28 Kasım 2015 Cumartesi

DİLEKLER...

 
 
"Ben anlatıbilimciyim, dilek tutmanın hiçbir işe yaramadığını bilirim. Dilek tutanlar sonunda o dileğin kurbanı olurlar," dedi.
"Yalnızca akılsızların dilekleri ters döner," dedi Leyla Serin  "Kendini bilmeyenler, düşünmeyenler."
                                                                                                                  
Bülbülün Gözündeki Cin, A.S. Byatt
 
Sabah sabah aklıma düşenler...
Tersine akan nehirler.
Soğuk ve sıcak su akıntıları.
Sis.
Onlarca hayat boyunca kavuşamayan eş ruhların rüzgarı.
Boşluk hissi.
 Hemen ardından gelen hafiflik..

Tüy gibi kanatlar, gülle gibi kalp.
Uçsan uçarsın da, bütün iş havalanmakta..
 
Dün pişen yemeğin kokusu mutfakta asılı kalmış... Hayat lezzetsiz. Her şey lezzetsiz.
Fakat yağmur güzel. Kocaman, sadece bana ait bir gün var önümde Eda Lisa'nın masalını tamamlamak için.
Tek ihtiyacım, tek eksiğim: inancım.
 
İnancımı kaybettiğimde eski masallarıma koşardım bir zamanlar. Yıpranmış defterlere sakladığım, yıllarca okumaya korktuğum sayfaları karıştırır, umut kırıntısı arardım.
İnsan değişiyor.
 
Sabahın alacasında yatağın içinde oturmuş, "bu kahvenin hiç tadı yok" diye mızıldanırken, bütün odacıkları ve karıncıkları çer çöp dolu kalbimden cılız bir ses yükseliyor; ejderhayı çağırıyorum. Gelmiyor. Sanki yatak odamın tam karşısına yükselen yeni  apartmanın balkonuna saklanmış bana bakıyor da, bağıra bağıra ağlayana dek gelmeyeceğini fısıldıyor...
Sadece bir sezgi...
 
Yok, ağlamam. Beş hayatlık ağlamışlığım var eski fotoğraflarda. Üstelik eğer bir tek  damlaya izin verirsem, gözyaşlarım önüne kattığı her şeyi sürükleyen amansız bir sele dönüşebilir.
Artık kimse zarar görsün istemiyorum.
 
Dileklerimi kesin cümlelerle dile getirmediğim için gerçekleşmediklerini anlatmış mıydım? Ya da gerçekleştiklerini ama benim istediğimden azıcık farklı olarak önüme geldiklerini...
 
Mesela hep bir kızım olsun istedim; birlikte seyahatlere çıktığım, yarım kalan kahkahalarımı tamamlayabileceğim küçücük bir kız.
Olmadı.
Oğlum da olmadı.
Ama Aysel geldi, Mübeccel geldi ve sonunda prensesim Eda Lisa geldi.
Kızlarım oldu.
 
Hep Kuzey'e gitmek istedim.
Şimdi bir biletim var  fakat mutlu hissettirmiyor.
Pusulamı kaybettim.
 
Kahvenin tadını da çalmışlar...
 
Yedi denizin dibindesin mutluluk, dalıp seni çıkartacak nefesim yok...
 
 
 
 
 
 

24 Kasım 2015 Salı

AUT DISCE AUT DISCEDE

 
 
İstavritlerden çok şey öğrenmiştim vakti zamanında. Hatta olup olacağı bu kadar, daha ne kaldı diyerek kalem bile kırmıştım.  Değilmiş, öyle hemencecik kurtulmak mümkün olamazmış.. Zira öğrenememişim. 
İstavrit dediğin sadece suret.. Asıl mesele şu ki, her sezon istavrit yemekten kaçsan da, sana öğrettiği şeyden, "merhametsizlikten" kaçamayacaksın!
 
Bu sezonun merhametsizliğine gelirsek, bambaşka bir maske takmış, vallahi tanıyamadım; yüzünü gözünü de aşkla, şiirle boyamış. Görseniz bir nazik, bir sevecen! Al eve götür.
 
Ne mi anlatıyorum? Sana anlatmıyorum ki, kendime söylüyorum: çocuğum, canım yavrum ya öğren, ya terk et diyorum. Hayatın sana verip vereceği bu, daha fazlasını isteyerek yorma kalbini. Hem ben, o organ artık kullanılmayacak demedim mi? A benim akılsızım!
 
Böyle zamanlarda aklıma Ardınç'ın George Bernard Shaw'dan yaptığı alıntı* geliyor. Belki gerçekten değişmiyoruz, belki de asla değişemeyeceğiz. Ama bunca niyet etmişlik, bir  o kadar emek harcamışlık varken zatın tekinin gelip, bir dakika olsun düşünmeden tüm zamanları yerle bir edebilme hakkı nereden geliyor? Ve ben, neden bir tek sözle tuzla buz oluyorum? Sinirden, korkudan tir tir titriyorum? Nerede tadasana? Hani istemedikçe, izin vermedikçe hiç kimse bizi yıkamazdı? Hıı? Oldu mu şimdi!
 
Geç dostum bunları, geçelim. Öğrenelim veya terk edelim. İnsan dediğin mahlukat çiğ süt emmiş. Sanki ben emdirmişim anasını satiim, illa  benim burnumdan getirecek! Sahi, kafama taş mı düştü de ben bu sezonun farklı olacağını düşündüm?
 
Dostça bir tavsiye; korkularınızı asla dostlarınıza anlatmayın, zayıf taraflarınızı da göstermeyin. Hele sevgilinize, asla!
Saklan saklan merhametsiz geliyor, yüzünde nezaket maskesi var!
 
 
*Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse, derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım, benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler.

21 Ekim 2015 Çarşamba

TİLKİ TİLKİ SAAT KAÇ?

 
 
Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıysa eğer, benim buraya düşmüş oluşuma hiç şaşırmamak lazım.
Aylardır tek satır yazamıyorum. Ne Eda Lisa'nın yaklaşan doğum günü, ne okulda olup bitenler beni masaya oturtamıyor. Önüne geçemediğim garip bir yuvarlanma, zamandan saklanma halindeyim sanki.. Keşke olan biteni anlasam da, anlatabilsem. Yazmak birazcık bu işe yarıyor aslında; anlatabilme isteği kendi içimde olan bitenle bir kez daha karşılaşmamı sağlıyor.
Bakıyorum da, gördüklerimi pek beğenmedim bu akşam...
 
Mavi yün çoraplar gördüm dün gece rüyamda. Aslında sağa sola dönmekten uyuyamamıştım ama demek ki aralarda uyumuş, üstelik anlaşılan o ki rüya bile görmüşüm. Çorap bana iyi gelmez. Rüyamda ayakkabı, çorap gördüysem, hele de giydiysem eyvah diye uyanırım. Neyse ki bu defa çorapları giymedim.
 
Yazarım sandım, ama yazamayacağım... Belki başka sefere....