Öğleden öncenin ısıtmayan güneşiyle trendeyim. Şehrin bir ucundan diğerine yol alırken, içim kıpır kıpır. Nicedir yolumun düşmediği Silivrikapı'ya gidiyorum.
Semt çok değişmiş. Mahalle tertemiz, mis gibi iyot kokuyor sokaklar. Trenden sonra otobüsle devam ediyorum. Surlara yaklaşınca ineceğim. Sur dibine kurulan bostanların arasından geçerek yürümek aklımı başımdan alıyor, gayrı ihtiyarı dokunmak istiyorum taşlara. Buraları ne kadar özlediğime hayret ediyorum. Bir zamanlar çok istemiştim Haliç-Fatih hattında yaşamayı. Kuzguncuk gibi deniz kokusunun beni benden aldığı o vakitlerde Bizans, Roma, Osmanlı yani her kim gelmiş ve geçmişse hepsiyle aynı sofrada buluşabilirim hissine kapılmıştım.
Davetli olduğum eve doğru yürürken güneş ışıkları içime akmaya, ve bana neyin iyi geldiğini hatırlatmaya başladılar.
Yavaş yavaş ılınan bir tas suda çözülüyordu buzlanmış kalbim.
Eski ama tertemiz arap sabunu kokan apartmana girdim. Yerler o çok sevdiğim küçük küçük kırılmış mozaik taşlarla döşenmişti. Trabzanlar ahşap, ferforjeler lale. Bir kat aşağı indim. Anneannemin kömürlüğe giden merdivenleri geldi aklıma. Trabzana dokunan elim, burnuma dolan sabun kokusu ve görmesem bile orada olduklarına inandığım iyi ruhlarda mı benimleydi? Artık yumuşacığım, surlarım iki yana açılmış, kusurlarım dahil en sahici halimle sadece "ben" olarak adım atıyorum eşikten.
Misafir olduğum ev, yarı bodrum, sıcacık, ışıl ışıl bir daire. İçeri girer girmez aile olmanın güvenli kokusu doluyor ciğerlerime. Kıskançlıkla değil, özlem ve eksiklik hissiyle sarsılan çocukluğum ağlamasın diye gözlerimi tavana çeviriyorum. Dudaklarımda kocaman bir tebessüm.
O kadar güzel ki sofra; evde pişmiş poğaçalar, çiçek gibi dizilmiş peynirlerle açlıktan son nefesini vermek üzere olan ruhlara abı hayat olabilecek ne çekerse canın masada var.
Bir kadın, oğlu ve iki kedileriyle burası Dünya'nın en büyük bir oda bir salonu olmalı. Kendini hiçbir yere yerleştiremeyen onca tanıdığıma inat, can ve canan ne güzel yerleşmişler yuvalarına ve ne içten paylaşmışlar iki kedicikle hayatlarını. Laf ı güzah değilmiş öyleyse paylaştıkça çoğalmak.
Şehir surlarının sakladığı eski bir mahallede Meryem'in kolları arasında birbirine sokulmuş bir aileye misafir oldum bugün. Sur duvarlarında örülüp gizlenmiş kapılara değil, bostanda yeşeren hayata bakmayı, karnımı değil, ruhumu doyurmayı seçtim. Çoktan sakınanlara inat, azı paylaşanların zenginliğine hayran dönüyorum evime.