Günaydın.
Bayram sonrasında şekeri fazla kaçırmış çocuklar gibi "karnım ağrıyor anne!" diye koşmak isterdim güvenli bir kucağa. Fakat heyhat! Ne öyle bir kucak var, ne de ben artık şeker yiyorum. Onun yerine ziyaret edilecek dostlar, halledilecek işler bekliyor beni. Ben mi? Kendimi dövmeden, olana ve olasılıklar evreninde bekleyenlere sövmeden kahvemi içiyor ve sana, kimsin nesin bilmeden, oturmuş sakince anlatıyorum başıma gelenleri. Sanırım buna bir isim bulma vaktimiz de geçti; halleşme, hal hatır sorma edebiyatı? İç dökümü edebiyatı? Ne sahi bu benim sana ettiğim?
Dün Burhan'la günbatımına doğru yürüyüp, dönüş yolunda tabak gibi Ay'a bakarak gül bahçesine ulaştığımızda gökyüzündeki uçurtmaları fark ettik. İpini alıp uzaya uzaya atmosferin sınırına kadar giden bir tanesi vardı ki, ona bakmak içimdeki gözyaşı depolarının kapaklarını zorladı. Biliyorsun sevgili okur, dayım öldü benim. O ölümü de biliyorsun, içimi büyüten, gözlerimi açan bambaşka bir gidiş oldu.
Şimdi bu mevsim, bahar ve ilk yaz, dayım demek oldu benim hayatımda. Uçurtmalar, güller, denizin üzerindeki şıkırtı... Hayatın ondan, dayımdan bu kadar erken alınmış olmasına öyle kırgın ki içim, hala uluya uluya ağlama hissi geliyor.
Ama ipini kopartan bir uçurtma olduğunu hayat ediyorum dayımın; bedenin elinden kaçan ruh! Atmosferi delip, alemler arası seyreden kuyruklu, altıgen ve çok gösterişli bir uçurtma. İçim ancak böyle ılınıyor. Ama ılınıyor be, soğumuyor ki...
Çok garip matematikler var hayatta. Alma ve vermenin eşsiz dengesi. Bir süreç başlıyor ve Mutlu Prens* gibi veriyor veriyor veriyor ve tükenmenin eşiğine sürükleniyorsun. S..kerler böyle aşkın ıstırabını dediğin an, hikaye öyle bir yere savruluyor ve bu defa kamyon kamyon gül yığıyor hayat kucağına. Ben şimdi kollarımı açmış o kucağıma yığılacak güllerin kokusuyla kafa buluyorum. Gülme, bazen önce hissi gelir, sonra olaylar. Bu işler böyle; kollarını, zihnini, kalbini hakkında en hayırlısına aç vre:)))
Hadi kalk kalk iş güç var.
*Oscar Wilde

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder