22 Mayıs 2020 Cuma

21 Mayıs 2020





En sevdiğim yazarla benzerliklerimiz olduğunu bilmek bana kendimi özel hissettiriyor. Nasıl mı? Şöyle ki, küçük bir kızın annesinin topuklu ayakkabılarını giydiğinde kendini bir yetişkin olarak hayal etmesi gibi. Bir tür oyun diyelim ya da birbirini yatay ve dikey zamanlardan tanıyan ruhların dansı.

Bugün tam da öyle bir varlığın doğum günü... Beni Dünya zamanında vakitsiz terk eden ama evrensel anlamda bir an bile elimi bırakmayan dostumun. Çocukluk ve ilk gençlikten kalan en güzel anlarımın yoldaşı Victor'nun.

Birlikte olduğumuz tüm zamanların, o an yaşanırken de özel olduğunu bilirdim. Bazen kendimi çimdiklerdim yaşadıklarımı bedenim kaydetsin diye.. Bizi birlikte kılan hayata, beraber aştığımız zorluklara, tuhaflıklara, tüm benzerlik ve farklılıklarımıza neşeyle bakar, bunu mümkün kılan evrensel plana, ki o vakitler böyle kelimeler bilmezdim, hayret ve şükranla eğilirdim.

Ona sokularak varlığımı gerçek kılabildiğim, sayesinde gündelik hayatın mucizelerine bağlandığım, birlikte yol aldığım dostumdu. Onunla yaşanan her şey anlam kazanırdı. En küçük işler kutlamaya dönüşürdü. Çünkü "mış" gibi yaşamazdı. Hakikiydi. Onu biricik kılan, beni büyüleyen de buydu; insana dayatılmış tüm kuralların, mutlak doğru diye belletilen her şeyin dışına çekerdi kalbimi. Biz günü birlikte yaşıyorsak eğer, etrafımı saran madde dünyası ufalır, bir bardak yayla çayıyla uçsuz bucaksız kırlara yuvarlanırdık.

Kadınlarla sorunu vardı. Çünkü annesiyle derdi dermansızdı... Kısacık ömründe sevgi ve öfke arasında o kadar hızlı savruldu ki, bedeni vaktinden evvel yıprandı. Az sevilmiş çocuklardık.

Gözlerini ve sesini çok özlüyorum. Bakışları kömür madenindeki elmaslar gibiydi. Sesi kimselere benzemezdi. Bir erkek için belki biraz tiz ve ince ama güçlüydü. 

Hızla yükselir, çabuk sakinleşirdi. Öfkesi ile kahkahası, azarlaması ile kucaklaması arasında bir bardak suyu ancak içerdiniz. Bir kez bile kavga etmedik, bir defa dahi gücenmedik birbirimize... Hiç ayrılmadık, hiç kavuşmadık. Masallardaki kutsal ırmaklar gibi usul usul aktık. Kah yakınlaştık, kah uzaklaştık. Aynı kaynaktan doğmuştuk ve aynı kaynağa dökülecektik. Hiç konuşmasak da bunu her zaman iliklerimize kadar hissettik.

Unutulmaz hediyeler bıraktı bana. Varlığı kendime giden yola dair pusulamdı. Bunca yıldan sonra hala beni bana, beni ona, beni bütüne götüren ipuçlarını bir bir takip ederken, içimdeki özlem, geride bırakılmışlık hissi biraz olsun sakinleşiyor. 

Bir insanın sesi hala kulaklarınızdaysa, sahiden gitmiş olabilir mi?

Bazı insanlar vardır diğerlerinden daha canlıdır. Victor öyleydi, daha canlıydı. Bu yüzden olsa gerek bedenini bırakıp gittiğinde, elimde kalan kabukla ne yapacağımı bilemedim. 

Kabuk cansızdı, geçmiş canlı.

Şimdilerde izlediğim her yaprak kımıltısında, yüzüme değer her ılık rüzgarda, yağmurun serininde, bulutların hareketinde ve ceviz kabuklarının kokusunda hep o var.... Bugün onun anısına ekmek pişireceğim. Pek çok aç ruhu besleyen benzersiz dostumun hatırasına...












19 Mayıs 2020 Salı

19 MAYIS 2020




Hay huyla geçen koca ömürden kaç gün kalmış geriye haberin var mı? O kadar ağırdan alma bence, bir bakmışsın ruhun uçmuş gitmiş, bedenin cascavlak musalla taşında... 

Sahi nerede senin kurtarıcın?

Bahçemdeki pembe gül... Bana babaannemi, onun ölümünü hatırlatıyor. Haberi aldığımda ayışığı altında güzel bir gül bahçesinde yürüyordum. Yumuşacık bir Eylül akşamıydı. Kalbime su damlası gibi düştü ruhunun yükselişi. İçim kederle titredi. Böyle bir bağımız olduğunu ölüm anında fark etmem ne büyük talihsizlikti... Ve şimdi, o tarifi zor hüzünden bana kalan bu harikulade çiçekle, her sabah yeniden başlamanın şevkini hissediyorum. 

Ellerimi açmasam da, dizlerimin üzerine çökmesem de yaşanmışlığın içindeki eşsiz anlara; neşeye de  boğsalar, hatta acıtsalar bile ne kadar minnettarım bilemezsin.

Kapılar açılacak diyorlar bu gece... Kim bilebilir ki, belki de günlerdir açıktı göklerin kapısı... Ben girmedim, sen girmedin diye, sırf biz bilemedik diye kapalı olamaz değil mi?

Eşikte durmanın kitabını yazanlarız nihayetinde....

Sana göre muhtemelen çok alaturka bir adetten ibaret Kadir Gecesi... Benim için şenlik ateşi, taze tutulması gereken evrensel bir kutlama. Gökyüzüyle dans etmek, onun tarafından şefkatle kucaklanmak için, büyük bir sevgiye dahil olmak adına kıymetli bir fırsat!

Bahar bu, insanlar baharı kutlar, insanlar hayatı kutlar. Hayat döngüsü kutlamalar ve yaslar ile sürer gider. Ne mutlak ve kesintisiz bir mutluluktur deneyimlerimiz, ne de bitmeyen kederli günler silsilesi... 

Hepsi geçer, gider. Elde var hayat...

Uzun zamandır iyice abattım biliyor musun? Karşılaştırmalı din tarihi merakım, felsefe ve edebiyatla beslenen arayışım öyle gizemli bir kesişme noktasına geldi ki, kocaman bir hava limanında hissediyorum kendimi, biletim numarası yazılmamış çek gibi elimde. Tek yapmam gereken hangi uçağa bineceğime karar vermek. Çünkü artık hiç şüphem kalmadı, sadece karar vermem kafi, gerisi kendiliğinden gelecek. Hangi uçağa binersem bineyim mutlaka eve götürecek beni. 

Gördüğün gibi onca yıldır boş durmadım. Aradım taradım, hatta aramakta kaybolup uzun uzun dinlendim. Atıl gibi görünen altın nadaslarım oldu. Altın dedim diye heyecanlanma hemen, benim altınımdan ne olacak? Işığı sezme anlarımı kasdediyorum. Gerçeğin, evrensel büyünün ince ince kalbime sızdığı anlardan... Fakirin altını başka ne ola?

Böyle işte. Kalenderiye, haydariye, melamiyye derken bir Kadir Gecesinde daha kalbinim kapıları açık, gövdem gökyüzünün altında, zihnim başıboş, varlığım birliğe teslim öylece nefes alıp nefes veriyorum..

Beni ararsan, bil istedim: duanın ve bedduanın bittiği yerdeyim.


10 Mayıs 2020 Pazar

JORDAN








Sence kaç parçalık puzzle idi hayatlarımız? Çok olmalı. Tasnifle, hesapla kitapla geçen onca yılın ardından, geri dönüp baktığımda ne kadar da sonuç odaklıymışım diye hayıflanıyorum. Parçaları renklerine göre ayırmakla uğraşırken bütünün tadını çıkartarak ilerlemeyi nasıl da atlamışım! Bitirmeye kilitlenmiş, aşka, mateme, hatta doğuma ve ölüme haksızlık etmişim.

Benim yaşam akışındaki halim buydu; aceleci, tahammülsüz, an içinde duramayan ve çok derin bir uykuda anlamsız kabuslarla mühürlü....Çabucak büyümeliydim, hızlıca bitmeliydi okul, yutarcasına okumalıydı  tüm kitaplar ve yazarken fırtınalar estirmeliydim...

Hızlı, telaşlı, donmuş. Hızlı, donmuş, telaşlı, donmuş... Korkmuş..


Ama bitti. Bu hayatta natamam olarak kalması gereken bölümler de olduğunu anladım. Renklerine göre ayırmayı bıraktım.
Doğru eve girip, yanlış adamla evlendiğim için kendime kızmayı, hatta onun yanlış insan olduğunu düşünmeyi bile bıraktım. 

En sevdiğim yazarın bir zamanlar favorim olan kitabında sırf saçlarımız aynı renk diye ben sandığım kahramanıyla kader birliği ettiğimiz fantazisini de bıraktım. Uzun çok uzun yıllardan sonra bambaşka bir öyküde, aslında karşılaştığımız ilk öyküde kendimle yeniden tanıştım:

"Benim adım Jordan.

Her yolculuk kendi çizgileri içinde başka bir yolculuk gizler; sapılmayan dönemeç, unutulan açı. Kayda geçirmek istediğim yolculuklar bunlar işte. Yaptıklarım değil de yapmış olabileceklerim ya da belki başka bir zamanda başka bir yerde yapmış olduklarım...."*

Devamı Yok....

*J.W.

1 Mayıs 2020 Cuma

O YÜZDEN Mİ?






Yazmak, zamandan kaçmaksa eğer 
ve
Susmak, konuşmaksa....

O yüzden mi koşarken susar insan?!