29 Ekim 2014 Çarşamba

VAZGEÇMEMENİN GÜZELLİĞİ..

 
 
 
Hayat bilmediğim, anlayamadığım onlarca fikir, duygu, obje, iklim ve daha nicesiyle dolu. Bazen anlamanın çok gerekli olmadığını düşünüyorum. Dahası farkına varıyorum.
Aile anlaman veya üzerinde düşünmen gereken şey değil. Aile Cahide Teyzemin dediği gibi "bulduğun gibi kullanacağın", olduğu gibi kabulleneceğin bir şey.
 
Benim şansıma babam ve annem tam da istediğim gibi çıkmadılar.. Biri aceleci davranıp toz oldu, diğeri inadından taş kesti! Geride benimle birlikte ovanın ortasında kah rüzgara eğilen, kah fırtınada dalı kırılan bir ağaç, kardeşim kaldı...
Ona da kızdım zaman zaman, gölgesi azdı, meyvesi azdı, kollarımı doladığımda kabuğu sertti.. Hüzünlediğinde mevsimi ya kısa ya da çok uzundu... Oysa  öfkemi ne zaman soğutsam, yüzümü Kuzey rüzgarında yıkasam ve durup gözlerimin içine baksam onu hemen anladım. O vakitler kendime kızdım, kardeşimi önüme katıp, daha minicik bir fidanken mutlu olacağımız bir toprağa sürükleyemediğim için...
 
İnsan sevdiğini bırakmaz. İnsan sevdiğini hırpalamaz. Acıtmaz. Üzerine titrer. Ben bunları kendimi ve ağacı hırpalamamaya çalışarak, çokça da yorularak öğrendim. Toz olan bir baba ve taş kesen bir anne olmaksızın ovanın ortasında savrulurken, yalnızca onun dallarına zarar vermekten kaçtım. Tek bir yaprağı dökülmesin istedim. Kimbilir belki mevsine karıştım. Ama isteyerek olmadı..
 
Bugün gölgesi olan kocaman bir ağaç O, kardeşim. Artık kökleri güçlü, gövdesi, dalları güçlü. Mevsimi ne uzun, ne kısa. Çok yaşasın, mutlu yaşasın istiyorum.
 
Diliyorum...

27 Ekim 2014 Pazartesi

İnsanın sevdiği mutlu olunca kalbinin yarısı mutlu olurmuş... Nasıl da doğru.
Pamuk Prenses sevdiğinin yanında diye bana neşe geliyor durduk yere! Hep ama hep çok mutlu olsun, on hayatlık sevsin ve sevilsin! Amin:))

23 Ekim 2014 Perşembe

PROFESYONEL

Hayatımın hiç ama hiç bir döneminde "oldum ben!" demedim. Diyemedim. Çocuk Yogası Eğitimi alacağım zaman bile hocama gidip "sizce ben bu işi yapabilir miyim, hazır mıyım?" diye sordum. Amma da güvensizmişsin derseniz evet, zaman zaman tevazunun suyunu çıkartmayı, manasını aşan eğilip bükülmeleri yaptım. Ne mutlu ki an an kontrolden çıkıp, şişen egom hiç o boyuta eremedi, bir türlü "oldum!" diyemedim! Hatta oraya erene de pek sokulamadım. Bu tip insanların sevecen, hızlı samimi olan tavırları karşısında bir şey beni hep itti, adımlarımı yavaşlattı.  
Şöyle bir etrafıma baktığımda her daim yaptığı işi seven, hayattaki duruşuyla öyle ya da böyle barışmış, burnu Kaf Dağı'na ya çıkmamış veya bir zamanlar çıkmışsa da şimdilerde inmiş insanlarla dostluk ediyorum. Elbette dengesiz, kendine özel ve uyuz tarafları var arkadaşlarımın. Benim de var. Ancak ve ancak sınırlarımı zorlamayan detaylar bunlar. Uyuz muyuz, yaşayıp gidiyoruz.
 
Ha, beni zorlayanlara gelince işte tam orada iki yüzlülük, kıskançlık, hadsizce böbürlenme, tevazudan uzak tavırlar, açık sözlülükten uzak sohbetler, çıkar yakınlaşmaları, her naneyi bilme gibi birkaç özellik var.
Bu ve buna benzer şeyler sezdiğimde artık ne içimden, ne de dışımdan "vah vah" demiyorum. Nasıl olsa bu gemide seyahat etmek zorunda değilim, "çek abi en yakın limana" diyor ve bazen "eyvallah" dahi demeden iniveriyorum. Kaptan benim gemide olmadığımı muhtemelen aylar sonra, kimbilir seyrinin kaçıncı limanında fark ediyor! Oy oy oy, iyi ki inmişim...
 
Şimdi, ben bu gemiden indim canım, hatta daha önce de pek çok gemiden indim. İtiraf ediyorum bazılarında "inmem de, inmem" diye ayak diredim, filikada saklandım, bir kaç seyahatte de beni gemiden attılar ama gizlice ambara girip, karanlıkta misket oynadım!
Velhasıl, biz zatınızla nicedir birlikte seyir yapmıyoruz. Sebebine gelince ruh uyuşmazlığı diyelim. Sizin, beni her daim kuşku içinde bırakan dev gülümsemeniz, asla beceremediğim - kim bilir için için kıskançlık ettiğim - esnaf tavrınız, dinlemeden savunmaya geçen bilmiş bilmiş ve fakat eksik bilgiden sürünen zekanız, dostluk kelimesinin hudutlarına yakışmayan imalarınız.. falan falan..
 
Ancak.. İş profesyonelliğe gelince. Biri bana sizi sorsa "işinde on numara" derim. Gerisini de kendime saklarım. Çünkü benim algım sizi böyle tanımladı. Belki bir başkası çok sevecek? Zaten pek çok hayranınız da var şükür. Bir ben eksik olsam çark dönmeyecek değil ya? Amman boşver sen yav:))
 
Hayatımda şimdi olmayan, yani bir sebepten  görüşmediğim, bana iyi gelmediği için gemisini terk ettiğim insanlar arasında emeğine saygı duyduklarımı, onların işleri sorulduğunda överim. Benim nerede yoga öğrendiğim belli, yüz yıl da geçse de biri bana bunu sorduğunda yolculuğumun mimarı olarak Külkedisi ve Ustam anlatılır. İstanbul'un nasıl da köşe bucak biliyorsun diyene Sir ile maceramızı mutlaka söylerim. Bana Türkiye'nin en yaratıcı çiçekçisini sorsan vereceğim isim bellidir. Vesaire vesaire..
 
Diyeceğim o ki, zatınızı tavsiye ettiysem, bu tavsiyede profesyonelliğiniz vardı. Şahsiyetiniz değil. Zaten davranış bir barış dalı uzatmak da değildi. Takdir edilen işi, o işi arayana haber vermekti. Durduk yere elimi tırmalamış kediyi bir daha kucağıma almam ben. Evet, sokakta bin bir travması olabilir. Beni bağlamaz. İtişmem de kediyle. Yemeğini, suyunu veririm. Aklıma eserse hayrına dua bile ederim. Fakat kediden bir şey beklemem. Aslında hepsi bu.
 
Hiç bir konuda profesyonel olamayan ben, baktım neşem, sağlığım gidiyor, kendimi korumakta artık profesyonelim zannımca.
 
Ne dersin olmuş muyum?

17 Ekim 2014 Cuma

RUHUNU KAFESTEN KURTARAN PADİŞAH: III. SELİM

 
Osmanlı tarihi bilmem. Yani bilirim de, işin astık, kestik bölümünü bilirim. 1444 Varna, Preveze Deniz Savaşı, damdan dama atlayan Lale Devri biçareleri, yanıp kül olan canımın içi köşkler ve Patrona Halil İsyanı gibi gibi..
 
Ama müzik denilince bir duruyor insan. Sonra da soruyor tabii, bunca şiir, bunca beste arasında sen ne vakit savaştın be adam? Ne vakit sevdiğinin canına, kardeşinin nefesine azmettirdin diyesim geliyor.
Osmanlı, beni düşündüren, estetiği önünde eğildiğim ancak kalbime kalbinde yer bulamadığım bir külliyat. Oysa Bizans, hele ki Selçuklu her odasında soluk alabildiğim dev bir kütüphane! Anne kucağı  mübarek!
 
Şimdilerde, ne vakit bilgisayarımda yer edindiğini bilmediğim besteler, III. Selim'in besteleri dinliyorum. Onun içli hali, sedire çöküp, notalar arasında alem değiştiren ruhu sahi yok mu oldu? Hadi canım, burada işte. Bu yazıya geldi, parmaklarımın efendisi oldu. Hikayesini anımsamamı, anımsatmamı istedi.
 
Amcasının bağışladığı hayatını kalem işiyle süslü odalarda müzik ve edebiyatla avutan can, Fransız İhtilali'nin Avrupa'yı salladığı bir anda tahta çıkan bu genç sultan, Napolyon'a karşı direnmiş, orduda yenilikler yapmış ama yine de kafese dönmekten kurtulamamıştır... Oysa bana sorsanız onun ruhu hiç kafese girmemiştir. Zira bu besteleri dinlediğimde eli kılıç tutan bir adam değil, zamana ve mekana yenilmeyen, tevazu sahibi bir ruh görüyorum. Gözlerini geleceğe dikmiş, kaftanından notalar süzülen bir sultan..
 
Ne zaman Divan Yolu'nda yürüsem, hayalimde onun ölmemek için nasıl çırpındığına dair sahneler belirir. İçim cız eder. Ellerimi açar ve kafesten mezara yapılan bu hazin yolculuktaki insana  Fatiha okurum. Ben inanmasam da, belki O inanıyordur diyerek amin derim.
 
Bunca cinayete sahne olmuş şehir, bazen seni sevdiğimden şüphe ederim!
 
 
 

ÖLDÜREMEMEK

 
 
 
 
 
 
 
 
"Azıcık cesaretim ya da sağduyum olsa, deyip duruyordum kendime, zavallı mahlukun üzerine basıp onu acılarından kurtarırdım. Bir böceğin ne şekilde acı çektiğini bilemeyiz ama zavallı tam manasıyla ölümle pençeleşiyordu ve bu durum iki gece, iki gündür devam ediyordu. Kösele tabanlı ayakkabılarımı giydim ama son anda üzerine basamadım. Ayakkabımın altında ezilecek, çıtırdayacak, suları akacaktı. Süpürgenin sapıyla vurabilir miyim? Hayır, vuramazdım. Bir keresinde lösemi olan kedimi uyutturmuştum, bir keresinde de can çekişen bir kedinin başında beklemiştim; aç olsam, bir sebebim olsa karnımı doyurmak için bir canlıyı öldürebileceğimi, ninelerimin yaptığı gibi bir tavuğun boynunu kırabileceğimi ve tıpkı onlar gibi suçluluk ya da yakınlık hissetmeyeceğimi biliyordum. Bu hayvanı öldüremememin ahlak ya da merhametle alakası yoktu. Sadece mızmızlıktı. İçimdeki çürük bir yerdi bu, bir meyvenin üzerindeki yumuşak, kahverengi noktalar gibi; saygıdan değil, tiksintiden gelen bir merhamet. Harekete geçemeyen bir sorumluluk. Suçluluğun ta kendisi."

                                          Zihnimdeki Mahlukat, Ursula K. Le Guin


İnsanın kendi gücünün sınırlarına küsmesi çok tuhaf bir durum. Yukarındaki paragraf dün okuduğum kitabın içindeki öyküde vardı. Bir kaç defa okudum. Beni düşündürdü.  Sanki uzun zamandır yazmak için kıvrandığım şey, bir başkası tarafından yapılmıştı. Zira ne böcek aslında bir böcekti, ne de...
 
J.W., "aşkı başlatmak mümkün ama bitirmek değil..." gibilerden bir cümle sarf edip, zamanında, bir kaşık suda bulanmaya yer arayan zihnimi Haliç'ten beter hale getirmişti. Oysa aşka can veren, aşkın canını da alır, alabilir.. O bahsi geçen, tanımsız suçluluk duygusu olmasa...
 
Fizik dünyada bitirdiğimiz hikayeleri, ruh dünyamızda inatla ve şevkle allayıp pullamamız tamamen "mızmızlıktan!" İnsan bir durum ya da kişiden uzaklaşmayı seçmişse eğer mutlaka içinin kaldırmadığı, başa çıkamadığı bir hal vardır. İyi de tam da o hal devam ederken, bedenin kaçıp kurtulduğu yerde ruh ne aramaktadır?
 
Ruh, mızmızlık etmektedir... Boşluktan korkmaktadır. Asıl aradığının peşine düşmekten, arayıp bulamamaktan tir tir titremektedir. Oysa her aşk, insanın içeriye, kendi içine yaptığı yolculuk değil midir? O zaman Leyla'yı ardında bıraktığında ve gün gelip onu tanıyamadığında üzülmemeli, suçlu hissetmemeli..
 
Velhasıl kelam, bu cümleleri arda arda yazabilen zihin, ne yapıp edip bunu ruha söyleyebilmeli: "Ey ruh, çekil artık penceremin önünden!"
 
 
 
 
 

13 Ekim 2014 Pazartesi

MEVSİM..


Her yer, her şey Bodrum kokuyor.. Gözümün önünde şıkır şıkır kış güneşi.. Kafamı zeytin ağaçlarına yaslamak, doya doya mandalin yemek ve bergamot koklamak istiyorum. Fener'de balık rakıya oturmak, Yalıkavak ıssızlığında ayak seslerimi dinlemek için sabırsızlanıyorum.
Pazara gideceğim! Yazmalar alacağım. Suat, Derya ve Filiz var görülecek... Victor var.. Anneannem var..
Oy oy, durduk yere bi biletle nasıl mutlu oldum ki! Şimdi yapmam gereken tek şey ara tatili beklemek..

12 Ekim 2014 Pazar

ENDİŞELENME MİDEM, YUVAYA DÖNECEĞİZ:)

 
 
Eskiden cildime iyi gelmezdi. Şimdilerde midem için bir felaket! Sadece haşlanmış patates ile huzur bulan gazoz hissi dilerim kalıcı değildir. Eğer bu bir uyarı ise, aldım. Yalnız şu kahve işini çözelim sevgili midem, zira mide ağrısı ile zihin huzursuzluğu arasında sıkışıp kalmak takdir edersin ki pek feci.
 
Hayatta hep istediğim şey huzur
En büyük korkum serseri kurşun
En unutulmaz acım zamansız ölüm
Çok istediğim seyahat Kuzey Işıkları
Paha biçilmez sevincim çocuklar
 
Hayalim mi? O biraz uzun ya, özetlersek: Ölümün sınırlarına bile yaklaşmadığı, ebedi ve ezeli huzurla dolu bir köy. Ya da kasaba. İçinde sevdiklerim; anladıklarım, anlamaya gayret ettiklerim var.
Klasik bir hayal işte. Bol çocuklu, bol çiçekli, ağaç ve rüzgar sesi duyulan, kandil ışığında sohbet edilen, tandır ekmekleri pişen bir yuva. İçinde keçi boynuzu, zeytinyağı, kül kokusu var.
 
Özeti de özetlersek eğer "hayalim yuvaya dönmek."

7 Ekim 2014 Salı

İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN!*

 
Büyüklerden sık sık duyardık eskiden "namaz kılacağım ama şeytan bırakmıyor!" der gülüşürlerdi. Ben de şeytanı insanı seccadeden uzak tutmak için kolundan çekiştiren, kuyruklu, kırmızı boynuzlu ve pis pis sırıtan bişi olarak resmederdim hayal dünyamda.
 
Uzun ama upuzun yıllar sonra şeytanı aynada gördüm! Gözlerimin içinden bana bakıyordu. Evet evet, benim gözlerimin içinden doğruca bana bakıyordu. Yine anlamadım. Işıktandır dedim. Benim iflah olmaz hayal gücümdür dedim, yürüdüm geçtim. Ama o geceden sonra bir daha hava karardıktan sonra aynaya bakamadım. Düşün, ben ki bu ülkenin okumuş kesimine dahilim!
 
Azıcık daha zaman geçti. Hayatıma yoga denilen "şey" geldi. Üstelik yogaya başlamamın sebebini ve şeklini defalarca anlatmıştım ama kısaca özetlersek ne aşk acısından, ne de boşluktandı. Tamamen akademik sebepler! Ve o akademik sebepler ki, şimdilerde ülkenin bütününe musallat olan cehaletin, egonun ve daha bir çok açmazın anasıdır...
 
Sonra, Türkiye'nin ve bence gezegenin bu yüzyılda yaşayan en iyi hocalarından birini bulduk. Tabii bana göre en iyisi. O dönemde başka bir hoca ile karşılaşsam, kim bilir belki de yoga benim için pilates gibi bir bedensel egzersiz olarak kalacaktı. Sonuç olarak, yoga ile birlikte ben zaman zaman şeytanı ve şu kolumdan çekiştirme meselesini sık sık değilse de, dönem dönem düşünmeye başladım. (Zira yoga dersinin önü arkası sohbetlidir - bence olmalıdır da- Çünkü sohbetler zihni açar ve  beden işte o zaman farkındalığını arttırır...)
 
Şeytan içimdeydi yahu!
 
Konya seyahati ile iyice anladım ki, beni secdeden, yoga matından, Tibet egzersizlerinden, birini sevmekten ve daha hayatta bana iyi gelen her ne varsa ondan geri tutan şeytan, aha tam şuramdaydı! ( kalbimi işaret ediyorum:)
 
"İnsan insanın kurdudur" diyene ithafen derim ki "insan kendi kurdudur." Bunu bizzat yaşayarak deneyimlediğim için gönül rahatlığıyla söylüyorum.
Bu sebeple herkesin kısmetinde yoktur her şey. Nefisle mücadele, bilgisayar oyunlarına benzemez. Süper Loto hiç değildir. Üç aylık eğitmen eğitimiyle de elde edilmez... Daha çok ömür boyu keçe dövmeye benzer. Bu yüzden dedem, keçeyi öyle güzel anlatır ki, insanın içindeki tüm şeytanlar kaçacak delik ararlar.
 
 
Meditasyon, namaz, Tibet ayini ve niceleri arınmadır. İç temizliğidir. Abdestle, yogayla önünü ardını tamamlamak da kişisel seçimdir. Güzel şeyler yemek, içtiğin suya teşekkür etmek, hamdolsun demek, sofra duası ve daha nice ritüel insanın özü içindir. Bir ihtiyarı karşıdan karşıya geçirmek, aç birini doyurmak, birine sımsıkı sarılmak  kadar güzel ibadet var mı ki?
 
Bugün hemen hemen hepimiz deriiiin ve anlamını bulamadığımız bir boşluktan, doymayan kalbimizden şüphe ediyor ve onu anlık tatminlerle beslemeye çalışıyorsak  işte o hal, şeytan yüzündendir. Ne mutsuz bir hayata yapılan bebek, ne de çılgın bir harcama çürümeyi önlemez, sadece şeytanı semirtir.
 
Bana "yoga ne işe yarıyor, meditasyon pek mi gerekli" diye soranlara fazla bir sözüm olmuyor... Olamıyor.
O kadar kişisel bir deneyim ki.. Sadece derslere davet edebiliyorum. Gelsin, içi ne kadar izin veriyorsa o kadar dolsun istiyorum. Hocamdan öğrendiklerimin onda birini iletebilsem, şanslı hissediyorum. Öğretirken, daha doğrusu aktarırken asıl ben şifalanıyorum! Şeytanım kuytulara saklanıyor, özüm güçleniyor. Hani bir kaldıraç olsa evreni sallarım gibi geliyor!
 
Meditasyon ya da bir başka ritüelde yaradanın önünde durmak demek, insanın iç sesine kulak vermesi demektir zannımca. İşte o anda duyduğumuz ses - tabii kısmette varsa- yaradanın içimizdeki yankısıdır. Ya da bizim yaradandaki yankımız? Ne önemi var? Adam "en el hak" dememiş mi zamanında?
 
İç sesimizi bulmak için ihtiyacımız olan şey, yüksek konsantrasyon sağlayan egzersizler ( yoga, namaz, zikir, Tibet Ayinleri vs vs ) ve ardından niyet etmektir. Onun verdiği nefesi, her şeyden geçerek onun yoluna sunmaktır. Meditasyondur.
 
Sonrası mı? Sonrası Leyla'dan geçip, Mevla'ya varmaktır...**
Huu..
 
 
* En sevdiğim kitaplardan biridir.
** Bu sabah yeni evimden her gün meditasyon yapmadığım için kendime içerledim. Bu yazı da onun özetidir.
 
 

6 Ekim 2014 Pazartesi

ANAHTAR

 
Rüzgarlarıyla ünlü kasabada kaleye çıkan yolda yürürken, kulağında sadece deniz uğultusunda çırpınan mandar sesi var. Belki bu yüzden fark etmedi. Oysa orada düştü anahtar; taşların arasına takıldı. Sıkıştı. Baharla birlikte antik kentin yağmurlarında kralın  mezarına kadar sürüklendi.
 
Zangoç onu buldu, anahtarlığına taktı. Tam üç yıl yanından ayırmadı. Sonra sıkılıp fırlattı.
 
Hokkabazın önüne düşen anahtarı, kalbi buz tutmuş kuyumcu on pula kaptı. Eli kolu mücevherlerle dolunca, gondolun kenarından kanala bıraktı.
 
Anahtar kanalın karanlığını boyladı!  Venedikli kumarbazlar o gece hep kazandı.
 
Dehlizde yaşayan yaşlı bir kadın* kart açtı: "bulana da, kaybedene de faydasızdır gelecek günler...."
 
 
*J.W., Tutku
 
 
 
 

5 Ekim 2014 Pazar

YENİ EV VOL. I

 
 
Heyecan verici ve korkutucu!
Her yeni karar ve her ileri doğru atılan adım gibi zaman zaman insanı düşündürüyor.
Bazen - aslında çoğu zaman - hoşuma gidiyor. Bana ait eşyaları artık bir odaya değil, pek çok odaya yayabilmek, toplamak ya da toplamamak için kendi seçtiğim anları tercih edebilmek, buzdolabına sadece benim sevdiğim şeyleri koymak... Hepsi güzel. Gayet bencil! Tam özlediğim gibi:)
 
Eski bir mutfağa sahip olmanın faturasını böceklerle savaşarak, sevdiğim perdeyi almak için bekleyişimi uyku maskesi takarak savuşturuyorum. Anneme "her gün pencereden bir şey silkelemekle ve gün aşırı yerleri süpürmekle nereye varacaksın acaba?" diye eleştirirken, ben onun yolundan emekliyorum!
 
Bu sürece ihtiyacım vardı nicedir. Biraz yalnız kalmalı ve kalan ömrümle ilgili sağlıklı kararlar verebilmeliydim. Burası benim geçiş evim;  çok kişilik dünyadan, tek kişilik aleme arafım!
 
Bu akşam misafirlerim var. Gelecekler diye seviniyorum. Bol bol gelenim gidenim olsun. İsteyen kalsın yayılsın, kimi girip kahve yapsın istiyorum. Evimin ışığı gibi, sesi de olsun diye sabırsızlanıyorum. Bazen durup evi dinliyorum. Elime tütsümü alıp odalarını geziyorum. Gözüme takılan bir leke falan olursa, ayini bırakıp arap sabununa yapışıyorum:)
Annemin sevmediği eşyaları kullanmanın tadını çıkartıyor, duvara anneannemin eski saatini asıp, çinko kaplar topluyorum.
 
Nur Hanım bana "yalnızsın Elvan!" demişti ya, dolaysıya yalnızlığımın tadını çıkartıyorum.
 
Çok acayip yazamıyorum:))

3 Ekim 2014 Cuma

MUTLU OLAMIYORSAN MUTLU ET VOL.II

Aslında bunu söylerken ne düşündüğümle şimdi yazacağım arasında pek bir bağlantı yok. Yine de insanın neye sarılacağını bilemediği zamanlarda kine, öfkeye tutunmak yerine, etrafına bakınıp iyilik peşinde koşmasının çok daha anlamlı olacağını söylemek istedim.
En basit şekilde örneklersek, evde kahve yok ve kahve içmek için deliriyorum. Ama arkadaşım aynı fikirde değil, bitki çayı da olsa tamamdır diyor. Bu durumda ona bir bitki çayı demleyip, kendime de soda açabilirim. Tamam, hala kahve içmedim ama hiç değilse birimiz içtiği şeyle mutlu! Bu da % 100 olmasa da % 50 başarı demek değil mi?
Ben boşanırken de böyle düşünmüştüm; şu an %100 mutsuzuz. Eğer ayrılırsak belki en azından birimiz mutlu olabilir? Gerçekten de öyle oldu! Hala %100 değil durum ama % 75 ile idare ediyoruz. Kim bana bunun 0 dan iyi olmadığını söyleyecek ki?
 
Bizim okulda bakımevinden gelen çocuklar olur zaman zaman. Bu çocuklar zordur.. Hassastır.. Bazen ne yapsam ne etsem memnun olmaz bir de benim sınırlarımı öğrenmek için yapmadık şey bırakmazlar. Böyle zamanlarda  içim kan ağlayarak ilgimi onların üzerinden çeker ve dersi heyecanla beklemiş çocuklara yönelirim. Oyun başlar ve birlikte eğlenmenin büyüsü memnuniyetsiz çocuğu da sarar! Bir kaç dakika içinde bize katılır! Tabii bu bir kural değil, üzüntüsü benim dokunamayacağım kadar derinleşmişse bazen oyunu bozmak ister, hatta sınıftan çığlıklar atarak çeker gider... Olsun, %50 için çalışmak bana umut veriyor:)
 
Sadece bu kafayı, etrafı mutlu etme kafasını fazla zorlamamak lazım. Bu iş aile içinde dengelere oturmazsa sıkıntı olur. Varlık sebebimizi bu konuya başlık yapmamak en iyisi. Yoksa ananı, kocanı, kardeşini mutlu et derken, teyze, konu komşu... diye liste alır başını gider! Onların beklentileri arttıkça karşılayamayan sen, sonunda mutlu edeyim derken, bir de bakmışsın ki mutsuzluklarına sebep olarak seni işaret ediyorlar!
 
Elbette onları, sevdiklerimizi mutlu etmek, yüzlerindeki neşeyi görmek bizi de aydınlatır ancak biline ki her koyun kendi mutluluğundan asılır!

 
 Koyun demişken, ey inanmak için islamı seçenler, aranızda burada olan varsa ve koyun kesecekse dilerim hem kendisine, hem de etrafına faydalı olsun. Bana göre bir pagan inanıştır bu, tercih etmem ama kesseydim en çok ihtiyacı olanları bulmaya çalışırdım. Bir canın gidişinden, başka bir can nasıl mutlu olur bilmem ama anlamaya çalışıyorum..
 
Bayram mutlu olmak ve etmek için fırsattır. Sevdiklerinizi, bir gün hayatta olmayacaklarını, olmayacağımızı düşünerek arayın derim.. Çocuklara küçük hediyeler vermenin, büyüklere kahve ve lokum ikram etmenin tam zamanı! Biz birinci gün annemdeyiz, bol bol kahvemiz de var. Bizi görmek isteyen tüm dostları bekleriz:)
 
Herkese güzel bir tatil dilerim.