28 Mayıs 2012 Pazartesi

KUZEY DENİZİ'NE VEDA

"Gideriz di mi hocam?"
"Gideriz kızım"
"Kaç gün sürer?"
"Nereden gideceğimize bağlı.Mevsim de önemli."
"Peki kanallardan da geçeceğimize göre hareketli salma lazım değil mi?"
"E tabii."
"Ah ya, acaba Kuzey Işıklarını görme zamanına denk getirebilir miyiz?"
"Neden olmasın, olur tabii. Sen sponsor buldun galiba?"
"Daha değil hocam ama vallahi gideceğiz.."

Özür dilerim hocam, gidemeyeceğiz. Ertelediğim pek çok plan gibi sizinle Kuzey Denizi'nde yelken açmak da bir hayal olarak kalacak. İçimdeki pek çok gerçekleştirilememiş, kimbilir belki de yeteri kadar istenmedikleri için durmadan gelecekte bir güne ertelenen hayaller gibi.

Geniş zamanlar bekledik, sponsor bulacaktık... Aradım mı? Yooo. Sizin kadar tutkun değildim belki  denize. Belki de sizin yaşlandığınızı, hastalığınızı bilmek, görmek istemedim..
Kimbilir kaçıncı yenilgim bu zamana? Kimbilir kaçıncı iç çekişim tembelliğim karşısında.
Birlikte oraya gitme şansımızı yitirdik. Yataktan kalkmayacağınızı biliyorum artık. Bir hastanın ne zaman orada çivilenip kaldığını kalbim çok eskilerden hatırlıyor. İçi boşalan derinizi, ağrıdan değişen sesinizi, artık bana bakmayan gözlerinizi öyle iyi tanıyorum ki...
Belki de bu yüzden erkenden veda etmek istedim size. Veda anı geldiğinde yapamamaktan korktum.

Elimde güzel zamanlarımız var sadece. Geçmiş zamanlarımız. Gece seyirlerimiz, tekne transferlerimiz, fırtınada dalgalar boyumu aşarken kanadınızın altında bağıra bağıra şarkılar söyleyişimiz... Dergide yazımız yayınlandığında havalara uçuşumuz. Kalamış Yelken Kulübü'ndeki yaşlı amcalara takdim edilişim... Orhan Abi ile yaptığımız hız denemeleri! Hikayelerimiz, marinada sucuk partilerimiz.

Birgün bir çocuğu büyütme fırsatım olursa ona Rüzgar diyeceğim. Onu su kıyısında sizinle yaşadığımız maceraları anlatarak büyüteceğim. Dalgalardan korkmamayı, dümende rüzgara teslim olmayı göstereceğim. Bunu da sizinle yapmak isterdim. Üçümüzün yelkene çıktığımızı düşünüyorum da... Canım yandı birden.

Dualarım sizinle. Gerçekleşmeyeceğini bildiğim bir mucize için yalvarırken, bana bıraktığımız bunca güzel anı, sevginiz, emeğiniz ve içimi kaplayan deniz sevgisi için minnettarım. Hiç susmadan denizi ve rüzgarı anlatmanızı çok özleyeceğim...

24 Mayıs 2012 Perşembe

"Sana affedilemeyecek kadar büyük hata yapan birine, akıl sınırlarının bittiği yerden başlayacak ceza vermek istiyorsan ; bütün samimiyetinle affet. Hissedilen her şeyi arşivleyen kader, kendisiyle en iyi biçimde ilgilenecektir..."
Şems-i Tebrizi

Bir hafta daha eksiliyor hayatlarımızdan. Gün içinde yüzlerce cümle kafamın içinde dolaşırken, gün sonunda onları yazıp çizemeyecek kadar yorgun, dahası isteksiz hissediyorum kendimi. Sonra ertesi sabah oluyor ve gördüğüm rüyaları, yaşadığım gerçeklerle çırpıp ortaya çıkardığım bulamacı paylaşmak istemiyorum. Bir yanım yazmak isterken, diğer yanım ne yazmak, ne de okumak istemiyor.
Böyle işte..

23 Mayıs 2012 Çarşamba

SABAH

Hiç bir uyku ertesi sabaha uyanacağımızı garanti etmez. Sabah uyandığımızda nasıl haberlerle güne başlayacağımız belirsizdir. Yine de uyanmak ister insan. Uyanamayacağı sabah, bu sabah olmasın, şimdi değil, gelecekte bir sabah olsun ister. Uzak gelecekte bir sabah.
Her sabah serçelerle uyanıyorum. Onların, adeta her tarafa fışkıran doğa karşısında söyledikleri şarkılarla. Ben mutlu olduklarını düşünüyorum. Oysa belki de sadece doğalarının gerektirdiğini yapıyorlar.
İki hafta önce sabah saat 07.00. Erenköy Ethemnefendi'den aşağıya iniyorum. Farklı bir serçe sesi duydum. Kesik kesik. Kuş cıvıltısı gibi değil de bir sinyal gibi. Bir serçe, üzerinde bir karga; onu diri diri didikliyor! Önce kovalamak istedim kargayı. Serçeyi kapıp veterinere götürebilirdim. O saatte?? Sonra karganın bu minicik avı asla bırakmayacağını, onu da alıp uçacağını düşündüm. Ve en sonunda eğer müdahale edersem büyük ihtimalle sadece ve sadece serçenin acı çekme süresini arttırmaktan başka işe yaramayacağımı anladım.
Kulaklarını kapattım. Hızla uzaklaştım oradan, sanki bu sahneyi hiç görmemiş gibi! Ama anlattım işte. İnsan ne gördüklerini, ne de yaşadıklarını unutamıyor. Acı bayatlıyor ama kesif kokusu hep hafızada, hep pusuda kalıyor.

22 Mayıs 2012 Salı

YOGA MI VAR AKLINIZDA? HADİ O ZAMAN!

Gurudwara Ashram
'YogaBaharı’
Gurudwara Ashram’da
Haziran Ayı sonuna kadar;
Her CumartesiYeni bir Stil
Yeni BirWorkshop ile
'Yoga Baharı'nı
Kutlayacağız...
İçimizde esen rüzgarlarla eğilip bükülecek,
güneşi selamlayıp,çiçekler açarak baharı kutlayacağız..
Davetlimizsiniz...
Her Cumartesi saat 14.00
Sadece 15TL

21 Mayıs 2012 Pazartesi

İçinden, tam ortasından geçişime izin verilen hayatlar oldu. Geçerken de, daha sonra ardıma baktığımda da hep kıymetlerini bildim. Kimi toprağı, kimi suyu öğretti bana. Bazısı havada koşmayı... Kulağa gerçek dışı gelse de bütün bunlar oldu. Bir  tek ateş kalmıştı, içinden geçmediğim, onu da yaşadım şükür.
Dün beni o bahçeye götüren sebebi düşündüm. Tanıdığım her insanın beni tam da olmam gereken yerlerde gezdirdiğini gördüm.. Yağmuru, bitkileri seyrettim. Ayağımın dibindeki çörekotunun güzelliğini fark ettim. Oturup anlatmak istedim ona, buraya nasıl geldiğimi. Onunla tanışmama sebep olan yolculuğumu. Sonra sustum. Çörekotu zaten bütün bunları biliyordu. Yeni öğrenen bendim!
Toprak ananın sınıfına yaptığım devamsızlığa son vermeme sebep olanı, yakında ona geri vermem gerektiğini bilsem de yaşanmışlıklarımız için toprağa, ateşe, havaya ve suya minnet ettim. Eğildim.




18 Mayıs 2012 Cuma

İÇİME SİNMEYEN

İlk dakika içime sinmeyen bir insan için son gün aynı şeyi hissediyorsam, aradakileri neden yaşıyorum? Bu kadar kıymetsiz mi varlığım ve zamanım? Aldığım dersler çok pahalı olmaya başladı. Hayatla alışveriş şeklimi acilen değiştirmeli ve hiçbir ilişki için ederinden fazlasını ödememeliyim. Artık insanlara bana verdikleri ders için değil, kattıkları güzellikler için teşekkür etmek istiyorum. Şu andan itibaren yapacağım tüm seçimler için sağduyu diliyorum:)

17 Mayıs 2012 Perşembe

SABAH GELEN MAILLERDEN SEÇMELER...

Hint felsefesinin 4 kuralı:

KURAL 1: “Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru k...
işilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz.
Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.”

KURAL 2: “Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. ‘Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı’ gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.”

KURAL 3: “İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.”

KURAL 4: “Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.”

15 Mayıs 2012 Salı

YENİ BİR SÖZ SÖYLEMEK LAZIM:)

Kim demişti, nasıl demişti hatırlamıyorum ama "yeni bir söz söylemek imkansız" demişti birisi. Söylenecek bütün sözler söylendi. Anlatılacak bütün hikayeler anlatıldı.. Öyle mi? Hiç sanmam. Hayat devam ettiği sürece hep yeni sözler, yeni hikayeler olacak. Bin kere kırılıp, bin kere onarılacak kalpler. Geçmiş çatlak patlak da olsa, insan iyi günlere inanmaya devam edecek. Ve iyi günler asla yalnız gelmeyecekler; her daim kötü günlerle kol kola ziyaret edecekler bizi. Ama gelecek, çatlak patlak olmayacak. Çünkü iyi günlerle gelen kötü günlere de kapılarımız ardına dek açık olacak. Artık iyiyi iyi yapanın, kötünün ta kendisi olduğunu bilmenin huzuru olacak uykularımızda. Ne iyi güne yapışıp kalacağız, ne de kötü günü lanetleyeceğiz. Hepsi bizim "nefes" aldığımız zamanlar olacak, birbirinden farksız...


14 Mayıs 2012 Pazartesi

ANIMSAMAK..

Sabah yürüyüşüne yalnız başlayıp, Muhterem'le devam ettim. Onunla buluşana dek aklımda Fenerbahçe taraftarının rezilliği, dün öğrendiğim şifalı bitki reçeteleri ve havanın tam da yaşamak değil, yazmak havası olduğu vardı. Muhterem'le sohbet başlayınca, eski defterler açıldı... Defter sayfalarından eski yaralar, bereler, kurutulmuş çiçekler ve daha neler neler saçıldı.
Bu defa farklıydı. Bu defa anlattıklarımı kalbim değil, aklım anlattı. Bunca yılın ardından nihayet karıncıkları ve kulakçıklarıyla tertemizdi kalbim. Acı dip köşe temizlemişti içimi. Yangın yeri olarak kalacağını sandığım gönlümde tertemiz bir hava esiyordu:)
Sonra eve geldim. İçime baktım. Asıl kırgınlığımın dostumun dostuna olduğunu gördüm. Yas süresi bitince beni bir paçavra gibi fırlatıp atan bir dostumun dostu. Hala özlediğim için rüyamda gördüğüm biri.
Aşk acısı geçiyor arkadaşlar, ama dost kaybının acısı baki.. Bugüne dek sadece bir ölüm, bir yaralım var. Allah benden çok dostlarıma ömür versin. Hep kayıplarımı anımsayacak değilim ya, bu sabah hala sahip olduğum güzel dostlarımı anımsamak ve varlıkları için şükretmek istedim:)

11 Mayıs 2012 Cuma

ENERJİNİN İSYANI!

Sabah sabah mail kutumda bulduğum ilk mesajı paylaşıyorum....


Kafalarında yarattıkları saçma bir dünyayı senin kafana geçirerek enerjini çalmalarına izin vermeyeceksin.
Hayatta sadece sorunları olduğunu düşünenleri anlamak zorunda bırakmayacaksın kendini.Hayatın gerçek bir mucize oldugunu, şiir gibi güzellikleri bağrında taşıdıgını, hayatın her insana bir şekilde gülümsediğini anlamayanlarla uğraşmayacaksın.
İlişkilerinde sadece sorunlarını dile getiren, yaşadıkları onca güzelliği yok sayan insanlara bir dakikanı bile ayırmayacaksın.
Hakkında hiç bir şey bilmedikleri halde konuşmaya kalkanları susturacaksın.
Değerinin farkında olmayanlardan uzak duracaksın. Değerini bilerek yok saymaya çalışanlara ise haddini bildireceksin.
Fındık kabuğunu doldurmayan işlerle boğuşmanı sağlamaya çalışan insanları sileceksin defterinden.
Gülüşlerini çalmaya kalkanları çıkaracaksın hayatından.
İlişkileri bir yük haline getirenleri uzaklaştıracaksın yanından ve ilişkinin mutluluk getirmesi gerektigini yazacaksın kafana.
Velhasıl, onca yılını vererek ışıl ışıl bir enerji deposuna çevirdigğn beynini düşünerek, beyinsizlere ezdirmeyeceksin kendini..
Frank Sinatra

10 Mayıs 2012 Perşembe

KADINLAR

Dün güzel bir kadınla beraberdim; ağlayabilen, gülebilen, anlatabilen ve dinleyebilen.. İnsanın güzellik anlayışı nasıl da değişiyor yıllar içinde. Yolda olanlar nasıl olup aynı duraklara uğruyor ve nasıl olup aynı dili konuşmanın hazzına varıyor... Deneyimlerimiz, çıkarımlarımız ne kadar paralel. İnsan bu gerçek karşısında şaşkına dönüyor. Ama sevinçli bir şaşkın.
Kadınların baş başa yaptıkları sohbetlerde ( kalpten kalbe, egoların davet edilmediği anlar bunlar ) birbirlerine karınlarını açmaları inanılmaz bir duygu. Ruhunun en derinlerinde paslanıp kalmış bir anahtarı alıp, beraberce kilide yerleştirmenin keyfi tanımsız. İnsanın tam göbeğinde oluyor bütün bunlar. Tıpkı size güvenen bir kedinin veya köpeğin ayaklarınızın dibine yatıp karnını açması gibi..
Nazlı Hoca "zaman geçiyor hadi" diyor. Haklı. Yavaş ve tembelim belki kendimi değiştirmek konusunda. Bu kadarım demek de işime geliyor besbelli. Fakat yolun çatalındayım artık. Kendim olmaktan başka çarem kalmadı:)

9 Mayıs 2012 Çarşamba

AYNI ŞEYLER..


Etrafımda aşk ihtimali olunca çok seviniyorum. İçim sevinç doluyor:) Bulaşır çünkü! Aşk bulaşır... Canım ciğerim Muhterem, her şey aynı ve her şey farklı! Bunu unutmayalım. İş bunu zanaat mı, sanat mı kılacağımızda. Ne olur denesen? Kalbin mi aşınır? Etin mi aşınır? Değip değmeyeceğini bilemeyiz ki? Garantici olma ne olur... Tüm deneyimlerini unut ve hepsinin ortak dersini her saniye hatırla:)
İki büyük hata diye değerlendirdiğim vazgeçmişliklerimin ne büyük şans olduğunu anladığımdan bu yana sezgilerimin önünde eğiliyorum... Zamanı başa almam mümkün olsaydı, aklımdan ve öğrenmişliklerimden çok, kalbimi dinlerdim. O daima doğruyu fısıldar. Ama fısıldar. Etraf çok gürültülü olunca duyamıyoruz. Bol bol sessiz kal, bol bol izle ne olur. Her ne ise bu yanına usul usul sokulan iyice kokla, derin derin dokun. Bakalım paketten ne çıkacak senin için? Heyecansız hayatlarımızda az rastlanan bu hediyeyi yavaş yavaş aç. Bırak biraz başucunda dursun paket. Sonra kesmeden, düğümlemeden kurdelasını çöz. An an tadını çıkart. Güzel bir paket var elinde, umutlu ol. Ve tabii her duruma hazırlıksız! Hayat garantici olanları savurup atarken, teslim olanlar için her dakika paket paket hediyelerle dolu. Teslim ol bakalım yeni hediyene. Acaba neler var içinde?

8 Mayıs 2012 Salı

ASHRAM


Dün hocamın davetiyle önemli bir toplantının katılımcısı ve aynı zamanda ev sahibi olmanın keyfini yaşadım. Yoga yolunda geldiğim noktayı belki de ilk defa gördüm. Az buz bir yolculuk değildi ki benim yaşadığım... Önce Külkedisi'ni kırmamak için, sonra iyi uyumamı sağladığı için ve uzun bir süre de belime iyi geldiği için yoga yaptıktan çok sonra sadece ve sadece bir duruşun/asananın içinde olmanın hazzını anlamaya başladım. Hala da bilmediğim, atladığım çok şey olduğuna ve yoganın benim hayatımdaki anlamının her an değişeceğine, derinleşeceğine inanıyorum. İnanmaktan öte bunu deneyimliyorum.
Sadece ve sadece ashramda oturarak- ki o zaman bunu anlamakta çok zorlandığımı itiraf ederim-, gündelik hayatı ( yemek, temizlik, yoga, meditasyon vs vs.. ) yaşayarak neler öğrendiğimi dünkü toplantıda çok daha iyi anladım. Çünkü bize ashramda yolculuğun esasları hem anlatıldı, hem yaşatıldı. Spor yapmadık biz, yogayı yaşamayı deneyimledik. Her dersimiz en az bir buçuk saat, ardından sohbetimiz de bir o kadar sürdü. Neyi, niye ve ne amaçla yaptığımızı bilerek yoga deneyimlemenin ayrıcalığını yaşadık.
Ben yaptığı işin hakkını vermek için çok çalışan bir çocuk yogası eğitmeniyim. İki yıllık bir hoca olarak da gerçekten çok iyiyim. Bunu söylememe sebep olan şey ise öğretmen arkadaşlarım ve öğrencilerim. Şükürler olsun ki egom değil.. Bu kesin. Okuyorum, araştırıyorum. Dersleri tamamlayacağına inandığım her çalışmaya gidip yakından bakıyorum. Bazıları hoşuma gidiyor, bazıları ise umduğum gibi sıcak gelmiyor. Ama yol devam ediyor. Ve bu benim yolum, sadece ve sadece benim yolculuğum:)

7 Mayıs 2012 Pazartesi

DERSİMİZ PALAVRA!

Muhterem'e soruyordum dün, "dersi gördün mü? Aldın mı? Bak biliyorsun katlanarak dönüyor öğrenene kadar..." Dün akşam aynı cümleyi, kelimesi kelimesine kendime söyledim. Zira hepimizin almamakta ısrar ettiği dersler var.. Benim ki de sezgilerimle ilgili. Bir kez daha yaşadım ki, içime ilk dakika sinmeyen herşey ve herkes er geç patlak veriyor.
Peki ben neden içime sinmeyeni gördükten sonra canımın yanacağı o yanılma, aldanma anına kadar ilerlemekte ısrar ediyorum? Neden "gördün deli, dön geri" yapamıyorum?
Neden insanların dürüstlüğe, açık sözlülüğe tahammülü olmaz? Arkalarından konuşulsun veya susulsun... Böylesi daha makbul değil mi? Peki ben neden bunu anlayamıyorum?
Bir iki gün önce okuduğum kitapta empati ve sempati kelimelerini açıklıyordu. Aradaki farkı anlayınca empati kurduğumuz insanlara sempati duymanın manasızlığını kavradım. Hiç olmazsa orada bir adım attım! Dünya için küçük, benim için büyük bir adım!











4 Mayıs 2012 Cuma

İLERİ...

Her daim birilerinden ayrıyız... Çoğu zaman da kendimizden. Etimiz, kemiğimiz, aklımız ve kalbimiz her an bir ve bütün değiller. Kaldı ki o en büyük güçle, en değerli olanla bir ve bütün olmak nerede... Hep eksiklik var sanki. Hani ayakkabım var da, çorapsız ayağımı vuruyor gibi...
Süper Prenses paket yollamış bugün. Kahve, çikolata, şeker ve daha neler neler. En çok cüzdanımı sevdim. Kendisi dikmiş. Basmadan! Çırt çırtlı! Renkleri nefis... Fotoğrafını çekip koymadıysam sırf kıskanmayın diye. Sanırım ben de dikiş dikmek istiyorum. Gerçi ne yapacağımı da şaşırdım. Yazmak, bahçe işlerine bulaşmak, yemek pişirmek ve dikiş dikmek istiyorum! Aslında galiba bahçeli bir evde yaşayarak kalan ömrümü ıvır zıvırla, tastamam gündelik şeylerle geçirmek istiyorum. Büyük büyük düşünmekten, kocaman kocaman endişelenmekten çok kendimi ve dostlarımı mutlu etmek istiyorum.
Günlük yiyeceğimi ekip biçmek, tavuğun yumurtladığı sepeti eşelemek, eskimiş kıyafetlerden yenilerini yaratmaya çalışmak... Küçücük bir dünyada, kocaman kocaman gülmek... Yüreği açan bir huzurla yaşamak.
Bu yıl çok çalıştım. Acımasız davrandım kendime. Ruhuma hiç izin vermedim soluklanması için. Çok düşündüm, az kımıldadım...
Şimdilerde çok çok yaşıyorum. Neşeli pantalonlar, neşeli cüzdanlar, kulağımda müzik... Yeniden kazıya gidecek olmanın heyecanı...
Bahar güzel! Hayatın her anı güzel. Geri dönsem bir dakikasını değiştirmezdim... Aynı aileyi, aynı dostları ve aynı düşmanları seçerdim...Canımın çok yandığı anlar dahil, kesinlikle bu hayatı seçerdim....
Televizyona cadılar çıkıyor. İnsanlar eşlerini bilgisayarlar yardımıyla bulup, hastalıklarını kimyasal ilaçlarla tedavi ediyorlar. Yiyeceklerimizde kimbilir neler var?  İçtiğimiz suyun damacanası bilmem kaç para. Artık Orhan Veli'nin dediği gibi hava su bedava değil... Of of, bunlar afyonum patlamadan aklıma düşenler. İstanbul öldürür azizim. Bu şehirde üretebilen, kendini tüketmeden üretebilen var ise helal olsun!
Her hayatımda İstanbul'a doğmuş olmak isterdim. Tabii ki bu son olsun isterim o ayrı. Ama eğer daha önce de geldiğim yer bu şehirse hiç itirazım yok. Hatta sanırım durum böyle. Ben İstanbul'un bugününü değil, geçmişini seviyorum. Bugününde olmak değil, hep geçmişinde olmak arzusu içindeyim. İçinde yaşadığımız çağa neden gönderildim, ya da ben neyi  anlayamadım da tekrar gelmeyi seçtim vallahi öğrenmek istiyorum. Ne bu hayata, ne de bu şehre bir kez daha doğmayı  hiç istemiyorum.
Bu isteğimin peşinde adım adım, bazen sürünerek ilerlerken, yanımda durup yoluma ışık olan hocama, dostlara nasıl da içim şükran dolu... İnşallah başaracağız. Sabah sabah bu istekle uyandım:)
Son hayatımı yaşıyor olmak arzusuyla...

2 Mayıs 2012 Çarşamba

BAHAR

Tam da şu sıralar dışarıda olan biten şeyin adı bu: Bahar!
http://www.youtube.com/watch?v=Nt8Ls1BUyTs

1 Mayıs 2012 Salı

ŞEYTANIMA RAĞMEN HAYATI YARATMAK :)


Daha sakin bir hayata sahip olmadan, daha doğrusu onu yaratmadan, kendimi yaratacak kadar güçlü olmadığımı görüyorum. Gündelik koşuşturmalar, bana değmesini istemediğim insanlar ve kulaklarımdan içeri izinsizce süzülen kelimeler. Durmadan zihnimde dönüp duran ve hayata geçiremediğim duygu ve düşüncelerim...
Artık çile odası ne demek, tapınaklara kapanmanın veya kenara çekilip saklanmanın değeri nedir anlıyorum. İşini çok sevmek insanı bir sonraki adıma yaklaştırıyor. Aşkla ve yüksek konsantrasyonla yapılan bir işten aldığınız haz, insana ya daha fazlası varsa dedirtiyor. Bir de var olduğunu biliyorsanız...
Şeytan bırakmaz değil mi? Kimdir bu şeytan? İçimizde mi yaşar? Kuyruğundan tutup atılmalı mıdır yoksa onunla uzlaşarak mı halletmelidir bu işleri?
Sabahları yataktan kalkabiliyorum. Okuyabiliyor ve çizim yapabiliyorum. Derslerimden zevk alıyor ve çocuklara pek çok yetişkinin bile hala bilmediği, önemini kavramadığı yoga basamaklarını öğretiyorum. Kimilerine göre soytarılık yapıyorum. Bana göre içlerine sevgi, disiplin ve soru sorma tohumları serpiyorum. Ben karar veremem kaç tohumun boy atacağına, ben sadece sezgilerimle elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Her gün düşünüyorum daha iyi bir ders nasıl olabilir, onları hangi müzikle tanıştırsam ya da neyi nasıl anlatsam diye. Genellikle de hep hocamın dediği gibi "öğrenmem gereken neyse onu öğretiyorum:)"

Londra için uçak biletimi aldım. Eylül'de gidiyorum. Bir kez daha istediğim yer orası mı diye bakacağım. Sonra dönüp İstanbul'da bir sığınak arayacağım. Olmadı mı? Bir kez daha köyüme bakarım. O da mı olmadı? Başka köyler ne güne duruyor. Elbet benim ruhuma da bir ev olmalı yeryüzünde:)