30 Kasım 2012 Cuma

DIGIDIK DIGIDIK YANA DIGIDIK:)))

Dün Eda Lisa'nın yedinci doğumgünüydü. İnanılmaz! Bizim kulede yaşayan prenses kocaman olmuş! Saçları, gözleri, kalbi, elleri... hepsi büyüyor! Tabii onun ardı sıra gelen Leyla Nora da büyüyor. Güzelleşiyorlar. Ve en garibi bana kolumdaki ya da telefonumdaki saatten çok daha farklı bir şekilde zamanın elle tutulamazlığını anlatıyorlar.
Onların hayatımızdaki sevgisi, varlıklarının güzelliği şu ana kadar yaşadığım hayatı anlamlı kılıyor. Eda Lisa ile ilk yelkene çıkışımız, Leyla Nora'nın henüz bir aylıkken kucağımda uyuyan hali... Daha nice anı o kadar kıymetli ki.. Kim sandığını neyle doldurur bilemem ama bu iki küçük kızın bende yeri çok büyük.
Dün birlikte satranç oynadık! Eda Lisa azıcık biliyor zaten. Leyla ise oyunla öğrenmeye başlamış fakat benden fazla bildiği kesin. Herkesin bir hareket izni olan bu oyunda, bakın at nasıl gidiyordu: "dıgıdık dıgıdık, yana dıgıdık!!!"
O kadar hoşuma gitti ki, anlatamam. Onlara anne ve babalarının hediyesi olan Sakar Cadı'nın maceralarını okumak, okuldan eve dönerken yol boyunca "acaba Eda'nın hediyesi nedir?" diye düşünmek...
Uzun zamandır kızlarla zaman geçirmediğimi anladım... İnsan kendinden uzaklaştıkca, sevdiklerinden uzaklaşıyor. Bugünden başlayarak tekrar gücümü toplayıp kendime yaklaşmaya karar verdim. Bu kadar terk-i diyar yeter.

28 Kasım 2012 Çarşamba

MEVSİMLER

 
 
Sonbahar seyretmek istedim bugün. Olmadı.  Bu gidişle ben yarım yamalak işlerimi toparlayıp, güneşin yaprakların üzerinde nasıl parladığını görmeye gidene kadar ağaç diplerinde bir tek yaprak kalmayacak! Hatırlarsanız baharda da erguvanları kaçırmıştım!
Şekilde görüldüğü üzere bazen farkındalık yetmiyor. Hayatı yakalamak için inatçı ve kararlı olmak lazım. Oysa ben ne inatçıyım, ne de kararlı. Daha çok ortaya karışık diyebilirim kendim için.
 
Konuya dönersek sonbahar gitti gider. Korularda dolaşmak, Emirgan'a, Beykoz'a, Büyükada'ya gitmek için sayılı günler kaldı. Sonrası uzun, derin bir karanlık! Güneşsiz, ıslak günler! Hele ki İstanbul'daysanız, nemli ve ısınmayan saatlere hazır olun. Ne paltonuz, ne de kombiniz ısıtmaz sizi. Kahvenin bile çaresiz kaldığı bir nemi var bu şehrin. Ama parmaklarınız üşümesin diye yazabilirsiniz:)
 
Bir kısa gün daha biterken, elimde onlarca iş var! Yarabbim sana inanmayı ve sığınmayı seçiyorum. Amin!

EROL HOCAM...

Dün gece rüyamdaydı. Teknedeydik. Onun artık yaşamadığını biliyordum. Dümen tutacak başka  kimse yoktu... Tekneyi güç bela limandan çıkardım. Sonra da hocamı gördüm. Bir taburede oturmuş gülümsüyordu. Yanına gidip diz çöktüm. Ona "gerçekten mi öldünüz?" diye sordum. Gözümün yaşı ellerine düştü..."Evet, gerçekten öldüm" dedi.
Erol Hocam gerçekten öldü mü? Ben onu düşünmeye devam ederken nasıl ölebilir...Onu çok seviyor ve özlüyorum.

27 Kasım 2012 Salı

DOLUNAY VE ŞÜKÜR

Çok kızgındım ben. Şimdilerde de kızgımım ama az kızgınım. Çünkü kızgınlığımın nedenini biliyorum. Henüz onunla başa çıkabilmiş değilim ya, eskisi kadar kızgın olmamak bile güzel.
Hayatımda olmayan herkes ve her şey için mutluyum. Olsalardı bugün olmakta olduğum ben olmayacaktı. İyi ki her şey tam da bu şekilde gelişmiş... Çok da canım yansa, dikenlerin acısından gül koklayamaz hale de gelsem, varsın olsun. Varsın hayat bazen diken tarlası olsun!Azıcık canım yansın. O da güzel; hala canım yanabiliyor demek ki!!!
Bütün bunlar olmasaydı dolunay çıktığında şükretmezdim. Salonun girişindeki mum çiçeğimi her sabah ve her akşam öpüp, eve ve bana alışmaları için dua etmezdim. O gün geldiğinde sevdiklerim için ne kadar ne yapabilirim diye mırıldanmaz ve kimbilir daha neler neler yapmazdım...
Olmayan her şey için memnun ve olabilecek her şey için kapılarımı açık tutacağım. İlk yanılgıda havlu atmadan şükredecek ve benim olanın bana gelmesi için kollarımı açacağım:)

EŞSİZ HEDİYELERİM

Küçücük ama sıcacık bir hediye aldım bugün. Artık şu dünyada bir dikili ağacım yok diye üzülmeyeceğim çünkü var. Tema'nın İzmir Urla'daki ormanında bir fidan diktirmiş sevgili Rüzgar benim için!  Rüzgar, benim en çok sevdiğim öğrencilerimden.. Yumuşak, yakışıklı, olgun ve sevgi dolu bir çocuk. O kadar geniş bir hayal gücü var ki, bazen ona ulaşmakta zorlanıyorum. Pek çok öğrencim gibi, onun da büyüdüğünde nasıl bir insan olacağını gerçekten merak ediyorum. Küçücük, mini minicik bir katkım olursa geleceğinde ne mutlu...
İşimi çok seviyorum. Özellikle de bana her gün yeni bir şey öğreten öğrencilerimi ve onların her an hayatımı beklenmedik bir süprizle doldurmalarını seviyorum. 70 yaş üzeri ve 9 yaş altı ile aynı dili konuşurken, diğerleriyle neden aramda bu kadar mesefa var hiç anlayamıyorum!
Masamın kenarındaki minicik taşa takıldı da gözüm, hayata bu eşsiz hediyeler için minnettarım!

26 Kasım 2012 Pazartesi

İYİ CÜCELER

İyi Cüceler'le beni Iraz tanıştırdı. İyi ki de tanıştırdı.  Böylece kitap satmayı, daha doğrusu "çocuklara kitap satmayı" ciddiye alan iki kafadarın işlettiği şahane bir panayır alanı bulmuş oldum!
Malumunuz ilk çalışmamızı 25 Kasım'da yaptık  ve o kadar eğlendik ki ikincisi için şimdiden bir tarihimiz oldu: 22 Aralık 2012, saat 11.00. Yazı boyunca paylaştığım fotoğraflar bu ilk çalışmamızdan olup, fotoğrafçımız Biranda idi.

Mekana korka korka gitmiştim. Çünkü daha önce hiç annelerin, özellikle de benim annemin izlediği bir yoga çalışması yapmamıştım! Sadece annem mi? Agi ve kızlar da geldiler!!! Eda ve Leyla beni ilk kez Elvan olmak dışında yoga öğretmeni Elvan olarak gördüler. Onlar ne hissetti bilemem ama orada, yanımda olmaları benim için çok kıymetliydi. Bu yolculuğun ilk tetikleyicisi Eda değil miydi zaten?

Oradaki annelerden bir tanesi anneme "sizin ki hangisi?" diye sormuş! Annem de beni işaret edip, "işte o benimki!" demiş:)) Açıkcası soruyu soran anne için şüphesiz süpriz olmuştur ama annem çok eğlenmiş!Arada bir kahkahalarını duydum. Bir de farklı durumlar karşısında ne yapacağımı merak eden endişeli bakışlarını hissettim... Aslında anneme ayıp oluyor tabii, onun da torunlarını izlemesi gerekirdi ama beceremedik ki!!!
Neyse, hüzün yapmayalım da devam edeyim anlatmaya; bu defa birden fazla ilk yaşadık aslında. Mesela aşırı hareketli bir çocuk sebebiyle ( adı Egemen idi ) kendi ismimi onlara söylemeyi unuttum!  Ve olaya doğruca koşarak başlamak zorunda kaldım. Sonraaaa ilk defa seyircimiz vardı dedim ya, seyirciye pipetle gülme çalışması için pipet dağıttım! Açıkcası eğlendiler sanırım:)
Aralarında annemin, Yaramaz Teyzeler projesindeki ortağımın ve üniversiteden çok tatlı bir arkadaşımın da olması ayrıca zevkliydi. Sahi, kücük çocuğu olmayanlara da mı ders versem acaba??? Kim gelir benimle oynamaya?
Bize katılırsanız kobra olur tıslarız: tııısssss ve uçak olup uçağız: vuuuuvvvv. Benden söylemesi gayet de eğleniriz:)
En kötü ihtimalle beni yerlerde yuvarlanırken izlemiş olursunuz ki, seyirci pek eğlendi:))) Özellikle baygın böcek duruşu epeyce ilgi çekti! E tabii her gün kırk yaşında bir kadını sinek ilacına maruz kalmış, kara sinek misali, yere sırtüstü yatmış ve kolları, bacakları havada debelenirken göremezsiniz:)))
Sonuç olarak ben İyi Cüceler'de yapılan her etkinliğe varım! Mekanı, Biranda'nın çalışmayı sahiplenen tavrını, etrafın rengarenk kitaplarla dolu olmasını çok ama çok sevdim! Çalışmanın sonunda yaktığımız tütsü kokusunu, dinlenme müziğimizi ve nefis Ballı kurabiyeleri*  size buradan tattıramam. Ama inanın çok isterdim...
 
 
*ballı kurabiye tarifi için bakınız ve hatta bakmışken abone olunuz: www.yaramazteyzeler.blogspot.com

25 Kasım 2012 Pazar

SAADET

Saadet bana büyük bir ders vererek gitmişti hayatımdan. Hala özlerim onu. Dostluğunu, sıcaklığını, fedakarlığını..." Hayatta en acı ve en tatlı şey dil" demişti.... Haklıydı. Sivri dilimi, sert cümlelerimi ne kadar törpülediysem de, hala istediğim yumuşaklıkta değilim. Dikenlerim ok gibi! Kabuğum yer yer çatlak ama çelik gibi! Vah bana di mi?
 
Bilerek ve bilmeyerek kalp kırıyoruz ya, aslında hiç farkı yok. Sonuçta kırıyoruz! Oyuna saatler kala aklıma düştün Saadet. Dilerim saadet içindesindir...

KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK:)

Onların, yani çocukların yogaya ne kadar ihtiyacı var bilmiyorum. İşe yarıyor mu derseniz, evet. Hepsi için olmasa da bu zamana kadar çalıştığım pek çok okulda, sayıları yüzleri aşkın çocukta işe yaradı. Suskunlar konuşmaya, dans etmeyenler zıplamaya, kendi başına kalmaya korkanlar ise derin derin dinlenmeye başladı.
Bunu görmek egoma değil, kesinlikle ve kesinlikle kalbime çok iyi geldi. Yorulduğum, kızdığım, hatta enerjimin sonuna geldiğim anlar oldu.
Her zaman mükemmel dersler yapmadım. Yapamadım. Ama öyle dakikalar oldu ki, mükemmellik arayışımın aptallığını gördüm. Elbette mükemmel değildim, neden olmak zorundaydım ki? Bazen sevecen, bazen sinirli, bazen enerji dolu ve bazen de bitkin bir kadındım nihayetinde. En zoru bu oldu; malzemeyi olduğu haliyle kabullenmek...kabullendim mi acaba? Hala şüpheliyim!
Hocam sorun kalp çakranda diyor. Biliyorum. Elbette onda sorun! O kadar kırıldı ve o kadar kırdı ki.. O kadar korkuttu, o kadar koktu ki.. Yıldı. Tükendi. Vazgeçti. Umutlandı. Ve poposunun üzerine oturdu. On kalplik yaralandı!Lime lime oldu, yamalandı. Yerlerde süründü, sonra bulutların üzerinde uçtu. İniş çıkışlardan telef oldu. Sonunda durdu işte!
Bu sebeple çocuk yogası gerekli. Kalbi çalıştırmak için. Ama görüyorum ki tekbaşına değil, onun bile yardıma ihtiyacı var. Eğer bu derslere inanıyorsam, sırf bu sayede yaşadığım içindir. Bana iyi geleni almaya ve vermeye gidiyorum sınıflarıma. Kucaklaşmak, dans etmeyi denemek, bolca eğlence ve huzur için. Diyorum ya, her zaman çok başarılı değilim. Yine de elimdekinin en iyisi için çalışmaktan yılmıyorum.
Bugün İyi Cüceler'de dersim var. Hiç tanımadığım çocuklarla oynamak için orada olacağım. En az onlar kadar, belki onlardan daha çok heyecanlıyım. Her oyunda kalbini masaya koyan ben, bunu yapmazsam oyuna katılmayacaklarını biliyorum... Korka korka oynamaya gidiyorum:)))

20 Kasım 2012 Salı

 
Canım dostum, bu şarkı bana seni hatırlattı. Pek bir naif, senin gibi...Allah seni hayatımdan eksik etmesin. Amin!

19 Kasım 2012 Pazartesi

RAPOR 1



Pek Kıymetli Prenses,
 
Sana mail yazacağıma oldu olacak blogda yazayım olanı biteni, hem diğer dostlar okusun, hem de sen buralarda dönen, döndürdüğüm dolaplardan eksiklenme istedim.
Sondan başa doğru gidersek, bugün Jale'nin Hamileler Kulübü için yani çocuklarla C.tesi derslerimi yapacağım mekan için temizlik günüydü. Işıl ışıl, tertemiz ve aynalarla kaplı, ferah bir salonumuz var artık! Gördüğün zaman bayılacaksın. Ayrıca bu güzel salonun tanıtımı için İyi Cüceler isimli harika bir kitapevinde tanıtım dersim olacak 24 Kasım'da. Bak bu dersi kaçırdığına da üzülebilirsin zira senin Noel kurabiyelerin kadar olmasa da biz yani Agi ve ben, sağlıklı kurabiyeler pişireceğiz; ATEŞTEN UZAK TATLILAR kitabından seçme tarif anlayacağın:)
 
Haftanın olayı ise inan birden fazla. İnanmazsın saçlarımı kestirmeye gideceğim. Ayrıca Kitap Fuarı bu yıl bil bakalım kimi ağırlıyor? Erika Bartos! Yani bizim çevirilerini yaptığımız yazar geliyor. Perşembe günü hayatımda ilk defa bir kitabın üzerinde adım yazılmış olarak kitap fuarına katılacağım!
Bakarsın bir sonraki yıl benim kitabım olur raflarda?? Hayat!
 
GELELİM HAFTA SONUNA...İnanmazsın Bursa'daydık! Muse, Burcu ve ben Bursa'ya gittik..C.tesi bol bol gezip, Hünkar Köşkü, araba müzesi falan iyice yorulduk. Tekerlekler müzeden:)) ÇOCUKLU ARKADAŞLARA BU MÜZEYİ ÖNERİRİM, ÖZELLİKLE ERKEK ÇOCUĞU OLANLARA.
 
Akşamına ArapŞükrü denilen şu bizim Nevizade'mize benzeyen bir yerde bir güzel rakılandık. Baban için de içtim bir tane. İnşallah ruhuna gitmiştir serinliği... Çok güzel bir gece oldu. Önce müzisyenlerin tıngırtısı canımızı sıktıysa da kafalar güzelleşince , ki bak ne haldeyiz...
 
İnanmazsın gecenin en güzel haberi bir aşk hikayesi ihtimali. Şu sağda gördüğün esmer afet bak nasıl gözleri parlayarak bakıyor yağız delikanlıya:)
 
İkisinin baş başa çekilmiş ilk fotoğrafı bu. Tabii arkadaki tuvalet girişine falan takılmamak lazım:) Kaldı ki bu da aralarında bir başka şaka konusu! Nasıl dersen, oğlan ayağa kalkınca kız hüzünlü bakışlarla sordu: "gidiyor musun?" Cevap: "evet, ama tuvalete!"
Kız: "ha, tamam o zaman"
Geceyi okkalı bir kazık yiyerek ve demli çay içerek kapattık ama inan ne çay kötü geldi, ne kazık. uzun zamandır içtiğim en berbat çay olmasına rağmen, düşün ne kadar güzelleşmişim ki, huysuzlanmadım!
Ertesi gün kafamız davul halde kalkıp CumalıKızık köyüne gittik. Orayı ayrıca yazacağım. Bir gün seninle buralara yakın köyleri gezmeliyiz canım. Öyle güzel yerler var ki... Ama Sapanca'dan başladık sayılır değil mi?
Bak bu fotoğraf da Botanik Bahçesi'nin içindeki kebapçıdan Ne kadar güzel bir görüntü değil mi? Bayılıyorum böyle ayrıcalıklı yerlere. Bu ülke herkese ve herşeye rağmen hala o kadar güzel ki..
İşte Süper Prenses, Bursa gezisi kısaca böyle bitti.
 
Biraz daha öncesinde ise yanİ, araba yolculuğumuzda başka gündem maddeleri de vardı tabii mesela;
 
Elvan: "Mustafa, Fransızlar franjit gibi konuşuyorlar değil mi?"
Mustafa cevap verir: "Aman be canım faranjit olsunlar da frijit olmasınlar!"
 
Elvan: "Burcu biliyor musun, karşılaştığım öküzleri toplasam çiftlik kurardım!
Burcu: "Ama öküzden süt alınmaz ki!"
 
Ayrıca 18 Kasım'da Orhangazi'den, yani yolumuza çıkan son öküzün memleketinden geçmek de tuhaf geldi... Hayat ne acayip, bir küçük anı, mekanların anlamıyla nasıl da oynuyor...Üzüldüm biliyor musun? Bu kadar yanılmış olmak üzdü beni; hala inekle, öküzü ayıramıyorum!

Özetle olan biten bu kadar. Birkaç adet kestane şekeri almak dışında kendimi kaybetmeden oralardan dönmeyi başardım.
Yine yazacağım sana. Zira yarın çok önemli bir gün, Zeynep'le dondurmacıya gideceğiz:))) Çok heyecanlıyım. Bana telefonda sıkı sıkı tembih etti: "bak Elvan, bu defa beni okulda unutma!"
 
Öpüyorum seni!
 
 
 
 
 
 

15 Kasım 2012 Perşembe

HAYATIN ANLAMINA DAİR...

 
 
 
"....ANCAK HAYATINI DEĞİŞTİRECEK VE MAHVEDECEK BİRİNE RASTLADIĞINDA HAYATIN BİR ANLAMI OLUR..."
BONSAİ, A. ZAMBRA

12 Kasım 2012 Pazartesi

ADAM KALDI MI ŞEHİRDE?


İstanbul'da yaşamak nedense bugün zorladı beni. HEM GÜLDÜM, HEM DE KIZDIM. Belki de bir türlü gelemeyen kışın huzursuz bekleyişinden oldu bütün bunlar. Ya da belimdeki ağrıdan. Bilemem ama zorlandım. Bağdat Caddesi'nin tıkanıklığı, marketteki insanların kabalığı ve özel alan vermeksizin k..ımın dibine kadar yaklaşmaları, kasadaki çocuğun şapşallığı, sokağın ortasına park edip, sonra utanmadan " ne olacak ki canım, burada daha iki arabanın geçeçeği kadar yer var!" diyen kadının pişkinliği.. Henüz mağazaya girmiş ve daha elimi ancak bir ürüne uzatmışken bedenimi soran ve bana nefes aldırmayan tezgahtarın baskısı... Of yani!
 
Zor bir şehir burası. Hastalıklarla dolu ve "KENDİMDEN BİLİYORUM"; KESİNLİKLE nevrotik bir şehir! Polis, ambulans vesaire gibi şeylere ihtiyacımız olacak diye ödüm patlıyor... Bağdat Caddesi'nin yüzde bilmem ne kadarı yıkılacakmış.. Adalara giden vapurlar daha da azaltılacakmış... Bize ne yapmaya çalışıyorlar? Yakında onların anladığı biçimde müslüman olmayanları gaz odalarına mı tepecekler? Yoksa katli vaciptir diyerek kıtır kıtır doğrayacaklar mı?
 
Ne kadar korkunç yahu! Basbayağı hoyrat davranıyoruz birbirimize. Ne sevgi kaldı, ne saygı... Anneannemle dedemin birbirine nasıl seslendiğini hatırlıyorum da... Niye yalnız olduğumu daha iyi anlıyorum!!
 
Üzüldüm bugün. Neden? Belki de yeterince yoğun değildi kafam, sırf bu yüzden gözüme takıldı herşey... Veya başka bir yönden düşünürsek farkındalığım mı yüksekti? Nereden bakayım ben bu şehre, bilemedim...

10 Kasım 2012 Cumartesi

BİZİM!

Agi ile çevirdiğimiz, daha doğrusu onun çevirip, benim Türkçeleştirdiğim serinin önemli bir parçası olan Mevsimler Kitabı çıktı! Fuarda Erika'da aramızda olacak. Yani onun karakterleriyle tanışmak ve hikayeyi bizzat kendisinden dinlemek isteyenleri fuara bekliyoruz:)
 

8 Kasım 2012 Perşembe

7 Kasım 2012 Çarşamba

KIŞ KIŞ KIŞ

Kışa giriş günüm bugün.  Muhterem'le sabah yürüyüşümüzün yağmurla kesildiği, kalbimin tam takır kuru bakır olduğunu iliklerimde hissettiğim, ( P. Özer'in cümlesiyle üzerine kırk köy kurulacak kadar ıssız!!! ) omuzlarımın serin havadan saklanmak için kulaklarıma yapışmak istediği gün de tam olarak bugün.
Bugün kışın ilk günü ve tabii  az sonra ilk gecesi.
 
Son haftalarda her gece uyanma alışkanlığı edindim. Uyanıp, öylece yatakta duruyorum. Düşünmüyor, uyumuyor ve akıllı bir hareket yapıp kalkmıyorum. Öylece uzanıyorum. En geç altı buçukta "eeeh yeter ama sabah oldu" diyerek kendimi yataktan çıkartıyorum. Sonrası çizimler, çeviriler... Yarım yamalak ertelenen işler, ziyaretler, manikür randevusu, banyo, oda toparlamaca, spor, ders yazmak derken al sana yine gece! Gözlerim gün boyu iyice hassaslaştığından okumakta zorlanıyorum. Televizyonda da hep aynı saçma zımbırtılar... Victor'u özlüyorum... Jasmin yanımda olmadığı için mızıldanıyorum!
 
İçimden kış kış, KIŞ demek geliyor. Onu kovalamak ve bir an evvel erguvanlara kavuşmak istiyorum:) Sonra yumuşacık kazaklarımı, Semra Ablanın ördüğü harika bordo hırkamı, mis gibi noel zamanınını, sıcak şarap ve tarçınlı kurabiyeleri düşünüp gülümsüyorum. Yeter ki sağlıklı ve sevdiklerimizle olalım di mi?
 

6 Kasım 2012 Salı

KALP KRİZİ

 
GEZEGENİN SEVGİ PROBLEMİ ÇIĞ GİBİ BÜYÜYOR....Birbirimizi sevmiyoruz. Sevmek nasıl bir duyguydu unuttuk... Sevmediğimiz işlerde çalışıp, sağlıklı kalmak adına sevmediğimiz yemekleri yiyoruz.. Sonra, hiç tercih etmediğimiz halde zamanımızı spor salonlarında geçirip, yine hiç sevmediğimiz hareketlerle debeleniyoruz! Gazetede sevmediğimiz haberleri okuyor, moda oldu diye ayaklarımızı daracık ayakkabılara tıkıştırıyoruz. Beş para etmeyen içkileri "in" olduğu için içiyor, aslında ucundan geçmeyeceğimiz insanlara "belki birgün işime yarar" diye selam veriyoruz! Sevişmek ömrü uzatıyor diye olmadık kadınlarla/adamlarla sevişip, tatminsizliğimizi üçe katlıyoruz.. Sevmek ihtiyacımızı durmadan dile getiriyor ama se- ve- mi- yo-ruz! Bunlardan en az birkaçını ya da benzerlerini hangimiz yapmıyoruz ki?
 
Korkuyoruz. Kimimiz kaybetmekten, kimimiz kırılmaktan, bazılarımız yalnız kalmaktan it gibi korkuyoruz işte! Bu yüzden az sevdiğimiz adamlara ya da kadınlara "eyvallah" çekip çocuk yapmayı göze alıyoruz! O bile saf sevgiden yapılmaz oldu! Yuh!
 
Oysa her Allahın günü birileri ölüyor. Üstelik genç insanlar. Bazıları ruhen ölürken, bir o kadarı da bedenen ölüyor. Bu sabah Muhterem yirmiyedi yaşında gencecik bir adamın ölümünden bahsetti. varlıklı, iyi eğitimli, aşık bir adam neden ölür yahu?
 
Kalbimiz için meditasyon yapmayı öneriyorum. İyileşsin ve yeniden sevmeyi, sevilmeyi hatırlasın diye...

5 Kasım 2012 Pazartesi

AŞK EŞİTLER ARASINDA OLUR...

Ne zaman bir ayağımı içeride, diğerini dışarıda hissetsem, için için bilirim bana o evde yer yoktur. Odaları bol, yatakları yumuşak, yemeği lezzetli de olsa yoktur işte. Benim için yer yoktur.
Aşk böyle bir şey mi? İnsan neden hep farklı basamaktakini sever? Neden aşağıya bakarken manasızca bir şefkate, yukarıya bakarken abartılı bir hayranlığa kapılır? Neden bir Allahın kulu da gelip, aynı basamakta durmaz?
"Aşk eşitler arasında olur" diye buyurmuş değerli bir büyüğümüz, o zaman bu aşk değildi, üzülmeye de gerek yok. Varsın o kapıdan içeri atılmasın bir adım. Adı aşk değilse zaten, ne manası var ki bu misafirliğin?

KIRIK MI, ÇIKIK MI?

 

4 Kasım 2012 Pazar

ÖMER PAŞA MAHALLESİ


Ömer Paşa'nın kim olduğunu merak ediyorsanız, Hz. Google size yardımcı olacaktır. Ha, Ömer Paşa'da yaşamak nasıl birşey derseniz, yeni bir Ömer Paşa'lı olarak azıcık anlatayım.
Aslında bUralarda yeniyim. Açıkcası ilk taşındığımızda pek de bayılmamıştım. Çok gürültülü gelmişti. Sadece Stella ve Monty'ye yakın olması ve bizim balkona uzanan ağaçlar hoşuma gitmişti. Üstelik eski evimize de uzak sayılmazdı. Tabii bir de denize..
Bana sorsanız ya adalardan birine ya da Beykoz - Kuzguncuk hattına yerleşmek isterdim.. Ama kaderde Ömer Paşa varmış ki, geldik işte!
 
Bizim mahallenin en güzel tarafı hala birbirine selam veren insanlar ve "onu alma abla, tazesi az sonra gelecek" diyen sevimli dükkan sahipleridir. Tabii birbirinden şahane pastanelerimizi, o pastanelerde oturan tiptop sevimli mahalle sakinlerimizi unutmak istemem.
 
Ömer Paşa'da hayat erken başlar. Hele bahar falan ise daha da erken başlar. İnanmazsınız bizim buralarda hala ladino konuşan hanımlar var. Sabahın inanılmaz erken saatlerinde pırıl pırıl kıyafetleri, derli toplu saçlarıyla ya yürüyorlardır, ya da lokal pastanelerden birinde sohbettedirler.
Ladino demişken koşer kasap ve marketimiz, hatta bir sinagog ve camiimiz bile var! Daha da güzeli oyuncak müzesi ve ekmek fırını! İnanabiliyor musunuz, İstanbul'da ekmek fırını olan bir mahallede yaşıyorum!
 
Ah bir de çiçekçilerimiz ve çiçekler var. Bahçelerdeki epeyce yaşlı ağaçlar ve o ağaçlara saklanıp şarkı söyleyen kuşları da unutmayalım. Sadece annemle konuşan bir kargamız bile var!
 
Tren istasyonlarına, Perşembe ve P.tesi pazarına yakın olmaya, canım isterse pazara gidip taze sebze ve meyva alabilmeye,  Bağdat Caddesi'ne ve orada bulabileceğim bir fincan güzel kahveye sadece beş dakika mesafede yaşamaya bayılıyorum. Pilates derslerine yürüyerek gidebilmek de cabası.
 
Elbette Stella ve Monty'nin buradan taşınması ve onlara pijama ile gidip gelememek üzücü... Şimdilik karşı komşumuzun kahve ikramı ve kırk yıllık bir mum çiçeğinin seyriyle mutlu kalmaya çalışıyorum. Tacettin Bey'in denizcilik yıllarına ait maceraları dinliyor ve bir gün, küçük bir parçası  benim olacak mum çiçeğine bakıyorum da Ömer Paşa'ya taşınmak hiç fena olmadı:)

Unutmadan, buranın eski eşimin ailesinin ve Süper Prenses'in de mahallesi olduğunu söylemiş miydim? Hayat nasıl da garip bir çember değil mi? Hala onların sevdikleriyle selamlaşıyor olmak da ayrıca güzel...

Tek fena yanı Titiz ve Ümit pastanelerine bu kadar yakın oturmak! Kendimi uzak tutuyorum tutmasına ya, Tanrı beni neden sınıyor diye düşünmeden de edemiyorum doğrusu:)))

Bu akşam içimden buralardan bahsetmek geldi nedense... Ömer Paşa'dan sevgilerle...

PAZAR GÜNÜ HEDİYESİ...

3 Kasım 2012 Cumartesi

ALICE İÇİN DÜZELTMEDİR..

“Lütfen söyler misin bana, burada ne yana gidebilirim?”
“Bu gitmek istediğin yere bağlı,” dedi Kedi.
“Neresi olursa, önemi yok,” dedi Alice.
“O zaman ne yana gitsen olur,” dedi Kedi.
Alice, sözünü açıklamak amacıyla, “Yeter ki bir yere varayım,” diye ekledi.
“Tabii varırsın,” dedi Kedi, “yürümekten yılmazsan, bir yere varırsın elbet.”
Alice, bu doğruya karşı çıkılamayacağını sezdi, başka bir soru denedi: “Buralarda nasıl insanlar oturuyor?”
Kedi sağ patisiyle bir yuvarlak çizerek, “Şurada,” dedi, “bir Şapkacı oturur, şurada da,” öbür patisini salladı, “bir Mart Tavşanı. Hangisine istersen git; ikisi de delidir.”
“Ben deldiler arasında ne yapayım?” dedi Alice.
“Başka çaren yok ki,” dedi Kedi, “hepimiz deliyiz burada. Ben deliyim. Sen delisin.”
“Benim deli olduğumu nereden çıkarıyorsun?”
“Mutlaka delisindir,” dedi Kedi, “yoksa burada ne işin var?”


*Düzeltiyorum; orjinal metine göre Tavşan değil Sırıtkan Kedi'dir Alice ile konuşan.

NE OLDU?

Her biri için mazeretim vardı; aynı dili konuşmuyorduk... Aynı şeye inanmıyorduk. Taşıdıklarımız, bıraktıklarımız farklıydı. Baktığımız ne olursa olsun, ona dair yorumumuz aynı olmuyordu. Yani benim her defasında kaçmak için "gerçek" ve "en geçerli" sebebim vardı. Ha, hiç mi durmak istemedin derseniz, evet, aslında bir defa durmak istedim. Ve o zaman da verdiğim kararların karması olsa gerek; basbayağı kovalandım!HEP BANA RAHAT BATACAK DEĞİL YA, bu defa da başkasına battı!
 
Çok meraklananlar için anlattım:) Herkese güzel bir C.tesi, Pazar diliyorum. Kucak dolusu sevgiler..

1 Kasım 2012 Perşembe

SİLKELE SİLKELE UMUT GERİ GELSİN:)

Bu sabah yürüyüş yaptık Muhterem'le. İyi geldi, özlemişim kendisini...Şimdi de tavadaki mantarlar kızarana kadar duş sonrası kahvem ve klavyemle kaldım... Yazmak istediğim çok şey var. Söylemek istediklerim.. Aramam gerekenler.. Ama içimden gelmiyor. Sanki ne yapsam, ne söylesem yanlış anlaşılacak. Nereye gitsem eksik, nerede kalsam fazla olacağım.. Buluşmalarımı erteliyor, işlerimi savsaklıyorum. Ezildim sanki. Üzerimdeki ağırlığın bir buluttan bile hafif olduğunu biliyorken, neden onu kocaman bir kaya gibi algılıyorum? İçinde kaybolacağım yeni bir gerçekliğin kapıda belirmesini bekliyorum. Umudum sallandı biraz!
 
Duruyorum. İsteyerek bir durma da değil bu. Kıpırdayamıyorum. Oysa az ısıtan sonbahar güneşini, kızıla çalan yaprakların ışıltısını o kadar çok severim ki.. Bu mevsimde Bursa'da olmaya bayılırım. Hatta Sapanca'da... Sanırım gelecek günlerde bunları yapacağım.. İçi azıcık tozlanan ruhumu silkelemem gerekiyor:)