27 Şubat 2013 Çarşamba

KIPIRTI

Zamanın bir yerinde bir avuç tohum savurmuşum geleceğime; kimi kayalara düşmüş, kimi denize. Bazısı da rüzgara binip uzaklara gitmiş. Unutmuşum...
 
Şimdi, bunca yıldan sonra toprağın altındaki kıpırtıyı hissediyorum. Adını koyamıyorum. ne oluyor hiç bilmiyorum.  Yine de artık kalın perdelerini kapatmıyorum hayatımın. Bahar geldiğinde burada olmak istiyorum:) Biraz daha yaşamak istiyorum.
 
 
 

22 Şubat 2013 Cuma

DEVA OLAMAYACAĞIM DERTLERİ VAR BU ÇOCUKLARIN...

 
Kendimi çok az şey karşısında tam anlamıyla çaresiz hissederim. Biri malumunuz ölüm. Diğeri ise gerçekten ama gerçekten kalbi kırılmış bir çocuk.
 
Sınıfımda anne ve babası ayrılmış pek çok çocuk var. Ne yazık ki pek çok. Ve bu çocukların verdikleri birbirinden ilginç tepkiler üzerine tez yazacak kadar malzeme biriktirdim. Bunu da üzülerek söylüyorum. Keşke biriktiremeseydim... Sadece boşanmış ailelerin çocukları olsa iyi, down sendromlular, bakımevinden gelenler ve daha neler neler...
 
 
 
Bu işe bulaştığımdan beri elimden geldiğince okuyor, bilene soruyor ve kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Yine de gerçek bir hüzün karşında hala elim kolum kilitleniyor. K.P. nin klasik odak noktası olma arzusundan ya da M.S nin algı düşüklüğünden bahsetmiyorum. Ya da M.M. nin kendi dünyasında yuvarlanışından. Ben basbayağı tadı kaçmış çocuk halinden bahsediyorum.
 
İki hafta önce bakımevinden gelen çocuklarımızdan biri "annemi istiyorum, oyun değil" dedi. Yanına gittim. "Canım, annen nerede ve ne zaman gelir bilmiyorum ama istersen onu beklerken bize katıl" dedim. Dedikten sonra da nasıl zırvaladığımı anladım. Bu mümkün değildi ki! Kimbilir annesi ne zaman gelecekti? Ya da gelecek miydi? Bize katıldı ama gözyaşları aktı akacak olarak oyun boyunca aramızda durdu.
 
 
Sonra Y.A. ya baktım. Gözlerinin ucunda boncuk gibi yaşlar "beni oyuna almıyorsunuz, beni dinlemiyorsunuz" diye mırıldanıyor. Duvarın köşesine sığınmış. Dudaklar titriyor. Üstelik onu oyuna çağırıyoruz. Asıl kulaklarını kapatan o! Acaba evinde kim, onun hangi ihtiyacına sağır? Bana ne anlatmak istiyor? Bilmiyorum...
 
Hırkasının kolunu kemiren, kenara çekilip ceketlerin arkasına saklananlardan değil, ciddi ciddi canı yananlardan bahsediyorum.. Beni çaresiz bırakanlardan. Çocukları yoga oyunlarıyla eğlendirebilirim ama üzüntülerini yok edemem. Keşke edebilsem...
 
Bu ay Marmara Üniversitesi'ndeki çocuk gelişimi derslerine katılmaya karar verdim. Orada hoca olan bir arkadaşım beni derslerine alabileceğini söyleyince havalara uçtum. Aradığımı orada bulur muyum bilemem ama bu bakışlar beni öldürüyor..
 
Bir de Leyla'dan gelen kart var tabii. İki aydır öğrencim olan Leyla, bana öyle güzel bir kart postalamış ki, bu çaresiz ruh halime ilaç gibi geldi. Çok yaşa sen Leyla'cım. Sağlıkla, huzurla yaşa:)

14 Şubat 2013 Perşembe

AŞIK BAKIŞI NASIL OLUR?

Eğer bir daha aşık olursam gözlerimden anlarsınız. Nasıl mı? Şöyle bakacağım: "... yuvasına şofben takılmış bir leylek şaşkınlığıyla!"*
E öyle bir bakışı da ölü balık bakışlarımdan ya da kocaman, abartılı gülüşlere saklananlardan ayırırsınız bi zahmet! Lafın kısası sevgilim yok. Sevdiğim de yok. Nasıl mı hissediyorum? Tam olarak şöyle:


Müthiş di mi? Bazen aşk böyle hissettiriyor işte! Sonra da insan canı yanmasın diye o ayakları yerden kesen duyguyu istemez, hatta özlemez oluyor.  Bizzat uğrasa bile, "isim neydi? "diyerek kapıdan sepetliyor. Nadiren de olsa yaşamaya dair bir isteksizlik rüzgarı estiğinde, birinin rüzgarla aramıza girip, bizi korumasını hayal etsek de - kaldı ki böyle bir durum olsa "aman sen öne geç de ben üşütmeyeyim!" diyecek adamlarla doldu şehir! - , şu yukarıda gördüğümüz sahne öyle bir kazınmış oluyor ki hücrelere, değil rüzgar, kasırga gelse vızzzz!
Fırat'ın dediği gibi:


Velhasıl rabbim aşktan korusun. Tüccarların sevgililer günü kutlu olsun. Allah sevenleri ayırmasın. İsteyene istediğini versin.  Süphaneke, dinimiz amin!
 
 
 
 

*Murat Menteş Bey Kardeşin son kitabındandır.