk saflığıyla önümde, olduğu gibi, oyunsuz duruyordu. 
Bir saat dans ettik. Güldük.

Sonra Şahmaran'ı  getirdi hayatıma. Anlattı. Unuttuğum, inancımı kaybettiğim ölümsüzlük masallarına götürdü beni… Kahraman kardeşlerin müziğiyle tanıştırdı. Ardından dün gece, Mardin’de yaşayan bir kadının hikayesini, o hikayeden çıkarttığı dersle hayatını nasıl biçimlendirdiğini  anlattı. Efsane olmaya aday, çağdaş bir masaldı dinlediğim. Yine de uzun uzun anlatmayacağım.

Kısaca şöyle biter masal: Kadın yıllar önce sürgün edildiği topraklara döner.  Yaşarken kavuşamadığı sevgilisinin bir zamanlar onun adını sayıklayarak dolaştığı sokaklarda bitirmeye karar veriri ömrünü. Ölüm aşktan güçlü değildir… Bu sokaklar onların aşkını tanır.

Yaşanmamış aşklar da tanık bırakır…

Zaza Kız, bu hikayeyi anlar. Anlamak onun mayasında vardır… Ne şanslı; hala masalların anlatıldığı topraklardan gelmektedir kanı. Bu kavuşamama hikayesi onu, kendi hikayesine sahip çıkmaya cesaretlendirir.  Çünkü hiçbir şey “keşke” kadar can acıtıcı olamaz. Kız bunu anlar!

Peki biz bundan ne anlarız?

1 Haziran 2014 Pazar

SEVGİSİZ


 
http://www.dailymotion.com/video/xb3fis_zuhal-olcay-sevgisiz_music


Bazen nasıl bir hayat bırakıyorum ardımda diye tıpkı bir sümüklü böcek gibi - ki onları hiç geriye bakarken görmedim- dönüp izime bakıyorum; kimi zaman memnun, kimi zaman kırgınım geçmişimle. 
Bazen durup, izlerin dokunduğu insanları seyrediyorum.
Onları tanıyor muyum? Onlar beni tanıyor mu? Sahi biz sizinle tanıştık mı? Bağra bağıra sorma istiyorum: hakkımda ne biliyorsunuz? Aralarından bazılarını mutlaka sevmiş olmalıyım... Sevdim mi? Tanrı bana sevebilmeyi bahşetti mi?
Emin değilim.

Guguk kuşu'nun dediği gibi diğerleriyle aramda hep bir engel var. Benden kaynaklanan bir engel... Yıllardır, üzerine bastığımız gezegende varlık gösteren bedenimin, ne gariptir ki ruhsal yolculuğuna henüz başlamadığını anlıyorum. Ruhum hala bir plasenta içinde, yetişkin olmaya doğamamış... Kocaman bir yaşanmışlığın içinde, ezilip kalmış, perdelerini ışığa aralayamamış bir ruh!

Bu yüzden hep kalpten bahsediyor olmalıyım -bu yüzden sevdiğim adama dokunamamış olmalıyım; şimdi anlıyorum ki o da plasentasını yırtamamış bir ruh... Tanrım bizi niye karşılaştırdın ki? Daha fazla üzülelim diye mi?- Bu sebeple kızgınlığıma yeniliyor, gerçeklikle uzlaşamıyor olmalıyım. Kelimelerle suladığım hayali bir bahçede, henüz yazamadığım bir masalda kaybolmayı umarak bitmeyen bir sonbahar yaşıyorum. Bu yüzden adına araf diyorum. İnsanların hayatlarında değişen mevsimlerin, bana uğramayışına, ilkbaharı ve yazı uzanıp alamayışıma güceniyorum. 
En çok kendime güceniyorum.
 
Durmadan tepeme yağan doludan, kalbimi donduran soğuktan bıkkın, isteksizce ilerleyen ben, çoğu zaman kendime öfkeliyim. Zaman zaman umutlanan kalbim de olmasa çoktan nalları dikmiştim, bunu çok iyi biliyorum.



Sarı sevmeye başladım son günlerde. Bu renkle ilişkime baktım. Onu yıllarca itişime. Şimdilerde aklım sarı, gönlüm sarı, bekar odam bile sarı oldu dün. Prusya Kralı, "ben sana sarı güzeldir demiştim" dedi. Haklı mı? Belki. Haklı olmasından ziyade benim onun haklılığını görebilmem, anlamaya hazır olmam gerekliydi. 
Şimdi oldu. 
Aslında herkes haklı.

Sevdiğim sarı şeylerin listesi:
muz
limon
günbatımları
başak tarlaları
sitrin
papatya
nergis
sarman
.
.
.
.

Neyse, sarı sevmeye başladım işte. Bekar odamdan kendi evime geçeceğim günlere yaklaşırken, cebimde; hayallerim, planlarım, bana ve çocuklara şifa olan derslerim, Budapeşte'ye uçak biletim var. Üstelik iki gündür sellerdin götürdüğü İstanbul'da ruhumu yıkıyorum. Darısı devlet büyüklerimizin, kendi kendine yalanda ustalaşmış dostlarımızın, adını ağzımıza almaktan çekindiklerimizin başına!