21 Şubat 2014 Cuma

SÜMBÜLÜMÜZ AÇTI


Dün evdeki kahve stoklarının bittiği gerçeğiyle burun buruna gelince, çaresiz bir ruh haliyle dolapları karıştırmaya başladım. Amanın, bakınız ne buldum! Haziran ayında Tübingen'de keşfettiğim ( elbette Süper Prenses sayesinde) bir kahve&çikolata dükkanından aldığımız kahve! Ben, akılsız Elvan sonbahara sakladığım bu kahveyi sadece dolabın değil, hafızamın en dibine saklamış olmalıyım ki bulduğumda artık içilebilecek durumda değildi. 
Çekirdekler kavrulsa acaba yani bir umut içebilir miyim diye denediysem de olmadı! Bu durumda yapılacak tek şeyi yapıp "IKEA evimizin herşeyi'nden!" aldığım kahvenin son kaşığına sarıldım. Ve bakınız ki, elimde kahvemle balkona çıkınca yukarıda fotoğrafını gördüğünüz güzellikle karşılaştım. Kahvemi bayatlatan Rabbim, sümbüllerin en güzelini vermiş bize!
Annem sivri dillidir ama yeşil ellidir. Bu soğanı saklamış olmalı ki, ben bu sabah güzelliğini görebildim. Hatta Burhan Bey'e de gösterdim. 
Erken gelen bahara elbette içimiz buruk merhaba diyoruz. Keşke mevsimler bu denli hızlanmasaydı da, içimiz huzurla buyur etseydik çiçekleri, kuşları... Yine de hoşgelmişsin sümbülüm, sefalar getirdin balkonumuza. 
Sıra lalelerde...

19 Şubat 2014 Çarşamba

YAŞASIN MÜZİK!

BAKIN ŞEHİRDE NELER OLUYOR! SEVGİLİ MEHMET MESTÇİ HARİKA BİR İŞE DAHA İMZA ATIYOR! 
İYİ MÜZİK DİNLEMEK İÇİN EĞİTİLMİŞ BİR KULAĞIN SEÇİMLERİ BENCE ÇOK ÖNEMLİ. İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ'NE KADAR BEKLEMEDEN RUHUNUZA NEFİS BİR ZİYAFET ÇEKEBİLİRSİNİZ. KİMSE "AAA BEN DUYMAMIŞTIM!" DEMESİN, İŞTE HABER VERİYORUM:)


18 Şubat 2014 Salı

ERKEN BAHAR HOŞGELMİŞ, SALI BANA NE GETİRMİŞ?

Kendisinden memnunum. Mevsim normallerinde olmayan sıcaklığa rağmen, ne yalan söyleyeyim ruhum şenlendi. Sokaklarda çiçekler, çingenelerde çiçekler...Hatta şimdiden çiçekli, böcekli bir ders yapmak geliyor içimden ve gerçekten zor tutuyorum kendimi.  Zira mevsiminde yapılan dersin tadı başka oluyor. Geçen yıl koru derslerimiz şahane olmuştu mesela.
 
Bugün televizyonda Çalıkuşu var. Şimdilerde Aramızda Kalsın ve Çalıkuşu izliyorum. Birinde kostümler ve dönemin inceliği, diğerinde insanların hala insana benzemeleri hoşuma gidiyor. Bir an için bile olsa her şey yolunda sinyali alıyorum hayattan. Gündelik zırvalar, "burası İstanbul" söylemiyle yapılan kabalıklar millerce uzağıma düşüyor. Akıntı beni alıp, televizyonun içinde bir yerlere bırakıyor.
 
Cenazemiz vardı Galip Paşa'da. Mahalleye taşındığımızdan beri ilk kez buradaki komşularımızla bir tanıdık simayı uğurladık. Yavaş yavaş buralı oluyorum galiba... Cenaze tamam, bir de düğün görürsem, ki yakında manikürcü arkadaşım evleniyor, işte o zaman aidiyet duygum tastamam olacak.
 
 
Mahallede yaşamayı selamsız sabahsız bir sitede yaşamaya her daim tercih ederim. Evden çıkınca esnafla merhabalaşmak, ıslak saçla kuaföre inebilmek, misafir geldiğinde bir telefonla ne lazımsa isteyebilmek paha biçilmez. Hele hele " benim kargoyu alır mısınız" demeye bayılıyorum. Sanki o hep istediğim ama yaratmayı başaramadığım veya kaderimde olmayan kocaman evde yaşıyorum. her odasında bir dost, her odasında bir kardeş.. Ortak alanlar ve mahremiyet duygusu yan yana, birbirine karışmadan var. Hiç yalnız değilim, hiç kalabalık değilim...
 
Salı sallanır derler, yazıdan belli!

12 Şubat 2014 Çarşamba

LALE...

Lale ve nergis en sevdiğim çiçeklerdir. Aslında hepsini, bütün çiçekleri severim ama lale ve nergis görünce dayanamam, almasam bile koklamadan, gözlerimi kapatıp bir dakikacık olsun tadını çıkartmadan devam etmem.Edemem ki..
Dün Samatya'dan dönerken yolumuz Eminönü'ne düşünce lale soğanlarına bakmadan geçemedim. Evli değilken bir yeni yılda kayınvalideme aldığım soğanlar geldi aklıma. Uzun zamandır soğan dikmemiş, bir lale doğumu izlememiştim. Oysa biyopsim temiz çıkınca kendime verdiğim söz vardı; bu yıl bahar bana gelmezse ben ona gidecektim! Erguvan seyredecek, lalelerin tadını çıkartacak ve boğazın serin sularını, sarayımın bahçesini bol bol tavaf edecektim. Eh madem böyleydi, soğan alarak başlamalıydım. Bir tane aldım. Adam bir soğan parası ödediğim halde ikincisini de verdi. Oysa ben herşeyi tek almaya, tek olmaya o kadar alıştım ki artık, "istemem dedim". Adam inatçı çıktı ve"ya, bu benden, alsana sen" diyerek susturdu. Sonra da ekledi: "onlar - çiçekler- her saniye Allahın adını zikrediyorlar!"
Yüce Rabbim, bizi de her saniye varlığımızın, nefesimizin kıymetini bilen, yaratıcısını zikredenlerden kılsın dedim içimden. Farkındalığımdan, aldığım dersten kopmamayı dileyerek soğanlarımı eve getirdim. İşte onlar:
 

HAYATI YAZMAK...

...Okumak kadar zor. Nasıl ki gördüğünü okumanın binbir hali varsa, yaşadıklarını hele ki başkasının yaşadıklarını yazmanın da binbir hali var. Hayatını merak ettiğim sanatçılar, yazarlar hakkında kaleme alınmış eserlere baktığımda genellikle canım sıkılıyor. O insanların nerede okudukları, kaç çocuk yaptıkları veya kariyerlerindeki gelişmeler değil ki benim merak ettiğim. Asıl öğrenmek istediğim duyguları, olaylar ve kişiler karşısında hissettikleri. Bütün bunlardan çıkan öyküleri, resimleri, fotoğrafları, filmleri bilmek istiyorum. Yıllar boyunca cebinde taşıdığı bir saç tokası var mı? Olmazsa olmaz bir içeceği ya da daktilosu? Aşktan sürünmüş veya mutluluktan bayılmış mı anlatılmayacaksa yüzbinlerin gözündeki başarı ve yükseliş hikayeleri beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Tribünlere oynanmayan sahnelerin kaleme alınmadığı hayat hikayelerini yavan buluyorum. Bir biyoğrafi okuduğumda hakkında konuşulan, yazılan insanı aynanın diğer yanından görmek, o kendine bakarken, ben onun gözlerinin içine bakabilmek istiyorum. Bakışlarının ardındaki mahremiyetten payıma düşen kırıntıları toplayamayacaksam wikipedia var!

Belki sırf bu kaygılar yüzünden, hakkını verememek korkusundan elimdeki onlarca hikayeyi saklıyorum. Çünkü hayatı yazmak hiç kolay değil. kaldı ki sadece yaşamak bile bu denli zorken ve içinden geçmekte olduğumuz dönemde çoğu zaman yaşamıyor ve sadece hayatta kalıyorken, yazmak ne büyük cüret!

Dün Samatya'da sabah kahvemi içerken, kış güneşi altında bir kedi gibi yayıldım. Ne kadar uzun zamandır  ( en son Trilye'de kısmet olmuştu) bunu yapmadığını düşündüm. Kırk yaşımda kırk sabah kahvem yok desem, benim gibi kahve sever birine vah vah dersiniz değil mi?
O çok özlediğim martı sesiyle uyumalar ve uyanmalardan aylardır ayrıyım, mandalina toplamayalı kimbilir yine kaç yıl oldu... Peksimet ve domates yemeyeli... Bir hamama gidip su dökünmeyeli..
İnsanı insan yapan, hayatı da hayat yapan bütün bunlarken nedir kastımız canımıza Allah bilir!

Yaşamayı bile beceremediğimiz hayatın neresini yazayım ki ben?

 

10 Şubat 2014 Pazartesi

GÜNLERDEN PAZARTESİ, SAATLERDEN MUTLULUK

Haftanın ilk günü. benim en hızlı, en telaşlı günüm. Üstelik uğurlu günüm. Fakat bu defa diğer P.tesi günlerinden farklı olarak yeni odamdan yazıyorum. Aslında bu oda Süper Prenses ve Burhan Bey'e ait. Çünkü bu odada hep onlar uyudu. Benim için tam üç yıldır unutulmuş, sadece kitap almaya girip çıktığım, kendini bulamamış bir odaydı. İşte nihayet artık yazılarımı yazdığım, sevdiğim tablolarla duvarını süslediğim ve Noel Pazarı'nda ( Almanya Noeli, Ortaçağ Pazarı Jasmin hanımım:)) aldığım el yapımı tütsümle kutsanmış bir oda. Romancının dediği gibi "kendime ait bir oda"*

 Uzun zamandır bir odaya bu kadar kanım kaynamamıştı. Belki sonsuz çayırlara ve Boğaz'ın serin sularına bakan bir penceresi yok. Hatta annemin çamaşır astığı bir balkonu var! Yine de bana ait; kitaplarım, ders malzemelerim ve tablolarımla dolu bir oda burası. Güzel kedim Adakız'ın tütsü kokusu sebebiyle henüz ısınamadıysa da, tastamam bana ait bir alan.
Güzel bir okuma lambası da alırsam hiç eksiği kalmayacak. Bir de güzel Buddha posteri istiyorum. Onu kapının arkasına asacağım. Ayrıca eski cd çalarıma hoparlör alıp burada müzik de dinleyebileceğim! 
Kısacası sabah yogası, güzel bir pazar alışverişi ve eve dönüp güzel odama kurulmak bana çok iyi geldi. Darısı tüm isteyenlerin başına. Herkese gönlünce bir oda dilerim... Özellikle Guguk kuşu'na:)





* KENDİNE AİT BİR ODA, VIRGINIA WOOLF

ADAKIZ VE YEPYENİ KİTAPLARIM!

Adakız'ım bu işte! Harika bir fotoğraf olmasa da bir fikir verir di mi?
Yepisyeni kitaplığıma gelince.....
İşte bu raf sevgili Sarya:)

6 Şubat 2014 Perşembe

GÜNÜN YİRMİDÖRT SAAT OLMASI MÜNASİP DİİİLLL!

Oturup heyecanlı meyecanlı şeyler yazmaya nedense zaman bulamıyorum. Aslında pek çok güzel şey de olmuyor değil. Yeni çeviriler, yeni öğrenciler, ufak tefek seyahatler ve tabii yeni kitaplar ve onlar için düzenlenen odalar...
Bir dakika yaw, sanırım en ilginç olanı bu, yani yeni kütüphanem. Ya da yeni kedim. Yok yok yeni hastalığım daha enteresan. 
Neyse, önce kedimi anlatayım birazcık. Onu 12 Ocak günü adaya cenaze için gittiğimizde yemek yediğimiz lokantanın önünde bulduk. Adını da "Yüz Gram Adakız"  koyduk. Bizim eve yerleşeli yakında bir ay olacak. Harika bir tekir. Uzun zamandır bir tekir hayalim vardı bilenler bilir. hatta geçen yaz Körik gelmişti ama nasıl olduysa ikinci kattan firar etmeyi başarmıştı. Kendisi şimdi bizim evle Oyuncak Müzesi arasındaki paralel sokaklarda yaşıyor. Bazen karşılaşıyoruz. Hala kafası karışık; bir ısırık, bir yalama şeklindeyiz!

Ama Adakız öyle değil. Uysal, komik ve evde yaşamaktan memnun. Tek sıkıntımız boynumda uyuması! İşin ilginç tarafı orada bir sorun olduğunu hissediyor mu çok merak ediyorum. Kedi nihayetinde!Tekinsiz canlı:)

Kitaplarıma gelince... Yıl sonunda kriz geçirip azıcık kitap almıştım. Malum, bazen ekonomik olarak hangi sınıfa dahil olduğumu unutup alış verişin tadını kaçırıyorum. Ama varsın olsun yahu! Çul çaput almadım ya, azıcık kitap aldım! E tabii önceki kitaplarıma yeniler de eklenince yeni bir raf sistemi ihtiyacı doğdu. Ve elbette soluğu evimizin herşeyi IKEA da aldık. Şimdi harika ve yepisyeni bir kitap okuma odamın telaşı içindeyim. Yeni divanım, müzik cdlerim için rafım vesaire derken, evin üç yıldır kimliksiz duran odası canlanıyor galiba. Üstelik tablolarımız da kıyafet değiştirip çerçeve, cam bakımına girdiler. Sanki görücü gelecekmiş gibi her eşyamızda bir telaş bir telaş.

Yani oturup adam gibi yazmıyorsam sebebi günün sadece yirmidört saat olmasıdır. Gün otuz saat olaydı, bak neler neler yazardım:)

2 Şubat 2014 Pazar

BENDEN VAZGEÇME...




Bunu söylemeye hakkım yok belki; yani benden vazgeçme demeye ama görüyorsun, blogu kapatamıyorum. Haklısın masal yazmaz oldum... hatta yarım kalanları bile bitirmedim. Fakat söz veriyorum, en güzel masallar bu yıl yazılacak. Lütfen vazgeçme:)