22 Nisan 2018 Pazar

NEDEN, NASIL, NİÇİN?

 
 
 
Bu sabah hazır azıcık vaktim varken, kendimle dertleşme hakkımı kullanmak ve durmadan önüme gelen sorulara cevap vermek istiyorum.
 
Neden çocuk yapmıyorum?
 
Yapamıyor veya yapamıyor değilim, bunun için bağ kurmak gerektiğine inanıyorum. Ve benim bağ kurmaktan anladığım şey aynı yatağa girip debelenmekten biraz daha farklı. Ayrıca o istasyonu geçtiğimi düşünüyorum. 

Ben doğurmadım diye dünya dönmüyor değil di mi?
 
Neden yazmıyorum?
 
Yazıyorum. Yıllardır bir bloğum var ve aklıma gelen ne varsa, hatta çoğu zaman sakınımsızlığın suyunu çıkartarak yazıyorum. Sadece okur yazarlığın hem okur, hem de yazar olma bölümünü gözümde çok büyütüyorum. Haddimi biliyorum, hatta biraz da çekiniyorum. Yazdıklarıma bakınca mutlaka basılmalı diye bir hisse kapılmıyorum. Zira çoğu sevdiklerime mektuplar tadında, onlar da zaten yazdıklarımı okuduğuna göre yazı bendeki işlevini tamamlamış oluyor. Bir tür rehabilitasyon diyelim.
 
Böyle yoga öğretmeni olur mu?
 
Nasıl olur yoga öğretmeni?* Kaç tanesiyle tanıştın? Kimlerin yolculuğunu biliyorsun? Kaç kapıdan dönüp, bu aralıktan içeri girdim haberin var mı senin? Yok! Konuşma o zaman, eksik bilgi yanlış sonuca götürür.
( bazen gerçekten zihnen ve bedenen aşırı yorgun hissediyorum ve yine de öğrenci karşıma gelip, saçma sapan bir soru sorduğunda, nezaketimi ve sağduyumu kaybetmeden cevap vermeye çalışıyorum. Ama nedense ondan yana cümleler kurmayınca bilgim sorgulanıyor:) Ya da derse yarım saat geç kaldığında ve ben bir sonraki gecikmede haber vermesini rica ettiğimde "hocam neden bu kadar gerildiniz?" diyor?!! Bilmem, sen gelene kadar Himalayaların tepesinde oturmadığımdan veya zamanım konusunda hassas olduğum için ya da benim de bir sinir sistemim olduğundan olabilir  mi??? )
 
Niçin beraber iş yapmıyoruz?
 
Yapmıyoruz, zira eşitler ilişkisi nedir, yeri geldiğinde karşındakinin bilgisine saygı gösterip bir adım geride durmak nasıl bir nezakettir, ekip çalışması nasıl gerçekleşir gibi pek çok sorunun cevabını bilmiyorsun. Yüz tane şifa kampına gitmişsin ama iyi halin devamlılığını anlamışlığa dair hiç-bir-iz-yok gözlerinde... Ben de çok ortaklı bir limited şirket kurup sen, senin egon, ben, benim egom ve daha bi ton kişilikle cebelleşmek istemiyorum! Oldu mu?
 
Oh, bu sabah dertleşmesi çok iyi geldi. Haydin iyi Pazarlar bize:))
 
* ne kadar insan varsa, o kadar yoga vardır, Patanjali.
 
 

13 Nisan 2018 Cuma

SEHER VAKTİ

 
 
 
 
Bir geceden bir sabaha hayatın değiştiğini söylemeyeceğim. Öyle bir iddiam, deneyimim yok. Sadece kısa zamanda fark ettiğim bir şeyden bahsetmek istiyorum. İnsan denilen canlı hayatının hatırı sayılır bir bölümünü boş işler peşinde geçiriyor. Farkındalık, bütün o geçmiş zamanlara öfkeyle ziyan edilmediği sürece aslında ortada büyük bir sorun yok. Şu an, şu satırlar için onlarca saçmalamaya delice ihtiyacım vardı. Ağlamalı, çırpınmalı, suçlamalı ve daha pek çok şey yaşamalıydım. Yaşadım da.Muhtemelen bu şiddette olmasa da önümde bir o kadar daha yolculuk var! Olsun.
 
Kendimi seher vakti ipinden kurtulmuş, bir kaç safra atmış ve iyice yükselmiş rengarenk bir balon gibi hissediyorum. 

2 Nisan 2018 Pazartesi

ZAMANDA SIÇRAMALAR, ZAR ATMAK VE SEKSEK

 
 
 
 
 
Hawking gezegenden ayrıldı. Dindarlar, kuantumcular ve biz yani ne yapacağını şaşırmış, yine de aramakta ısrar edenler; kaldık mı baş başa!
 
Haydi oyun başlasın o halde!
 
Pek çoğumuzun hayatını, inceden inceden irdelemeye ağzından çıkan her sözün, her davranışının farkında olmaya ya gönülsüzdür, ya buna niyet etmez veya enerjisi yetmez! Hani şeytan bırakmıyor denir ya, hah tam o işte! Mesela beni genellikle şeytan bırakmaz. Gayet güzel bilir ve sezerim ne nedir ama iş uygulamaya gelince içimdeki miskin ayağıma yapışır, ağırlaşırım.  Oturup meditasyon yaparsam kim bilir ne güzellikler yakalayacağım, bunu bal gibi bilirken, gidip olmadık bir DVD'nin ardına saklanmak çok daha kolay gelir. Çünkü insan sözde yeniyi isterken ve içinde bulunduğu cendereden şikayetçiyken bile, bilinmeze adım atacağına, tanıdık sularda yüzmeyi sever.
 
Napacaksın, mayamız bu!
 
Fakat gün gelir yaş ilerler... Gözler bozulmaya, kulaklar az işitmeye başlar, hele bir de bunlara bedenin olur olmaz yerde havlu atması eklenince, nihayet içeri bakmayı akıl ederiz. Dış dünyada ekip biçtiğimiz tarlalara nur yağmamıştır. Hatta bizim buğdaylardan yapılan ekmeklerle büyüyüp adam olanlardan bırakın bir teşekkür, selam almak mümkün değildir. İnsan tam da orada uyanır veya bu hayatı pas geçer... Seçim bizimdir. Seçim her zaman bizimdir; tarlayı biçen de bizdik, dış dünyaya kucak açan da...
 
Hafta sonu denizi ve nehri izlerken yalnız olmak istedim. Duygu ve düşüncelerimiz dört kişilik arabada sağdan sola sıçrarken, annelerimizin son çeyreğine geldikleri hayatlara baktım. Yıpranan sadece eller, yüzler, bedenler değildi, kalpleri, bakışları, umutları da aşınmıştı. İçimden derin bir merhamet yükseldi..
 
Kaç hayatım var diye düşündüm, kaç hayatım var acaba dış dünyaya harcanmış? Ruhumu görmezden geldiğim kaç hayat sürüklüyorum rüyalarımda? Bir sek sek çizsem, taş atsam, hangisine basmak istemem acaba? En derin yarayı aldığım ve en büyük dersimle yüzleştiğim o hayat hangisiydi? Büyük bir şansla zar salaldığım ve içinde kulağıma sevgi sözcükleri fısıldanan hangisi peki? Her sıçradığımda bulutlara yükseldiğim, yedi denizin dibinde ölümsüzlüğü ararken paha biçilmez hazineyle karşılaştığım ve şimdi bana yüzlerce kitap arasından el sallayan, ben ona bakarken ve biz göz göze geldiğimizde umutlandırdığım kim var? Kimler? Kimsin?
 
Kaç hayatım vardı diye düşünmekten yaşamaya fırsat bulamadığım? Sorularda kaybolduğum? Kaç hayatım var?