31 Ağustos 2022 Çarşamba

BRAHMS SYMPHONY NO:3





Çok severim. Bir eser gün batımına bu kadar mı yakışır? Evimle vedalaşırken ona içtenlikle teşekkür etmek istiyorum. Çünkü bu evi ardımda bırakmak demek kocaman kocaman hatıraları yerli yerine koymak demek... Her Allahı'ın günü babanızın acı içinde inlediği bir odaya bakarak uyanmak tahmin edersiniz ki pek sevimli değildir... Ama bunu ben büyüttüm. Kaderin dev bir karabasana dönüşmesi tamamen benim işgüzarlığımdı. Ölü bir adamı sevmeyi, gömmemeyi seçtim. Sonra da kendimi bu döngüye hapsettim; beni terk eden adamları sevdim! Terk etmeyenleri de ben bıraktım. Onlardan evvel davrandım! Aferin bana.

Şimdi kocaman bir kadın olarak ayrılıyorum bu mahalleden. Ayrılıyorum geçmişten. Kendimi br kapsülle uzaya fırlatılmış gibi hissediyorum. Belki pek çok şey benimle olmayacak fakat nihayet ben, ben burada, şimdiki zamanın içinde akacağım.

Brahms sever misiniz bilmem, insanı hem umutlandıran, hem hüzünlendiren müthiş bir besteci. Klasik müzik günlerim geliyor. Bu kış fırsat buldukça müzik dinlemeye karar verdim. Tıpkı eski günlerdeki gibi.

Açlıktan paramparça olan ruhumu beslemem lazım. 

BELKİ DE BİZ...*

 


Herşey kader değil. Kader yok demiyorum. Var. Olmaz mı? Dibine kadar kader var, hatta bi de keder var. İçimde çürüyen erguvanlar, seçimler, seçemeyişler mi? Onlar da var... 

Kader ve ardından gelen keder... O bitmeyen keder var ya, hah asıl o seçim işte! O bir tutulma, yapışma! Bir bebeğin annesinin memesine yapışması gibi.... Yaşamın sadece memeden gelen süt olduğunu zanneden bebek içgüdülerine güvenmese ve dişleri çıkınca birşeyleri kemirmeye başlamasa nasıl büyürdü? Düşün. Bak başka bir örnek vererek gidelim. Hayat karşına birini/bir durumu çıkartır. Yaşarsın veya yaşamazsın. Geçer gider yanından, geçer gider içinden... Bu kaderdir. O karşılaşma, çarpışma kaçınılmazdır. Ama o andan sonra ne yapacağın kader değildir. Seçimdir. İçini duymalısın. Yaşadığın çarpışma sağır eğer biliyorum. Kalbine beton dökülür. Hissedemez olursun. Ama bak gerçek şu:

Gitmişse gitmiştir, seni seçmemiştir. Anla, anlayalım diye heceliyorum: seç-me-miş-tir. Bundan sonrası kader değildir. Kederi seçmek veya hayatı seçmek arasındaki yol ayrımıdır. Seçilmemiş olan sen/ben bununla yenişip hayatımıza devam etmeliyiz. Kaderin bu toslaşmasıyla oluşan yaranı önce doya doya yala. Ama benim gibi tiryakisi olma! Sonra bantla! Kaşıma. Kurcalama. Bırak iyileşsin. Kabuklansın, bitsin, gitsin. Dişlerinin çıktığını fark et. Artık meme değil ihtiyacın, çiğneyebileceğin yiyeceklerle dolu Dünya!

Bak, ben bir kadın tanırdım eskiden. Çok aşıktı yaşadığı şehre. Şehre, erguvanlara. Erguvanlara ve babasına... Sonra tam erguvanlar açacakken, babası gitti. Öldü. Ondan sonrası geçmiş kokan çöplükte hazin bir çırpınıştı. 

Ben o kadını çöplükten çıkmaya nasıl zor ikna ettim biliyor musun? Hala bazı gecelerde yatağından çıkıp geçmişin çöplüğünde huzur aradığını söylesem? Onu eve getirmek, yıkayıp paklayıp yatağına sokmak ne kadar zahmetli bir bilsen... Bir bardak ılık süt için ağlıyor biliyor musun? Vermiyorum. İkimiz de deliler gibi ağlıyoruz ama ona süt veremem.... Dünya yiyecek dolu!  Anlaması lazım.

Ertesi sabah.. Öpe koklaya uyandır onu, ver eline kahvesini, dans etmeye ikna et! Of, bir bilsen ne zahmetli bu işler... 

Çöplüğe düşen, çöp koklayarak sakinleşen, dişleri olmadığını zannedenler ben, sen ve niceleri... Korkma, var  dişlerimiz. Kendimize ana da oluruz, baba da, korkma! Ruhumuzu da doyururuz, karnımızı da. Çöpe giden gecelerimiz de olur... Bizi çöpten çıkartan gücümüz de.

Kaderle kederi ayır. Hemen.


*Sena Şener



HOŞÇAKAL AĞUSTOS

 

Günaydın,

Evet yine yeteri kadar yüzmedim, evet evinde havuz olanlara çok imreniyorum ve evet Eylül sonu ucu ucuna bir tatil şansım olabilir. 

İşte güne kafamda deli olasılıklar ve salondaki kıymetli eşyalarımı paketlemem gerektiği düşüncesiyle uyandım. Yapıcam, hepsini yavaş yavaş yapıcam.

Kendime iyi bir doktor bulup sağlığıma özen göstermek falan gibi işler de sırada. Kan vermekle başlayacağım. Sonrası yavaş yavaş olacak. Koşmayacağım, hız yapmayacağım.

Eylül'ün sakinliğine, güzelliğine güveneceğim. 

Hoşçakal Ağustos, seni suçlamıyorum, sadece zordun. Bu da senin doğan. Öperim yanaklarından.



30 Ağustos 2022 Salı

ZAFER BAYRAMI

 


Günaydın,

Özlendik mi bilmem, aslında her sabah buradaydım. Sadece yazdıklarımı yayınlamak istemedim. Bazen bana kalmaları daha çok hoşuma gidiyor. Bir tür sağaltım gibi yazmak benim rutinimde; anlatıyorum, sonra ne dedim diye bir kez daha bakıyorum ve hatta ertesi gün yeniden okuyup, duyguların ne kadar değişken, nasıl da o anda kalan şeyler olduğunu görüp sakinleşiyorum.

Geçiyor çünkü. O hızlıca tetiklendiğimiz anlar geçip gidiyor. Ne harcadığımız enerjiye, ne de verdiğimiz tepkiye hiç değmiyor. 

Elde var hayat.

İki gündür neyle meşgulsün derseniz, yeni evime götüreceğim berjerin kumaşına karar vermeye çalışıyorum. Kütüphanemi salonun hangi duvarına yerleştirsem, acaba marangoz rengini mi değiştirse diye düşünüyorum. Tatlı telaşlar işte. Ortada ev var mı derseniz, hem evet hem hayır:))) Olacak ama, yani inşallah. Az kaldı.

Hayatın bu kış bana gülümseyeceğini hissediyorum. Neden? Çünkü yatağımın altında bir canavar olmadığını öğrendim! Canavar korkularımız. Canavar durmadan güzelleme yaptığımız geçmiş. Oysa henüz yaşamadığım günler, gitmediğim tatiller, sahip olmak için çırpınmadığım kitaplar var. Sonbahar var önümde mis gibi! Sultan Ahmet'e gidip en sevdiğim otelde kahve ısmarlayacağım kendime mesela. Sonra mevsime kanan erguvanları öpüp koklayacağım. Hatta dün yaptım, bi güzel sevdim minicik çiçeklerini.

Velhasıl geçmişi anımsamak, evet ama herşey arkada kalmış gibi davranmak hayır.

Bu kış aşık olacağım. Yeniden hayata, kendime ve belki bir başkasına aşık olacağım. Neşemi, hayata bağlılığımı geri alacağım. İşte zafer bu! Değil mi?



27 Ağustos 2022 Cumartesi

RUTİN

Merhaba!

İtiraflar kolay değildir. Hele bir başkasının gözünden güm diye kucağımıza düşen bir gözlemle gelmiş ise eyvah! Ha hazirsak ne güzel.

Prusya Kralı dedi "senin hiç rutinin olmadı"

Hep rutin isteyen ben, evim yok, isim düzensiz diye sizlanan ben neden bunları mümkün kilma gücümü hiç kullanmamistim? Asıl derdim neydi acaba? 

Güzel sorular değil mi?

Rutini en güzel yerinde bozulmuş bir cocuktum ben. Babası pat diye ölmüş, sarayı pıt diye yıkılmış, ipekli kumaşlarla sarılıp sarmalanirken kendini mahallenin çöp tenekesinde bulmuş bir prenses!

Takdir edersiniz ki hazmı zor bişi anlatıyorum. Hazmi zor, idaresi namumkun!

Velhasıl benim bütün bu işlerle başa çıkma yöntemim birgün yine kaybedeceğim rutinden süratle kaçmak, durmadan kendimi sabote etmek oldu.

Başardım da. İşimi, kocamı hep rutine aykiri olandan seçtim! Seçtim de ne oldu? Rutine döner dönmez bir bahane bulup ikisini de bıraktım!

Ritimsiz değil, rutinsiz olmak istediğimi, çünkü rutin bozulursa yine çöplükte uyanacagimi biliyorum. Bundan korkuyorum.

O zaman kahve içeyim ben


26 Ağustos 2022 Cuma

RUTİN

"Senin rutinin hiç olmadı" dedi Prusya Kralı. Haksız, oldu. Haklı, sıkılacak kadar uzun bir rutinim olmadı. En uzun rutin okuldu belki ve ondan da çok bunalmıştım.

Londra, bir yıl 

Evlilik, bir yıl 

En uzun iş, bir yıl 

En uzun ilişki, bir yıl....

Doğru, kök salmak istediğimi söyleyip, hep bundan kaçtım. Kaçtıkca kendi huzursuzluğuma yakalandım. Huzur aradım, ama kendime huzuru hiç yakıstiramadim. 

Rutin ve huzur için yanıp tutuşup, kul olacagim besbelli. Bir an evvel durmalıyım.








UZATMA ELVAN...

...dedim kendime bu sabah. Bittiyse bitti uykun, kalk! Kalktım, 05:40. Kahvemi yaptim, sabahlığımı giydim, balkon çıktım. Biraz etrafı dinledim. Cevizin bir yapraktan diğerine düşen yağmur damlalarının, karganın kanat çırpışının, uzaklardaki kuşların gün doğuyor diye telaşının sesini, sabahı sabah yapan sesleri dinledim.

Mutlu oldum uykum bitti diye. Mutlu oldum geçip gitti diye. Herkesi, her duyguyu böyle sakince bıraktım bu sabah,gitsin, bitsin, bittiyse uzamasın diye .. Elveda eski.

25 Ağustos 2022 Perşembe

HIZLA GİDEN BİR TRENİN İÇİNDE UYURSAM II


Ne münasebet! Ne hızla giden, ne de duran trenin içinde uyumam, uyuyamam. Mayamda yok!

İkindi okunurken şarap içen kulunu affet Tanrım. Amin.

Neyse, ne diyordum. Böyle Tanrı kendini hatırlatınca ihtiyaten bi, kusura bakma sevgili yaratıcı demek geliyor içimden. Öyle yanar döner dini bütünlerden değilim ama birliğe gönülden inanır ve içimde hissederim. Ha bu beni yolun gereğine sokabiliyor mu derseniz, ben yola gelen, getirilebilen tiplerden değilim. Serseri mayın geldim, serseri mayın gidiyorum gezegenden vesselam.

Hah, ne diyodum, bana en nefis teşhis en yakınımdan güm diye geldi, " sen duramıyosun" dedi Prusya Kralı:)) Çok haklı duramıyorum. Annem de sabah yedide uyanıp ev aramaya çıktığımı duyunca "seni sokakta doğurdum zaten" dedi. 

Hep durmayı hayal ediyorum ama durduğumda karşılaşacağım şeyleri özlemek ve hayal etmek muhtemelen daha fazla işime geliyor. Artık nasıl bir pis kaçak dövüş sanatçısıysam siz bilin artık!

Neyse ne yaw, hızla giden trenin içinde uyuyamam ben! Giderim lokantasına bi şişe şarap söyler yazarım çizerim. Sonra da gider sızarım:)) Hadi öptüm ayaklarımı dinlendirip kitap okuyacağım biraz. Keşke senin de serinletilmiş beyaz şarabın ve peynirin olsa. Hayat!

HIZLA GİDEN BİR TRENİN İÇİNDE UYURSAM...


Tünaydın,

Elvan Hanım'ın nerede mola vereceği belli olmayan yolculuğuna hepiniz hoşgeldiniz. Ruh halim bakınız şehrin havası gibi; parçalı bulutlu, ne halt edeceği bilinmez! Mutlu veya mutsuz değilim. Aslında pek takılmıyorum zaten. Çünküüüüü hormon seviyemin oyununa gelmeyecek kadar büyüdüm çok şükür. Yine de bi kendimden bıkmışlığım var ki,  nüksediyor zaman zaman.

Her gün ellerimi açıp yalvarıyorum, "Tanrım bana neşemi geri ver!" diye. Hani o kadar taktım ki bu konuya o kadar olur! Ver Allah'ım ver!

Neşemiz nasıl kaçar? Kaçan neşe kovalanmalı mıdır? Yakalanması mümkün müdür? Yakalanan neşe ne süre ile muhafaza edilebilir? 

Ne dersiniz? Ufak ufak gidiyor olabilir mi aklım? Neyse ne, neşemi geri is-ti-yo-rum. O kadar. Aklım isteyende kalsın, çok umrumdaydı.

Dün sokakta çocuğun biri babasının elinden tutmuş deliler gibi ağlıyordu. Hem yürüyor, hem ağlıyordu. Belli ki istediği bişi yapılmıyordu ve o da sırf şımarıklıktan kıçını yırtıyordu. Fakat sesinin tınısında sahtekarlık vardı:)) Benim durumum öyle diiil, ağlamıyorum, sahtekar falan da diil, sadece neşemi geri istiyorum.

Alkolle veya başka uyuşturucularla gelen sahne neşeye de talip değilim. Ben içten, içimden taşan, etrafa bulaşan neşemi istiyorum. Zıp zıp zıplatan, yediğimden içtiğimden zevk almamı sağlayan hani şu Yunan'daki gibi bata çıka yüzmeme, çocuklaşmama neden olan var ya, hah onu istiyorum.

Bir ağaç evde uyumak, sabah kahve fincanıma keyifle dokunmak ve toprağa basarak, zemini hissederek yürümek istiyorum. Neşemi kesinlikle geri istiyorum.

demişim ve kalmış..... 

22 Ağustos 2022 Pazartesi

KAN KOKUSU VAR SAÇLARIMDA

 

Benim hikayemde  durmadan kanayan anneler, gömüldüğü halde çürümeyen babalar, sevilmeyi hiç istememiş sevgililer var. Hepsini toplayıp Propontis'in karanlık sularına atmalıyım. Ama önce bir sandalcı bulmalıyım. Hani en işsiz, en paraya aç olanından. Hatta dilsiz olmalı. Eminim süregelen gelenekler arasında bir dilsiz balıkçı veya sandalcı vardır, yoksa yüzlerce kadının ölümü nasıl hasır altı edilebilirdi ki Konstantinopolis'de?

Ölüm kokan bir yüzyılda, annemin kan göletinde çırpınıyorum. Merhametim yüzünden çıkıp duş alamıyor, sadece arada bir limandaki köhne lokantada hızlıca elimi yüzümü yıkayıp, iki kadeh bişi içiyorum. Saçlarımın dibine sinen kurumuş kan kokusu o kadar kesif ki, yıllardır bir seri katilin peşimde olduğunu düşünüyorum. O da benim gibi yaşamla ölümü, aşkla şiddeti karıştırmış olmalı. Zaman zaman penceremin önünde bıçak biliyor. Bana varlığını hissettirdiği her sesten tiksiniyorum. 

Aşk kan kokmamalı bunu biliyorum.

Köstekli saatim var benim. Amcam vermişti. Zamana hiç ehemmiyet vermeyen biriydi. Ayık kafayla yaşayamayacak kadar naif, halka karışamayacak kadar soylu. Geçenlerde saati buldum kalbimin odacığında, berjerin üzerinde. O günden beri zamansızlığı hedefledim, gecemi gündüze dikerek, amcamın ruhuna içiyor, arada bir Orhan Veli'ye artık hiçbir şey bedava değil diyerek iki küfür sallıyorum.. 

Şerefine dünyanın en ince ruhlu amcası, Ravel'den Bolero sana!

Sahici insanlardan bahsediyorum. Çürümeyen ölüler, kan kokan saçlar, peşime düşen seri katiller diyorum. Annemin durmadan kanamasından kardeşim ve ben soluksuz kaldık ölüyoruz diyorum ama kimse inanmıyor. Neden? Yalancı mıyım? Değilim. İnsanlar gerçeklerden hoşlanmıyor. İnsanlara "sana şaka yaptım!" diyen ve mutlu sonla biten romanlar lazım. Ben öyle şeyler yazamıyorum. 

Yalan beni kemiriyor anneminki gibi bir gölette canlı kalmaktan aşırı korkuyorum!

CEVİZ

Eğer ceviz agacina vuran sabah ışıklarinin guzelligini gorseydiniz siz de uyandığında çok sevinirdiniz.

Usul usul esen rüzgar ve yumuşacık sabah. Kim inanır bir saate ortalığın yanacagina?


21 Ağustos 2022 Pazar

YILDIZLAR

 

Naber? Burada olduğuna göre uyumamışsın daha. Peki, ne anlatayım sana? Yıldızlardan bahsedeyim mi? Her konuda olmasa da pek çok şey hakında sohbet edebiliyorum. İstersen sen seç konuyu diyeceğim ama blog yazarlığı böyle bir davete uygun değil.

Bu gece hava ne güzel değil mi? İnsan yıldızları seyrederek uyumak istiyor. Yıllar önce Akdeniz'de teknede uyurken bakmaya doyamazdım gökyüzüne ve nedense hep Mezopotamya'da damda uyumak hayalim vardı. Henüz başaramadım, yani Mezopotamya'da damda uyumayı ama bir defa Arap Mahallesi'nde Pembe Ablaların damında kalmıştım. Çok güzeldi! Uyumak da bir sosyallikti orada. Kikirdeyerek, sohbet ederek ve yavaş yavaş uykuya dalmak. Sonra sabah seriniyle, o tarifsiz tatlı ürpertiyle uyanmak. Uzaktan gelen harım kokusu. Tavukların ve horozların ötüşü.. Henüz ortalığı kavurmayan usul usul yükselen bir güneş... Mama kaselerini burunlarıyla deviren köpekler.

Geçmişi değil, sade ve samimi olanı özlüyorum.

Sen neyi özlüyorsun?

BİRAZ ESTETİK KONUŞALIM MI? :)))*





*Hadi Pazar gibi Pazar yazısı bırakayım buraya:) 

Zaman zaman memesini, kalçasını yaptıran arkadaşlarımı anlattım size. Ölümcül diyetler yapanlar, cilt bakımından çıkmayanlar vesaire vesaire. 

Hayatımda iki kere cilt bakımı yaptırdım. Birinde gelinliğimi almaya Bursa'ya gitmiştim. İki prova arasında koca günü napıcağımı bilemeyince önce kebapçıya, sonra pastaneye ve son olarak cilt bakımına gitmiştim. Gayet sıkıldım ve kesinlikle bi gram farklı hissetmedim. Yüzümü mıncıklayıp mıncıklayıp bıraktılar. Boşuna para ve zaman kaybıydı. Neyse ki param da vaktim de boldu o gün.

İkincisinde kocasını elinde tutmak için çırpınan bir arkadaşa eşlik ettim. Hatırlarsınız Sarışın diyordum ona yazılarımda. İşe yaradı mı derseniz yok, kocası gitti. Ha ben ne hissettim diye soracak olursanız ilk deneyimden daha iyiydi ve tabii Bağdat Caddesi'nde olduğumuzdan daha pahalı:))) Fakat içimde yokmuş ki, bir tur daha gitmek aklıma bile gelmedi.

Estetiğe ve bakımlı görünmeye kesinlikle karşı değilim. Zerre kadar da kınamıyorum. Kim nasıl iyi hissediyorsa öyle yapmalı bence. Sadece benim yaşam pratiğime uygun değil. Zamanımı bu işlere ayırmaktan çok hoşlanmıyorum. Bacağımdaki kılları temizlemek bile yoruyorken, yani temiz kalmak bile işken, keyfe keder olan ektralara hiç vaktim ve isteğim kalmıyor.

Ayrıca bu güzelleşme sevdası genellikle iyi sonuç vermiyor. Dudakları, elmacık kemikleri şişmiş, hemen hemen hepsinde her an sevişmeye hazır ifadeler gördüğüm kadınlardan biri olmak neden isteyeyim ki?

Üstelik plastik cerrahinin tarihine bakarsanız, çıkış noktasının güzelleşmeye veya beğenmediğimiz ağzımızı burnumuzu yaptırmaya hizmet etmek değil, cephede hilkat garibesine dönmüş askerleri toplamaya hizmet etmek olduğunu görürsünüz. Ne korkunç di mi?

Geçen Pazar Ekin Atalar "ne biçim gen kardeşim hiç kırk dokuz gibi değilsin!" dedi. Ailemizin vampir olduğuna dair tuhaf şakalar yapmak bizim kızların adeti! Ki alakası yok, herkes gibi bizde ailecek yaşlanıyoruz. Benim şansım uzun yıllardır güneş kremi kullanmadan sokağa çıkmıyor olmam. Cildim kalitesiz olduğundan krem sürmeden ışığa çıkamıyorum. Üstüne olmam gereken kilonun yirmi kilo fazlası da kalçalarıma, yanaklarıma eklenince yüzüm ay parçası gibi görünüyor:)) Makyajı abartmamak, kadın gibi giyinmemek, saç modelini değiştirmemek ve çocuk ifadeli olmak da listeye yazılınca algı yanılması yaratıyor insanlarda. Yoksa sahiden ciddi ciddi elli olmak üzereyim ve bence gayet de yaşımın insanıyım. En azından bedenen:))

Fakat ailece komiğiz. Hele keyfimiz yerindeyse of! Gerçi eskiden daha çok gülüp eğlenirdik ve gittikçe neşemiz azaldı. Geçenlerde de söylediğim gibi, yeniden neşeli ve yüksek olmayı özlüyorum. Yoksa güzellik, gençlik vesaire hiç umurumda değil. Çünkü asıl yaşam enerjimiz yüksek olduğunda ışık saçıyoruz. Etrafımızdaki nsanların bizi daha genç ve güzel görmeleri de bence bu şekilde mümkün oluyor. Gerisi boş!

Ama benim de ufak tefek sırlarım var... Mesela sabunluk, kese ve benzeri şeyler kullanmam. Yıllardır balık ağı ile yıkanıyorum. Duş jeli kullanmam. Temiz zeytinyağdan yapılmış sabunları seviyorum. Şampuanım genelde ya bebek şampuanıdır veya Alterra gibi orta sınıf organik bişiler. Yüzüme de yine öyle şeyler sürüyorum. Kurburnu yağı falan.

Diyeceğim o ki, genç ve güzel görünmek bu ara benden çok uzak. Bunun için aşık olmak lazım. Veya en azından kendini sevmek. Şu sıralar ikisi de uzak...

Aaaa ben yazarken Pazar günü bitmiş!







İYİ PAZARLAR

 

Günaydın,

Haftanın son günü. Sekizde kalktım yataktan. Theodora şaşırdı, alışık değil uzun uyumamıza. Günün bana ait sessiz saatlerini, serin havasını ucu ucuna yakaladım.

Kahvemle ve kitabımla kalmadan evvel günaydın demek istedim. Güzel bir Pazar olsun hepimize.

20 Ağustos 2022 Cumartesi

BİTMEYEN AĞUSTOS YAPMIŞLAR



 

Günahım kadar sevmiyorum yazı. Yüzmek olmasa zerre kadar kıymeti yok nazarımda. Yaylalara çıkmak, akşam olduğunda ateş yakıp  battaniyeyle oturmak isterdim. Senelerdir Kaçkar Dağları'nda Ağustos geçiresim var ama olmadı gitti. Bugün bir delilik yapıp uçak bileti alabilirim. Çünkü her durumda fakirsem eğer neden yüzmeye gitmeyeyim?

Egzamam felaket rahatsız ediyor. Yayılmayıp aynı noktada, başparmağımın kökünde kalışına sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Kaşıntısını tarif etmem imkansız! 

Rüzgar yok bu sabah. Ne incir, ne defne ve ıhlamur kımıldamıyorlar. Rüzgar olmayınca hepimizin tadı kaçıyor. Malum bu yaz onlarla çok sıkı fıkı geçti, nedense beni anladıklarına iyiden iyiye ikna oldum. Meğer ne hoşmuş ağaçlarla dostluk etmek. Alınma, gücenme yok, beklenti sıfır, sabır ve sadakat desen tadından yenmez.

Kendimi tamamlanan bir hayattan çıkmış, başlayacak olana adım atamamış hissediyorum. Askıda kalmış kahve gibiyim, artık biri bu duyguyu alsın istiyorum. Hep başlamasını hayal ettiğim bir dönem var, oldurmak istediğim bir düzen. Nedense içinde olduğum zaman dilimin aslında o an değerlendirilmesi gereken ve başlatmak istediğim, sahiden olsun istediğim her şey için ideal ve belki de tek fırsat olduğunu idrak edemiyorum. Neden? 

Bitmeyen roller, sonu gelmeyen görevler ve eksik yaptığım, yetişemediğim için azar işittiğim rutinlerle sıkıştırılıyorum. Benim ne işim, ne savaşım sona ermiyor. Depresif olmadığıma sevinsem mi, yoksa üzülsem mi bilemedim. Depresyonda olsam tedavisi var. Ama bu hissettiğim kapana kısılma hissinin ilacı falan yok!

Herşey geçer biliyorum. Ağustos da geçecek. Rüzgar esecek. Tatlı serin, yeni ev ve alışacağım düzen gelip beni bulacak. Peki ben ne yapayım? Nefes alayım. Alayım da o günü göreyim di mi?




19 Ağustos 2022 Cuma

HAYIRLI BİR CUMA

 

Günaydın,

Azıcık kurnazlık yapayım da günü yönlendireyim dedim. Cuma'yı hayırlı olduğuna inandırsam süper olmaz mıydı? Hem bu hafta hayırlı uğurlu birgünü haketmedim mi yahu? Ettim ettim... Sakin.

Hafta arap saçı gibi başladı sağolsun. Neyse ki bana bazen bi olgun haller geliyor da kimseyi ve tabii kendimi de kesmeden bitiveriyor günler! O kadar diyeyim.

Kiracım çıkmıyor, o çıkmayınca ben oturduğum evden toparlanıp bi yere kımıldayamıyorum. Arada annem covid oldu. Neyse ki sorunsuz gidiyoruz şimdilik. Bu hafta kızlar ağır saçmaladılar, bir süre doğalarına salmaya karar verdim. O kadar ki, haber bile vermedim saldım sizi diye.  Ayrıca beklenen gün geldi ve tekrar bildiğimiz beslenme düzenine dönecek kadar şişmanladım!

Velhasıl anlaşılan o ki kimse gelip kıçımı toplamayacak, ben yine bana kaldım! Bari toplayayım!

Bugün anneme yemek götüreceğim. Tatlı bile yaptım. İnternette bulduğum arazinin sahibini arayacağım. Deniz'den depoya çeki düzen vermesini rica edeceğim. Sonra eve gelip kitap okuyacağım.

Bu haftanın en tatlı işi kitap okumaktı biliyor musunuz? Çocuklar gibi şenlendim okudukça. Yata yuvarlana, kimse beni kovalamadan okumayı çok özlemişim. Kovalama meselesi de şöyle; son zamanlarda zihnim çok bölünüyor, okuduğuma konsantre olmamı engelleyen pek çok irili ufaklı düşünce yüzünden kitaplardan zevk alamaz oldum. Sanırım pandeminin bende bıraktığı en büyük hasar bu oldu: konsantrasyon bozukluğu.

Neyse, bildiğimiz yerden toparlanmaya devam.

O halde hadi bakalım hanımlar, beyler her birimize pek çok hayırlı saat olsun Cuma'nın içinde:) Amin.

18 Ağustos 2022 Perşembe

SABAH IŞIĞININ GÜZELLİĞİ


Günaydın,

Sırf şu güzel ışığı görmek uğruna erken uyanıyorum. Veya erken uyandığımda bu muhteşem ışıkla başlıyorum güne. Asıl olan tek şey görülmeye değer olduğu. İçimden oyuncu kediler gibi duvara yansıyan yaprak gölgelerini ve ışığı kovalamak geliyor. 

Yansımaların aslına meydan okuduğu saatten yazıyorum.

Kalbim kırık  dökük benim. Yaş almanın kalp kırıklığıyla doğrudan ilgili olduğunu düşünüyorum. Hatta düşünmeyi falan bıraktım, hissediyorum. Yalnızlaşmanın ve günlük küçük sohbetlerin konforlu alanının eşiğindeyim, artık içime konuşmak istemiyorum.


17 Ağustos 2022 Çarşamba

ARTIK İSTEMİYORUM OSMAN

 


Hellooo, hayırlı akşamlar,

Sinekler bacaklarımı yerken, inadına balkonda oturmak ve Aylin Balboa'nın yepisyeni kitabına gömülüp gülmek nedir yahu!

Çok şükür eğlenceli ve yarasını beresini yalarken show değil, edebiyat yapabilen bacılarımız var. Bu Hikaye Senden Uzun Osman isimli romanın daha yarısına gelmedim.  Ancak şu ana dek keyifle akıp gittiğini, bir iki yerde kafiye uğruna akışın sekteye uğraması dışında, ki hiç kulağı tırmalamıyor, tamamen benim kıskançlığım olabilir, fevkalede olduğunu bildiriyorum. Kimsem artık bilirkişi sınıfında on çok çok iyi dedim gitti.

Gülümsüyorum okurken, aynı anda ah uleyn sahi böyle hissediyor insan diyorum. Çünkü aşık olmak, aşkta kalmak isteyen ve fakat aşktan sürgün edilen bana epeyce benziyor bu kadın. Acaba O da benim gibi çok güçlüsün sen denilerek mi bırakıldı meraktayım? Belki de ağıt yaktığı Osman'ı bizzat kendisi terk etmiştir? Ki zannımca Aylin'in sayko tarafına çok yakışır, göreceğiz.

Velhasıl anamın covid pozitif ( büyük ihtimal ) ve kardeşimin çok şükür negatif olduğu bu sımsıcak Ağustos gününü rose ve Osman'a yakılan ağıtla uğurluyorum.

Benim Osman'ım kimbilir nerelerdedir:)))) Eminim şahsına böyle bir roman yazılsa, hali hazırda arşa değen egosunu samanyolundan toplayamazdık!

Çok şükür blog yazarak sakinleşiyorum:) Neyse Artık İstemiyorum Osman bölümünde kalmıştım, oraya dönüyorum ama bu kız kesin kitap bitmeden beş yüz kere fikir değiştirecektir. Oysa değmez.... Otuz sene aynı adamı mal gibi beklemiş bir gerzek olarak aha yazdım buraya değ- mez!

Hadi kaçtım.

ETEK




 

Günaydın,

İki senenin sonunda muhtemelen kaderi dolap beklemek olacak bir eteğim daha oldu. Sayıları toplamda beş. Tamamını beş defa giymiş değilim. Ama arada böyle hezeyanlara kapılıp, kadın gibi giyinmeye niyet ederek alıyorum. Sanki ben değil de etek ikna olacak!

Ama çok güzel değil mi? Matisse tablosu mübarek!

Neyse, fazla pahalı olmadığından içim rahat. Ortalama bir öğle yemeği parsına eteğim oldu. Şimdi biri evlenir falan popoma göre bişi kalmamış dolapta diye paniklemeyeyim. A Contamporary var! Hah orada giyerim. Böylece kutusunda eskiyen lacivert topuklu da insan önüne çıkmış olur. Oh içim rahatladı.

Neyse, aslında benim cephe pek iç açıcı değil. Bi ton aksama var. kendimi eyliyorum etekle metekle. Yoksa makul değil gelişmeler. Şİmdilik haftanın kalanı güzel geçsin diyerek kaçıyorum.

Sevgiler.

önemli not: Dolce&Gabanna dan da bir Bizans etek beğenmiştim seneler evvel.... Onu alamamıştım tabii:)))


15 Ağustos 2022 Pazartesi

HELLO HAYAT

 



Günaydın,

Nasılsınız bu sabah? Dilerim güzel bir hafta olsun hepimize. Ben geçtiğimiz haftayı hafifleme niyetiyle yaşayıp, bu sabah da aynı niyetle devam ediyorum. Ha gayret olacak gibi:)

Akışta kalmayı unutmuş bedenim... Sakinleşmeyi, gülmeyi, havadan sudan konuşmayı. Hep ciddi konular, kaygılar ve görevler... Bugün kendime ev aramaya gideceğim. İlk evimi de böyle yağmurlu bir günde bulmuştum. Su bana yarar, yengecim ben:)))

Dün Ekin Atalar anneme tarot barken benim kaderimle ilgili soru sormak istedi annem. Ana işte:) "Sor bakalım anne yalımın rıhtımından ayaklarımı sallandırarak sabah kahvemi içebilecek miyim? " dedim. Anam hiç o taraklarda diiil, "kızım senin evin var, iyi kalpli bir adam gelecek mi diye sorayım" dedi. Ailemin çıtası düşük:))

Şaka bir yana dedim ya yengecim ben, hamam, deniz, nehir, içki, kahve.... Aklına gelen her likit bende çalışır. Ama yalı konusunda ciddiyim, sahiden bir süre deniz kıyısında yaşamak isterdim. Tevazu bi yere kadar. Üstelik hayallerimin mütevazi olması çok saçma!

Neyse, kitaplarımı hafifletmeye devam ediyorum. Teyzeme gidecekleri de bu hafta çözeceğim. Yavaş yavaş uçak biletimi almalıyım, servet ödemek istemiyorum.

Çok güzel bir hafta diliyorum hepimize. yağmur varsa sizin oralarda bir kahve için bence. Öyle güzel ki sabahın kokusu.....





14 Ağustos 2022 Pazar

HAFİF OLMAK İSTİYORUM



 

Arzularımdan biri: Hafif olmak! Her b.ku ciddiye almamak. Büyütmemek. 

Eski ben bunu yapamaz. Herşey ciddidir. Eğlenemez. Eğlenirken bile sorumluluk sahibidir. Zavallı... Yeni ben hafif yaşamayı öğrenmek istiyor. Sahiden istiyor. Başka şansı kalmadı.

Velhasıl hepimiz bi hafiflesek hayat nefis olmaz mı? 

Dönüp arkama bakıyorum da hep ciddiymişim. Nasıl olmayayım? Mecbur bırakılmışım ciddiyete. 

ve...

Hafifim

Hafifsin

Hafifiz:)))



12 Ağustos 2022 Cuma

11 AĞUSTOS 2022, CASARETSİZCE OLMUYOR*

 



Tünaydın,

Yalnız geç kalktığımdan değil, henüz popom yer gördüğünden tünaydın. Kayıtlara düzgün geçsin lütfen! Uyandığımdan beri evin içinde kafası kesik tavuk gibi koşturuyorum. Kiracıyla konuş, İsis'in son günü vitaminini ver, Theodora üzülmesin, çamaşır yıka, bişiler ye, emlakçıya ev sor, anana gidip domates kaynatmayı unutma ve en önemlisi Prusya Kralı hayatta!

Evet ya, dolunayın abidik gubidik etkilerine rağmen bu hafta elde var iki kutlama! Birincisi Ekin Atalar'ın Le Cordon Bleu mezunu olmasıydı, ki hakkıydı zaten ama mahvoldum ertesi gün. Üstelik kızlarda fazla neşeli video serilerimiz kaldı, dilerim elalemin eline düşmez:))) İkincisi ise Ekin Anıl'ın Contemporary de işlerinin sergilenecek olması! İkinci kutlamamız sa malum yine Zeplin'deydi  fakat birincisi kadar çıldırmadık. Her gece ölümüne içilmez ki canım!

Şimdi, kısmetse bu akşam sakin bir aile yemeğiyle Prusya Kralı'nın aramızda oluşunu kutlayacağız. Ardından yarın, Ekin Anıl'ın 41.,yaşını Prusya Kralı'nın hayatta kalışının 1. yılını kutlayarak devam edeceğiz.

Kardeşim yaşıyor diye mutluyum. Her gece şükrederek uyuyorum. Herkes kardeşini benim kadar sever mi bilmem ama ben onsuz yaşadığım bir Dünya'yı şu an olduğu kadar sevemezdim.

İsis.... Bugün sokağa dönüyor. Hayat ne hep neşeli, ne de hep mutlu son. Bazen sadece son. Bazen tam istediğin gibi gerçekleşmeyene de eyvallah demek. Benim taşıyabileceğimden çok fazla bu yük diyebilmek...

Her durumda henüz gün bitmedi... Son cümle kurulmadı. Hayat devam ediyor. Hep birlikte devam ediyoruz.

*JABBAR SÖYLÜYOR:) BİZ OYNUYORUZ! HADİ HEP BERABER

11 Ağustos 2022 Perşembe

FIRTINA


Gafil avlandığım tek fırtına yıllar önce iç sularımda kopmuştu. Senelerimi aldı kıyıya vuran çöpleri temizlemek. Hala hiç beklemediğim anda saçlarımın arasından altın tozları dökülüyor veya kopmuş bir yengeç bacağı yuvarlanıyorsa eteğime, işte hepsi o uğursuz gecedendir.

Çok ağladım. Hatta o kadar çok gözyaşı döktüm ki, evdeki eşyalar yüzmeye başladılar. Sular yükseldi. Avizeye tutunuyordum. Hikmetini anlayamadığım sebepten, yüzebilen bir kilimin üzerinde uyumuşum. Sabah herşey kurumuştu. Gözlerim hariç.


9 Ağustos 2022 Salı

AŞK VE DEHŞET

 

Tohum. Önemli olan atalık tohum değil mi? Aşk var benim genlerimde. O yüzden aşk olmadan ilişki yaşayamıyorum. Dedem ilk karısına aşıkmış, hakkın rahmetine kavuşmuş vakitsiz.. Babaannemle evlenmiş, onu da sevmiş kendince ama ateş hiç evlerinin bacasını sarmamış. Sonra annemin babası, diğer dedem, O da anneanneme feci aşıkmış. Ama ne aşk! Her sevişme çocukla mı biter vre! Anneannem düşük yaparken, annemi emzirirken gitmiş buralardan. Ondan geriye kendisine aynadaki aksi kadar benzeyen annem kalmış. Peki dehşet nerede?

Dedem anama düşman, annem kadere düşman yaşamış upuzun bir hayatı.

Tohum. benim tohumum aşk mı, dehşet mi?

Aene kimbilir kaç? Yetmişlerde bir yerdeyiz. Babam her akşam bir iki kadeh içiyor ama o kadar. Fakat o gün her ne olduysa iki kadehten fazlası düşmüş payına. Kuşlar gibi cıvıltıyla, neşeyle gelmiş eve.  O yıllarda kapılar kilitlenmezdi bizim oralarda. Bahçemizde içinde japon balıkları yüzen bir havuzumuz vardı. Masal bu ya muhtemelen  ayışığı seyretmeye fırlayan bir kurbağa nasıl olduysa olmuş ve babamın avuçlarına düşmüş o gece! Hayatının önemli kısmını yatılı okulda geçiren canım banam o kadar körelmiş ki dokunmakta fark etmemiş canımın içi elindeki kımıltının kuş değil kurbağa olduğunun. Nereden bilsin çiçeklere konan bir kurbağa olabileceğini???

Büyük bir sevinçle yaklaşmış annemin yatağına   "bak sana ne getirdim!" diyerek. Annem kimbilir ne korkmuştur. Gecenin bir vakti yerlerde sürünerek yatağa yaklaşan ve "Sevgi uyan bek sana ne getirdim" diyerek avuçlarındaki gariban kurbağayı seven babam! 

Annem ve babam iki sefil, iki yaralı insan olarak çok sevmek ve çok sevilmek isteyerek ve ancak bunu bir türlü arzu edilen hale sokamayarak ve delice acı çekerek aşk ve dehşet içinde geçirdiler hayatlarının on bir yılını. On bir yıl, iki çocuk, çokça çiçek, bolca pırlanta.

Ben aşk çocuğu falan değilim... O benim fantazim.

LAHİT

Özay Gönlüm, Zeki Müren, Hisseli Harikalar Kumpanyası ve daha neler neler var çocuklukta. Kale içi konserleriydi hepsi. En güzel ipekli gömlekler giyilir, günbatımında kalenin geniş kapısından yüzlerce yıllık rampa tırmanılarak hendeğe ulaşılırdı. 

Ben delirmeyeyim de kim delirsin Ortaçağ kalelerine! 

Martı olmazdı bizim oralarda. Karga, yusufcuk, serçe vardı. Kaleye de en çok kargalar gelirdi. Çocukluğumdan beri severim kargaları. Galiba söylemiştim, Behrengi'nin Kargalar hikayesine de bayılırım.

Konser başlayıca ses etmez kargalar. Onlar alacakaranlık severler. Gün ışığının son rengi silinince susarlar. Böylece müzik başladığında herkesin dikkati sahnede olur. Bazı çocuklar uyuyakalır annelerinin dizinde ama kimilerine keşif vaktidir!

Ben macera sevenlerdendim. Şansımı sonuna kadar zorlar ve gidip kapağı açık bir lahit bulurdum kendime. Oh! Anamın dizinden daha konforluydu şu lahitler. Ah bi de ılık süt içebilseydim var ya, mışıl mışıl uyunurdu o tarifsiz serinde. Siz hiç yıldızları seyrederek bir lahitte uzandınız mı? Enfestir. Ölmeden önce gökyüzüne bakmalı insan. Ama öyle iş olsun diye değil, sahiden göremeli yıldızları. Yıldız haritalarını izlemeli, en parlak yıldıza bişiler anlatmalı. Ona bakarken uyuyakalmalı, annesinin aklını almalı:))

Yıllar sonra Londra'da bir kilisenin arka bahçesindeki lahite uzandığımda gökyüzü simsiyahtı. Gökyüzü rüyamda gördüğüm kuyu gibi siyah ve tekinsizdi.

Çocukken hiç korkmazdım. Ben büyüdükçe korkularım da büyüdü. Annemin, babamın, ninemin, halamın, içinde yaşadığım toplumun ne kadar korkusu, endişesi varsa sırtıma yüklendi sanki. Beş kamyonluk yükünü, iki dakika yere koyamayan ben, yumuşacık yatağımda bile o lahitteki kadar huzurlu değilim.

Günlerce sürecek, aklı baştan alacak bir sel olmalı, herşey, ama özellikle geçmiş sele kapılmalı, aklana paklana uzaklaşmalıydı. Serçelerin, çocukların, orta yaşlı kadınların sırtına yük olan geçmiş mutlaka o sele kapılmalı!

Geçmiş sele, ben bugüne karışmalıyım. Akmalıyım.

İNCİR

Bizim oralarda insanın cinlisi olmazdı ama ağacın olurdu. Cinler harımda buluşur, incir ağaçlarının altına sofralar kurarlardı. gece gece oralarda gezmek tekinsizdi. Yalan söylemiyorum. Masallar ve efsaneler diyarında büyüdüm ben. 

Kübra Teyze anlatırdı, yedi kere batmış çıkmış bizim yarımada. Yüzlerce sel, defalarca deprem görmüş. O yüzden evler kilit taşlı, damlar topraktır. Öyle bir evde büyümedim ama sele kapılıp dere ağzına inen arabalar gördüm ben. Sokaktan pırıl pırıl akan yağmur sularına ayaklarımı sallandırdım evimizin pencesinden. O tertemiz sularda kilim yıkayan kadınlarla büyüdüm anlayacağınız.

Oyalı yazmam da oldu, basmadan şalvarım da. Kabuslardan, karabasanlardan ve dahi cinlerle karşılaşmalardan hiç nasiplenmedim, beş parmak sayesindedir. Her daim omuzuma iliştirilen nazarlığım.

Bizim köy çok değişti. Yağmurlara akacak yol, incirlere köklenecek toprak kalmadı. Toprak damlı evlerin sonu geldi. Beşparmak dizmeyi bilenler toprağa karıştı.

Boşuna değil balkonuma uzanan cevize durmadan incir demem, incir var benim geçmişimde. Yapış yapış incir sütü bulaşmış parmaklarım, tertemiz örtülere serilen kışlık incirler var hatıralarımda. Harım içine gitmeler, iki biriket arasına uzatılan hatıla oturup kına gecesi izlemeler var. O kına gecelerinden kalan kokunun huzuru ve sabah kaynatılan sütün sonsuz beyazı...

En sevdiğim reçel incir reçelidir. Oysa ben küçükken pek olmazdı evimizde. Karşı kıyının geleneğidir inciri güneşte pişirip reçel yapmak.

Şimdilerde  sel bekliyorum. İçinde hapsolduğum kuyuyu taşıracak, geçmişe dair çöküp kalmış, yapışmış tortuları önüne katıp götürecek güçlü bir sel! Geriye yalnızca asıl olanı ve beni bırakıp kalanı silip süpürecek, Neyzen Tevfik'in evinin önünden geçip, topladığını, biriktirdiğini dere ağzından Arşipel'e ulaştıracak bir sel.

İncirler, cinler, Arap mahallesi, Kule evler, kına, halı ve zeytinyağı kokusu gibi şeyler kalabilir. Efsaneler, basma örtüler, oyalar ve yağ kandilleri de kalsın. 

Sel sadece kuyuyu taşırsın o bana yeter. Rüyamda rüzgarsız, zamansız ve haritasız kalmak istemiyorum.




8 Ağustos 2022 Pazartesi

ZAMAN: KARA KUYU



Özneldir. Bana göre lastik misali uzarken, sen "hop diye geçti!" diyebilirsin. Sence sonsuzdur, bana sorsan geçmişte sıkışıp kalmış olabiliriz... İslam düşünürlerinin zaman kavramı üzerine söylediklerini okumayı severim. Zihnimi açıyor. Gerçi benim hayal gücüm yüksektir, yani her birinin zaman yolcusu olduklarına dair inancımı da felsefi ve mistik yorumlara eklenince ortaya çıkan tablo takdir edersiniz ki fevkaladenin fevkinde oluyor!

E ne güzel işte, Einstein bile o kafaya geldiyse ve Jung kıçını yırttıysa vardır bir bildikleri di mi? Bi de Spinoza. Bu üçlü kesinlikle okullarda okutulmalı. Keşke Almanca öğrenip felsefe okumalarımı doğrudan Almanca yapabilseydim. Şimdiki aklım olsa sahiden isterdim. Aşk şiirlerini, Divan-ı Kebir'i  de Farsça okumak muhteşem olmaz mıydı? Neyse, tembelmişim demek! Veya tembel demeyelim de, bugün  dikkati dağınık, travmatik, konsantrasyon süresi düşük diyerek gömeyim kendimi:))) Değişiklik olsun.

Ha, ne diyordum, zaman. Zaman, harita ve rüzgar. En sevdiğim üç kelime olabilir.  Neden? Çünkü hem içimde, hem dışımda şenlikli, kederli ve sahiciler. Hem tek tek, bazen de cümleten büyüleyiciler. 

Bugün bir hikaye yazmak istiyorum. Keyfe keder üflenen rüzgarlarla iç sularında seyreden, zamanın dışına atılmış bir harita sevdalısı hakkında. Azıcık otobiyografik, bir miktar nefret kusan, çokça özlemekten yorulmuş falan da filan.

Harımın kıyısında bir kuyu vardı. Hemen üzerinde bir bakraç ssllanırdı. Bir  de emme basma tulumba kenarda. Ama neden emme basma tulumbaydı ve biz ona neden sadece tulumba demezdik hatırlamıyorum. Orada, harımın kenarında dururdu. Ne zaman Arap mahallesinden geçsek ve ne vakit keçi boynuzu, incir toplamaya gidecek olsak o kuyudan mutlaka su çeker, kafamızı ıslatırdı Zafre ninem. 

Birgün çok çişim geldi. Tam şortumu indirmiş çömeliyordum ki, "olmaz!" dedi, "incirin altında cinler sofra kurar, git şu pinarın altına işever " dedi. "Peki" dedim, topladım donumu paçamı, yürüdüm paytak paytak işaret edilen istikamete. İçimden pek bi sevinmiştim keşfettiğim şeye; demek cinler sandığım gibi kuyuda değil, incirin altındaydı! Bak sen.

İşerken çişimi seyrederdim. Sıcaktan iyice kurumuş toprakta nasıl çabucak yok olduğuna hayret ederdim. Sanki toprak susuzdu da çişimi bekliyordu! O günde seyrettim. Koca pinarın altına işemiştim, inşallah kızmamıştır bana!

Keçi boynuzlarını bolca toplandık. Çekirdeklerini ceplerime doldurdum. Birini bile ziyan edemezdim çünkü mahalledeki savaşta tüf tüf için acayip değerli cephanelikti onlar. Öyle fena acıtıyordu ki bu defa çok pis icabına bakacaktım oğlanların. Üstelik ak koyun kara koyun ortaya çıkacaktı; bakalım çitlembik mi daha çok acıtıyordu, yoksa keçi boynuzu çekirdeği mi?

Kuyuya vardık nihayet. Eller yüzden mis oldu, buz gibi suyla yıkandık. Tepemize su serpildi. Kafamıza güneş geçmesin diye tülbent takmıştık ama olsundu, bu güneş fena yakardı insanı. Büyükler ağaçların altında serinlerken sırf meraktan eğilip baktım kuyuya. Zifiri karanlıktı. Aksim simsiyahtı. Güneşin altında alev alev yanan saçlarım vardı ama onlar bile kuyunun dibinde simsiyahtı. İsyan etti içimde bişi "aaa" diye bağırdım. "Ah!" diye karşılık verdi kuyu. Afallamıştım. Arkama dönüp baktım benden başka duyan var mı diye, kimse umursamamıştı. Kardeşimin yediği incirler dağ olmuştu önünde. "İncirin üstüne su içersen cır cır olursun" diyordu ninem. Herkes gülüyordu.

Eve dönme vakti gelmişti. Mezarlıktan geçerken köpekler havladı. Annem "Kardeşinin elini tut " dedi. Yapış yapıştı parmakları. 

Sinir oldum.

Dün rüyamda o kuyuyu gördüm. Yok, kuyuyu değil aslında, o kuyunun dibinden seslenen ve o gün bana "ah!" diyeni gördüm.  Aslında o da değil, ben kuyunun dibinden gökyüzüne bakan kendimi gördüm. Saçlarım medusa gibi yayılmıştı karanlığa, uzaktaki ışığa bakıyordum. Zamansızdım. Rüzgarı özlemiştim. Kesif bir nem, asılı kalmış su zerrecikleri vardı etrafımda. Geceyi bekliyordum. yıldızlar görünsün, yerimi bileyim, mevsimi anlayayım diye umutsuzlukla bakıyordum gökyüzüne.

Dün gece rüyamda kör bir kuyuda bırakılan bir başka versiyonumla tanıştım! Aklına estikçe üfleyen sen, dilerim cayır cayır yan bu gece!



6 Ağustos 2022 Cumartesi

ESKİDENDİ, ÇOK ESKİDEN


Hayırlı akşamlar:)))

Bu sabah Ayasofya hakkında ne zırvalamışım ama:))) Eskiden olsa ballandıra ballandıra anlatırdım. Bilmek, öğrenmek ve anlatmak acayip zevk verirdi. Bitti. Umurumda diiilll, çok merak eden açsın interneti baksın. Uyuz oluyorum zaten telefonla gelen kolay bilgiye.
Neyse, bir Cumartesi daha aramızdan yavaş yavaş ayrılırken, henüz içsavaş çıkmadığı ve deprem de olmadığı için aşırı şanslı olduğumuz kanaatindeyim. İsis mi? iyi çok şükür, ama su içmiyor serseri.

AYASOFYA

 

Günaydın,

Tarihi yarımadayı özleyerek uyandım bu sabah. Galiba için için sonbahar bekliyorum, yaprakların rengi döner dönmez soluğu oralarda alacağım. Çok seviyorum İstanbul'u. Bin kere canına okunsa, her sokağı işgal edilse, binaları yerle bir edilse de seviyorum.

Ayasofya'yı son ziyaretim korkunçtu. Zemine döşenen halı çok canımı sıktı. Her binaya yapılana sustum ama orası kırmızı çizgimmiş... Çaresizce izlemek moralimi bozdu.

Bütün bunlar unutulamayan hatıralar ve fazla okumanın gazabı. Aile köklerimin oralarda olması ve üzerine İstanbul Üniversitesi, beni kentin dokusu ve tarihi hakkında fazla duyarlı yaptı. İnsan sever gibi sevdim şehri. Kah özledim, kah darıldım. Gittim, terk ettim, döndüm. Küstüm. 

Ne bileyim işte, bu sabah Ayasofya var zihnimde, İstanbul özleyerek uyandım.

5 Ağustos 2022 Cuma

SABAH






Günaydın,

Sabah 06.30. Bu saatte uyanmayı seviyorum. Hele yazsa. Öyle güzel serinlik. Sanki bütün gün yanmayacakmışız gibi. İnsanlar henüz sokakları işgal etmemiş, sabah serini güneş tarafından yakılmamış, kuşlar tatlı tatlı sohbette... Ben mi? Ben bu harmoninin ortasında kahvemi içiyorum. Güzeller güzeli ceviz ve ıhlamura bakarak sabahın seslerine şükrediyorum.

İnsan ömründeki en keyifli şeylerden biriymiş canlılığı izlemek. Nerede ve ne olduğuysa hiç mühim değil. Bazen kedi, bazen ağaç veya bir avuç su. Yeter ki canlılığı, yaşamı fısıldasın hayat, yeter ki ben duyabileyim.

Çok tatlı bir serini var rüzgarın. Ilık. Yumuşak. Balkonumun kuzey koridoruna açık olması büyük şans. Tüm şehir yanarken her daim esintili. Biraz sonra İsis'in mamasını vereceğim. Onu bir odaya hapsetmekten gayet mutsuzum ama veterinerde kalsa kafeste olacaktı, daha fena. Burada hiç değilse ben varım, onu seviyorum.

Bu güzel sesleri duyabildiğim sürece herşeye katlanabilirmişim gibi geliyor. Yaşamın sesleri. Su, hava, toprak ve henüz bilmediğim ateşten gelen sesler. Asıl olanı, sahte olandan ayırmak ne güzelmiş. 

Çok güzel birgün diliyorum hepinize. Hepimize. Benim ceviz gibi hafif, serin ve mutlu olsun sabahınız. Sevgiler...

4 Ağustos 2022 Perşembe

EZBER BOZANLAR OLMASA BU GEZEGENDE Bİ GÜN YAŞANMAZ.

 

Günaydın,

Bu sabah Geylani, Einstein, Bestami, Jung, Osho ve Şems ve Rumi gibi dünya ezberlerinden sapmış varlıklara güzelleme yapasım var. Neden mi? Çünkü Winterson'ın aşka dair söylediğini onlar başardılar: "binlerce kez yazılmış, suyunun suyu çıkartılmış olsa da bir yerlerde taş tabletlere yazılı...." Buna inandılar!

Ne yazılı? Neye inandılar?

Aşk. 

Gerçek. 

Hakikat.

Zaman.

Okumak içimi genişletiyor; yüzmek, yelken yapmak, şu güzelim cevizi seyretmek gibi... Belki bu sebeple sığamıyorum yere göğe. Hep bişi eksik, yanlış, zor veya sırf kavrayamadığımdan yabancı geliyor. Almışım elime kendimi, ait olmadığım bir puzzle da illa bir boşluğa yerleşmek istiyorum. Muhtemelen yanlış puzzle da oyalanıyorum. Çünkü neremi yontarsam yontayım asla o boşlulardan biri benim değil....

Belki kendi puzzle meselemi düşünmeliyim. Bir yerlere ilişmeye çalışmak yerine yepyeni bir puzzle yapamaz mıyım? Jung yaptı! Osho yaptı. Şems yaptı. Dışlanmayı, deliliği, hatta ölümü göze alarak yaptılar. Demek mümkün. Demek hayatı ölü müyüm diri miyim düşünerek geçirmek yerine sahiden capcanlı olmak mümkün! Ne güzel. Bende onlar gibi olmak istiyorum; canlı, heyecanlı, tutkulu, cesur.

Yoksa birgün daha nefes alamayacağım.... Buralar havasız.




1 Ağustos 2022 Pazartesi

EN SEVMEDİĞİM CÜMLE: "SEN HAKLIYMIŞSIN ELVAN"





Çünkü benim için bir anlamı yok, çünkü uğradığım maddi ve manevi kayıpları telafi etmiyor, çünkü büyüdüm ve artık egom bu cümleyle beslenmiyor. Bu yaklaşım beni sadece kızdırıyor!

Velhasıl yıllardır anlattığım herşeyi bir bir yaşıyoruz. Üstelik hiçbiri kehanet değildi, söylediklerimin hepsi tarihsel döngülerden ibaretti... Umursanmadım. Şimdi mi? Şimdilerde etrafımdaki herkes dile getirmeseler bile eminim cadı olduğuma inanıyorlar. Bir bir dökülüyor zamanın foyası, tek tek sallıyoruz annemizin babamızın beşiğini.

Haklı olmak istemiyorum, mutlu olmak istiyorum.