26 Ağustos 2014 Salı

MODERN SANAT



Son aylarda gördüğüm, duvarıma asmak için çırpındığım ama sanatçıyı ikna edemediğim için alamadığım şahane bir eseri paylaşıyorum. Bu tablo Leyla Nora Kirişoğlu'nun doğaçlama çalışmalarından biri olup, bana sorarsanız kendisi gelecekte çok daha güzellerini yapacaktır.

Eser sanatçının ruhsal çalkantılarına kurban gittiği için fotoğraf elimizde kalan son örnek. Tıpkı İskenderiye Kitaplığı ya da Rodos Feneri gibi di mi? Artık olmaları gereken yerde değiller ama bu bir zamanlar tüm Akdeniz'i büyüledikleri gerçeğini değiştirmez:) Kısacası Leyla Nora Kirişoğlu diyorum. Bu ismi unutmamanızı öneririm.

İSTANBUL: HAKKINDA YETERİ KADAR YAZILMAMIŞ ŞEHİR...


Geçtiğimiz Pazar sabahı vapurla Beşiktaş'a geçmek ve hemen aynı vapurla da dönmek zorunda kaldım. Önce mızıldandım. Sonra sustum! Sustum çünkü elimde kahvem, pencerede şehrin nazlı nazlı süzülen hali tam seyirlikti! Günde yüz kere küfürler savurduğum şehir hayatında en masumun yine şehrin ta kendisi olduğuna ayınca, geriye sadece ben, sabah ve İstanbul kaldık.


İstanbul'u sabah, daha kimsenin ayakları altında ezilip hırpalanmamışken seyretmek, eski bir sevgiliyi rüyada görüp sabahına tazelenmiş ve aynı zamanda fazlasıyla buruk uyanmak gibi. Zira bu sadece bir rüya. Tabii bir kaç saat sonra tamamen değişeceğini bildiğim bir manzaraya bakmak da rüya gibi bir tür yanılsama. Olsun, an için paha biçilmez.


Vapurda oturup dışarı bakmak uzun zamandır dur durak bilmeyen telaşımı silip süpürdü sanki. Kendimi olup olabileceğim en güvenli kollarda kaslarım gevşemiş ve sakinleşmiş olarak buldum. Beni geren, şehir karmaşası nereye saklanmıştı? Aslında o hiç yoktu. Gerginlik insanlardan kaynaklanıyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Azaltmak için de hiç istekli değiliz.
Neyse, hakkında yeteri kadar yazılmamış şehir, Pazar sabahı bana hissettirdiklerin için teşekkür ederim.


23 Ağustos 2014 Cumartesi

UNUTMADAN SEVGİLİ H.S..





Nasıl da saçma farkındayım ama bu şarkıyı dinlerken aklıma sen geldin. Sen, sen kendini bilirsin... 
Adada, Moda'da içilmemiş onlarca şişe rakılarımız varken... Üstelik daha bir kez bile birlikte yelken açmamışken bilinmez bir sebeple benden vazgeçtin ya, helal olsun sevgili H.S. 
Hala içime sindiremesem de, rüzgarın bol olsun bacım. Öperim yanaklarından!

http://www.youtube.com/watch?v=3Vj2tTBmHT8

DAHA ÇOK "GAYE SU AKYOL" İSTİYORUM!


http://www.youtube.com/watch?v=Gyl3M723QVw

Ne o? Ev taşıyoruz diye sanattan koptuk mu sandınız? Yooo, bakınız Ekin Hanım sayesinde kimi buldum?
Gaye Su Akyol! 
Tanışın tanışın. Bence son zamanların en orjinal işlerinden biri olmaya aday. Allah biliyor ya ne müzik dinleyecek, ne de gülecek halim kalmamış idi. Gel gör ki kımıldamaya itiraz eden kaslarım bu enteresans yorumla gevşedi:

http://www.youtube.com/watch?v=qel07RLzC7Q

Klibin hastası oldum. Çiçek dürbünü, sirk, kumpanya!! Oy oy oy sabahlar olmasın! Gaye kardeşimiz her ne yiyor, içiyor ve kokluyorsa helal olsun!Kendisine ilham veren her nane helaldir zannımca. Öperim alnından! Bu kadınların sayısı artsın isterim, Allah ailesine bağışlasın derken, sözlerimi favori şarkımla bitiriyor ve IKSV Salon bilir kişilerine sesleniyorum: bu kızı sahnenizde dinlemek isteriz.

http://www.youtube.com/watch?v=3Vj2tTBmHT8

Biliyorum
Koşarak geldim, kaçarak gidiyorum
Köşkünde yer yok bana yeni yeni anlıyorum
Bitmiş bütün cümleleri yosun ruhu akıyorum
Konuşma hiç luzum yok her şeyi duyuyorum
Rakıyı sensiz içeyim diye
Köprüyü yalnız geçeyim diye
Küllenip biteyim diye
Sevdirdin kendini biliyorum
Rakıyı sensiz içeyim diye
Köprüyü yalnız geçeyim diye
Küllenip biteyim diye
Sevdirdin kendini biliyorum



20 Ağustos 2014 Çarşamba

SEVİNÇLE UYAN...


http://www.youtube.com/watch?v=cn88N8xcRZM


Haftaya yüreğim pır pır, sinirlerim ayakta başladım. Pazar gecesi gözüme uyku girmedi, eski yatağımda uyuyamadım. Sanki onu terk ettiğimi bilmiş, bana küsmüş gibiydi... Umursamadım, zira artık tek arzum var "yeter ki ben bana küsmeyeyim!" Gerisi yalan, fasa fiso.

Hayat yıllar içinde insanı defalarca doğurur ya, sanırım bu da benim doğum anlarımdan biri... Ve tabii ilk defa olduğu gibi yine erken ve ters bir doğum yaşıyorum.. Hayat, doğum travmalarımla barışmama izin verir mi bilmem, sadece deneyebilirim hepsi bu. Neyse ki yalnız değilim. gerçi Nur Hanım durmadan "yalnızsız sen!" diyerek kulaklarımı çekiyor ama.. Olsun, iki kişilik yalnızlığı asla kabul etmedim, etmeyeceğim. Etseydim, edebilseydim eğer, bir zamanlar dünyanın en naif adamıyla evliydim, evli kalırdım.


Yeni evimde henüz uyuyamadım. Yatağım yarın geliyor. Sanırım ilk uykum olsa olsa P.tesi mümkün. Dün Prusya Kralı, Nur Hanım ve  İşletme/Kontrol müdiremiz Deniz Hanım ( bakınız buzdolabını nasıl da tikkatli inceliyor:)) yanımdaydılar. Sağolsunlar hem sağa sola göz kulak oldular, hem de tam buğday unu ile yapılmış İsveç keki ile karnımızı doyurdular.


Galiba sonunda mutluyum. Galiba diyorum, çünkü o kadar uzun zamandır kronik mutsuzlukla savaşıyorum ki, silahlarımı bırakmayı unutmuşum! Dürtülmeden yaşamayı unutmuşum! Dün evimin bomboş salonunda canım Feridun'dan kalan çalışma masama uzun uzun bakıp, artık gönlümce yazı yazabileceğimi bilmenin huzuruyla doldum. Tabii maskaralığımız bol idi. Bakınız ilk yoga öğrencim geldi bile:


Şekilde görüldüğü gibi hayatında bir tek yoga dersi dahi görmeyen Prusya Kralı doğuştan yetenekli. Neden derseniz, biz çocukken çıldırtıcı bir ekip olarak çalışırdık. Mesela annem "Elvan tırnaklarını yeme kızım, ellerin çirkin olur" derdi, ben de ayak tırnaklarımı yerdim! Kısacası yaşımız büyüdü büyümesine de kafa aynı kafa:))



Anlayacağınız yalnızlığımla ve seçimlerimle barıştım. Mutlu olmaya hazırım. Başıma gelen bir seri talihsizliğe rağmen kalan zamanımı iyi yaşayacağım. Yeni evimde bütün dostlarıma* yer var. Telefon açmadan gelebilirsiniz. Zira zaten bir ev telefonum yok:)

* Süper Prenses özellikle sana yine bir oda ayırdım, bilesin. Ama bu evde ayrı bir misafir banyosu yok. Oraya çamaşır makinasını koyduk:))

16 Ağustos 2014 Cumartesi

TAŞINMA VOL I


Bugün itibariyle taşınma eylemine start verildi. Annem nevresimler, havlular, bardaklar vs ne varsa bir bir çıkarttı. Sandıklar açıldı, dolaplar silkelendi. Ben de kullanmaya kıyamadıklarımı kutularından çıkarttım. ( fotoğraftaki tuz&karabiberlik rahmetli Mediha anneannenin hediyesiydi, sofrada şimdi kısmet olacak inşallah:)) Şu an inanmazsınız kazan doğurdu gibi oldu ve bizim ev bir evcik doğurdu!
İlk partide E.A. Hanım sayesinde en kıymetli eşyalarımdan birkaç parça (  içki şişelerimiz, katı meyva  suyu sıkacağımız ve kurabiye kavanozumuz gibi gibi ) şimdiden eve gitti bile!
Üstelik Prusya Kralı'ndan ev hediyesi olarak bakınız ne sözü aldım:
Yarın kısmetse kıyafetleri toparlarız ve P.tesi'ye sadece bavullara yerleşmek ve Ayedaş macerası kalır. Galiba bu süratle Çarşamba gecesi evde, evimde uyuyabileceğim! Ay çok heyecanlı!

NE HEYECAN, NE TELAŞ BÜTÜN İŞLER YAVAŞ YAVAŞ...

Söylerken kolay ama kombi bakımı yaptırırken, zemin taşlarını temizleyecek abileri beklemek ve hepsi gidince Ayedas'a yetişmek pek değil! Şikayet etmek istemedim, sadece yurdum insanı cep telefonu yüzünden kolundaki saati de çıkartınca randevulu işler daha da aksadı manasında mızıldandım. İnsan gavurda en çok bunu seviyor: düzenli hayat! Ha, onun da kendi içinde bir sıkıntısı var ki, pek süprizsiz. Olsun canım, bir kaç hafta için bünyeye çok iyi geliyor.

Neyse, geldik pek çok şeyin bittiği ve başladığı yere. Bu hafta sonu aklım fikrim yeni evimin eşiğinde cirit atacak. Eşyalar kafamda odadan odaya dolaşacak. Renkler kolkola girip bana nanik yapacaklar... Olsun be, bugüne kadar hep benden başka birilerini de ilgilendiren evler için didindim. Bu kez ilk defa kendi evimle ilgileniyorum. Her zaman karşımdakinin sevdiği şeyleri anlamaya çalışmaktan, şimdi ben severim sorusunda çuvallıyorum! Açıkcası garip bir yalnızlık hissediyorum. Çünkü henüz bu hayatın denenmişliği ve evin bir yaşanmışlığı yok. Orada hiç sevinmedim ve hiç üzülmedim... Galiba her yeni başlangıç gibi biraz zamana ihtiyacım var. Yeniliklerden korkan ve kabuğuna saklanan bir yengecim ben nihayetinde. Ha, korku beni durdurur mu? Yooo, tek kıskacım kalsa da yapacağımdan geri durmam, duramam ki!

Bugün derin bir nefes alıp eşyalarımı toplayacağım. Yatağımı seçeceğim. Bunlar olmazsa olmaz işler ama aklımda ne var bir bilseniz... Sazende!


Bu fotoğrafta kendisini koltuğun arkasına sıkıştırmışlar ama perde halini bir görseniz... Persan bununla kalsa iyi, ya o kayıklara, yalılara ne demeli.. İçimdeki Osmanlı ve Akdenizli fena bir kavga halindeler. Bakalım hangisi kazanacak?

14 Ağustos 2014 Perşembe

YÜKSELEN TÜRKİYE DİKKAT ET BAŞIN GÖKTAŞINA ÇARPMASIN!



Ülkede işler pek değişmiş azizim.  İnanmazsın, bu sabah yeni evimin abonelik işleri için 08.30 da yola çıktım ve daha öğle tatiline yarım saat vardı ki neredeyse hepsini tamamlamıştım! İnanabiliyor musun? Üstelik bir güzel mekanlar, bir ilgili memurlar vardı ki, anlatamam.
Vallahi şaka değil, IĞDAS binasına girmem ve çıkmam toplamda beş dakika, ISKI binasındaki işlemlerim ise en fazla onbeş dakika sürdü! Ki içinde kardeşime devrettiğim abonelik de vardı. AYEDAS da çuvalaldım çünkü tesisat numaramı almayı unutmuşum. Üstelik önceki kiracının adını yazdığım kağıdı da kaybetmişim. Neyse günün nazar boncuğu olsun! zaten üçünü de halletseydim, bünye alışık değil, yığılır kalırdım!

Diyeceğim o ki, dekoltesiz, kahkahasız, hamileyken sokağa çıkmasız ve dayak yediğimizde susmalı, çıkan kısmeti kör topal demeyip alarak beş çocuk doğurmalı bir hayatın bedeli buysa insanın kafası karışıyor! Yani özetle büyüklerimiz bize " toplu yaşamanın yarattığı sinir hastalıklarından alışılagelmişleri engelledik, yerine bunları alın mı diyor?" 

Aklım fena halde bulandı! Sıcak bir yandan, metronun konforu öteden, hey yavrum hey!

BİLEN BİLİR BEN POLTİKADAN FALAN ANLAMAM. Dolayısıyla ne sözlerimin, ne de davranışlarımın içinde siyasetten kırıntı bulamazsınız. Yine de siyaset yapıp kafatasının içinde akıldan, kalbinde vicdandan kırıntı bulunmayanlara göre kendimi şanslı hissediyorum!
Bu sabah gerçekten işlerim tıkır tıkır yürüdü yürümesine de yine mutlu olmadım! Bireysel tatmin öylesine anlık ki. Az sonra otobüste yine halka karışıp amcalardan birinin terli koltuk altını kokladım, sonra bebekli kadının sıcakta zar zor ayakta duruşunu ve şoförün bizleri bir kasa elma gibi sağdan sola savurmasını izledim..

Bütün ömrümü Sultanahmet For Season Hotel'de geçiremeyeceğime göre, ben yakında çeker giderim. Ha, piyangodan para kazanırsam da ömrümün kalanını otelde geçiririm hani mekandan dışarı çıkmadan yaşayan Tokyolu gençler varya, onlar gibi:)) Hoş olur tabii.

12 Ağustos 2014 Salı

THE FISHER KING*

Filmleri benim için unutulmazdır. Her karakterde beni kendine inandırdığı, gezegende iyi yürekli insanlar olduğuna ve farklılıkların güzelliklere sebep olabileceğine ikna ettiği için tanımadan çok sevdiğim bir oyuncuydu. Keşke ona mail atsaydım, mektup yazsaydım da, oynadığı filmlerle nasıl umutlandığımı, sakinleştiğimi, neşelendiğimi söyleseydim... Gülüşünün içimi ısıttığını söyleseydim.
 
Tanıdığım ya da tanımadığım pek çok insana duygularımı açıkça dile getirebildiğim bir ömür diliyorum kendime. Beni mutlu edene de, mutsuz edene de, dokunuşuyla, sözüyle, suskunluğuyla hoşnut olup olmadığımı söylemek istiyorum.
İnsan sonra çok pişman oluyor.
 
Yaşanmamış her an, ertelenmiş her cümle bir kanca insan yüreğine; yürüdükçe, geride kaldıkça misina çekiştiriyor, geriliyor ve kanatıyor inceden....
 
Gittiği yer cennet olmalı. Zaten bir filmde oraya gitmişliği var. Aşk için sevdiğini bulmaya cehenneme inmişliği de var....
 
Bir dostum "zamanı bol insan depresyona girer" demiş. Katılmıyorum. Bazıları depresyona girecek kadar güçlüdür. Hassastır. Bazıları ise kronik depresyonunu egosu yardımıyla yoğun tempoda karambole getirerek yaşamayı seçer. ne uğruna güçlüdür? Bilinmez... Hangisi iyi ki? Ben kendi adıma depresyona girip, kuyunun dibine düşüp, sonra tüm gücümle zeminde zıplayıp, tekrar açık havaya çıkmayı tercih ederim.
 
Dünya çirkin bir yer. Bazen ne aşk, ne para, ne de seyahatler  -ya da her ne ise ruhu sakinleştirip uyuşturan- kar etmiyor. Bir yerlerde tanıdığımız ve tanımadığımız insanlar acı çekerken, hatta ölürken bireysel mutluluk hiç olmadığı kadar zor...
Ben yapamam; kendimi öldüremem fakat hayatı ağır bulup, acıyı dindirmek istemeyi, intihar etmeyi anlayabilirim. Gitmeyi seçmek benim nazarımda asla korkaklık değil. Kırılmaya, incinmeye gücü kalmamışlık sadece.. Yalnızlığa dayanamayış belki..Kimbilir...
 
Aklıma Baudelaire'nin "Albatros" şiiri geliyor... Kötülük Çiçekleri ne güzel şiirlerle doludur...Ya Sylvia Plath, Tezer Özlü...Kim onların gücünü yadsıyabilir?
 
Yaşarken, oynarken benim için ilham vericiydin sevgili Williams. Ölümüne çok üzüldüm. Ama sırf bencilliğimden; seni daha fazla seyredemeyecek olmanın mızmızlanması benimki . Yoksa ölümünü de, oyunculuğun ve naifliğin kadar ilham verici ve cesur buluyorum.
Yol bitmiş demek ki...
Gittiği yer ışık olsun .
 
*BALIKÇI KRAL
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

TİTREMEK NE GÜZELSİN SEN!


Hayatta pek az yaşayabildiğim, -elbette hiç kontrol edemediğim-kimbilir belki de sırf bu sebeple çok sevdiğim bir histir titremek. Her türlüsünü severim; korkudan, serinden, soğuktan, stresten ya da aşktan titremek! Hatta sinirden titremek bile güzel. Kısacası bana hepsi makbuldür!

En çok sonbahar geldiğinde denizden ya da duştan çıkıp, havluya sarıldığımda ürpertip geçen serinlikle gelenini severim. Gıdıklanmakla, bulutlar tarafından kucaklanmak arasında manyakça güzel bir histir vesselam.

Ama korku ve neşe dalgası var ya, işte o nefis!


Artık bir evim var! Bütün odaları boş, her köşesi ışıklı, pencereleri geleceğe, kapısı dostlara açılan, yoga matımı ve çalışma masamı yayıp, sabahlara kadar yazabileceğim bir yuvam var.
Anamın, rahmetli kocamın, teyzemin, Prusya Kralı'nın, Külkedisi'nin ve hatta Londra'daki tavan aramın huzurlu ve huzursuz yüzlerce duygusundan sonra işte şimdi benim, sadece ve sadece benim bir evim var.

Bu duygu beni titretiyor! Korku ve umutla sarmalanmış ya da güneş tarafından kucaklanmış Ay gibi hissediyorum! İlk defa kendim için yaşamaya cesaret ediyorum:) Korkup kaçmam inşallah!

6 Ağustos 2014 Çarşamba

İSTANBUL; ADINA YETERİ KADAR HİKAYE YAZILMAMIŞ BİR ŞEHİR!

 
 
 
Dün Altın Boynuz'un herkese saklı -kimbilir kaç cinayeti balçığında saklayan- sularında gün sona ererken, etrafımdaki güzelliği uzun zamandan sonra tekrar keşfettim.
Kırmızı Mektep, hemen onun yamacına gizlenmiş Moğolların Kanlı Meryem'i, Haliç'e hiç yaşanmamış aşklarını ve başka hayatlara kıskançlıklarını bırakan Hera Tapınağı  bakireleri, kutsal suyla kutsanan nice Bizans soylusu ve hepsini kucaklayan kentin annesi Azize  Meryem...
 
Baktım, baktım. Sonra ister istemez düşündüm. Hayatta yaptığım en baba  hatanın ne olduğunu bulmaya çalıştım. Cevap pat diye önümdeki suya düştü: seçmemek!
Durdum ben. Korkudan, korkumdan, bana yamanmış korkulardan paralize olmuştum. Önemli bir zaman dilimini korkarak, hareket etmeyerek geçirdim. Tıpkı Altın Boynuz' un sularına gömülüp kalmış, tarihin hiç yazmadığı, çünkü asla ortaya çıkıp buradayım dememiş binlerce esir, binlerce cariye, yüzlerce hiç kimse  gibi.. 
Ama sadece ben durdum ve seçmedim. Oysa zaman, kendi seçimlerini yaparak acele acele yürüyüp geçti yanımdan!
 
Aşık oldum dün akşam. Beni Ayvansaray' daki iskeleden alan vapur, Üsküdar'a varana dek hayata olan aşkım tazelendi. Beş kuruşsuz kalsam, açlıktan sürünsem bile bir ekmek alıp, akbil kullanarak şehrin en karanlık, en gizemli ve en büyüleyici zamanlarına kulaç atabileceğimi hatırladım.
 
Sanki derin ve gereğinden uzun bir uykuyu yırttım. Eski Galata Köprüsü'nden kalanlara bakarken on beş yaşıma ilk aşkıma döndüm. Hey New York, sana diyorum, köprüyü gördüm dün:))
Sonra Yeni Galata Köprüsü'nden geçerken Kırmızı Başlıklı Kız masalından kaçan kurtla ( bu şehirde kaç bin masal kaçkını yaşıyor bilseniz!) yediğim istavritler koktu burnuma, yutkundum. Fark ettim ki, ihanet boğazıma takılıp kalan bir kılçık!
Yine de sarayın ışıkları gülümsememi bana geri verdi. Adalet Kulesi'nin ihtişamı ve Bizans'ın erguvan rengi pelerinleri gün sonuna öyle bir tılsım kattı ki, elimdeki sitrinin ardından baktığım Ay ve Kız Kulesi, o şeffaf taşla sonsuza kadar göğsüme yerleşti sanki. Şimdi boynumda, aşkı hatırladığım, hayata aşkımı hatırladığım dakikanın anısına bir taş var tenimde.
 
Eve dönerken bir kadının boynundaki kolyeye hapsolmuş hikayeler düşündüm. Şehrin farklı zamanlarında yaşamış beş ya da yedi kadının, farklı zamanlarda sahip oldukları ve onları  birbirine bağlayan bir kolye varmış. Hikaye bu ya kadınların her biri kendi öyküsünde kentten bir bölge seçer  ve böylelikle okuyucu  haritalarla ya da krokilerle kentin az uğranan noktalarına sürüklenir. Kadınların her biri yaşadığı ne olursa olsun, bu dişi kentin kanadına saklanmayı başarır. Bazısı annemiz Meryem tarafından korunur, kimi Hera Mabedi'nde ateş yakar, biri Ayasofya'da el açar, diğeri Valide-i Atik Camii'de   hatim indirir. Bedenini Kadın Pazarı'ndan kurtaran en talihsizi Çinili Hamam'da paklanırken koca bulur!
 
İstanbul, bana ilham veriyorsun!
 
 
 
 

SÜPER PRENSES, SİZE YAZIYORUM...



Canımın Prensesi,
 
Dilerim sizin cephede hayat lavanta kokulu, sımsıcak ve aşk dolu olarak bal gibi akıp gitmektedir. Böyleyse eğer ne mutlu bana. Demek ki kalbimin bir odası şimdiden huzuru buldu!
 
Diğer odalara gelince... Aslında açılmamış kolilerimi, henüz oturamadığım yazı masamı düşündükçe karnımda huzursuz kuşlar kanat çırpıyor. Arada bir ciğerimi gagalıyorlar sanki! Yine de bu hal, beni yepyeni öyküler yazmaktan ve gerçekten sıkı ama sımsıkı hikayeler düşünmekten geri bırakmıyor. Bir çocuk kitabı planladım şimdilerde, 2-3 yaş için. Adı Danscı Parmak ( Dancer Finger ). Sana tüm ayrıntılarını bildirecek kadar olgunlaşmasını dilerim tez zamanda.
 
Her yaşanmışlığın benim kalemimle, hatta sadece varlığımda evrende fark yarattığını biliyorum. Bu bilmek artık egomdan bağımsız, yürek gerçekliğim:) Bu sebeple uzun zamandır olmadığım kadar iyim. Zaman zaman depresif ve çabuk kırılan yapım ön plana çıksa da artık onun başını ezmek yerine, saçlarını okşayıp sakinleştiriyorum! İnan bana imkansızı gerçekleştiriyor ve büyüyorum. Zira küçük bir kız olarak değil, hayatın anasını satmış bir kadın olarak ölmek istiyorum:))
 
Öyle zamanlarda, kolileri düşünmeye ara verip,  Rahil ve Can'ı ziyarete gidiyorum. Meryem'in etekleri altında soluklanıp, on dördüncü bölgenin kokusunu soluyorum. Ne oluyor orada biliyorsun; burnumdan aldığım nefes ciğerlerimden kaçıp kalbimin odacıklarını havalandırıyor. İçimde ne kadar ekşimiş aşk, eskimiş öfke, duvarlara sinmiş isli kırgınlık varsa uçup gidiyor! Yüzümü yıkadığımda, cildimdeki gözenekler suyun şifasına minnettar, ışıldıyor! Biliyorsun işte:)
 
Evimi henüz bulamadım. Ama çok yaklaştım! Daha şimdiden bir çöp kovam bile var:))Ve tabii eskiciden aldığım kahve fincanlarım! Prusya Kralı bana doğum günümde ne aldı biliyor musun? Havalı bir kahve makinası! Aslında vallahi mutluyum:) Yeniden sağlıklı besleniyorum. Kanımda biotin, çinko, K ve C vitamini bitmiş neredeyse. Şimdilerde yeniden buna odaklandım. Bol meyve yiyorum.
 
Aslında kanımda biten ne biliyor musun? Aşk! Yaşama aşkı. O olmayınca insan ne kendini, ne de bir başkasını sevemiyor. Bu yüzden kan ve ruh değerlerine yatırım dönemindeyim.
 
Seni de çok özledim. Hem de çok. Ama görüşürüz biz. Nasıl olsa başarırız.
 
Ev projesi dışında Rahil ile bir hayalimiz var biliyorsun. O da olur olmaz her şey çok daha keyifli bir akışa girecek. Biliyorum ne zamandır telefonlaşamadık... Bu duruma tez zamanda çözüm üreteceğim söz.
 
Kendine iyi bak. Sevgiline iyi bak. hatta zaman zaman bir ayna veya pencere önünde ikinize birlikte bak:) Görüntüyü sev, içine yerleşsin.
 
Koskocaman öpüyorum seni....
 
 
 
 
 
 
 
 
 

1 Ağustos 2014 Cuma

:)))

Temmuz ayının bitmesi bana pek neşeli geldi. Uzun zamandır, neredeyse yirmi yıla yakın süredir bu sabah olduğum gibi olmamıştım. Yani aptallaşıp, şaşkınlaşıp, ard arda bi sürü manasız cümle kurup, sorulan sorulara pat diye cevap vermemiştim:)))
Ev ararken, koca bulmuş olabilirim!