17 Mart 2019 Pazar

SEVİNÇ






Son günlerde sevinç hakkında bir  kitap okuyorum. Okudukça bir kez daha görüyorumki aklın yolu bir ve kalbin yolundan hiç uzak değil. İkisi ayrı ayrı şeyler değil... Ayırmak, bölerek yönetmek daha fazla işimize geldiğinden icat ettiğimiz işler. 

Sevinç tek, merhamet tek, sevmek, öğrenmek, fark etmek, hissetmek tek. Zamansız, cinsiyetsiz, koşulsuz olunca güzel, ancak o vakit sahici.

Cesaret şifa bulmak için en önemli duygudur diyor Deniz Altınay. O halde tescilli bir korkak olarak iyileşmemek için bir sebep göremiyorum. Hayatta göze aldıklarımız kadarız, daha çok veya daha az değil. Sanırım kendime sevgi ve saygı duyduğum, içimdeki sevincin taştığı zamanlar da o anlar; korkumla beraber yürüyüp, cesaretimi kucakladığım eşsiz dakikalar!


Fotoğraf 2008 Saruhan
Kitap Spinoza'nın Sevinci Nereden Geliyor?

11 Ocak 2019 Cuma

ARADIĞIM ŞEY, DURDUM.








Aradığınız şeyin de sizi aramakta olduğu ; öylece durursanız, sakince oturup beklerseniz onun sizi bulacağı söylenir. O uzun bir süreden beri sizi beklemektedir. Yanınıza geldiğinde bir yere kıpırdamayın, arkanıza yaslanıp dinlenin. Daha sonra olacakları bekleyin.

Sayfa 172, Kurtlarla Koşan Kadınlar

Fantastik sahneler geliyor gözümün önüne. Zamanı  kestiremediğim mekanda kocaman, sırlarla dolu deri ciltli bir kitap var. Gecelerden bir gece, kitabın sayfaları arasından süzülüp çıkıyorum. Dışarıda beni bekleyen bir kapı  görüyorum. Uzun, dar tahtalardan yapılmış, başımı eğerek girebileceğim kadar alçak. Paslı bir asma kilidi var ama göstermelik. Aslında kapı aralık.

Bence, ben o kapının önünde tam kırk dört koca yıl geçirdim. Ne bana vaad ettiklerinden vazgeçtim, ne de içeri girecek kadar cesaretimi toplayabildim. Dolandım durdum önünde. Kapıyı unutmak için tekrar tekrar kitabın sayfalarına saklandığım,   sonra "hadi bi gayret kızım" diyerek elimi paslı kilide uzattığım çok oldu. Fakat ne hikmetse başımı eğip, içeri girmedim ya da giremedim.

Belki de çok kımıldadım. Dikkatimi olur olmaz şeylerle dağıttım. İnsanların alkışladığı, kabul ettiği biri olmaya o kadar takıldım ki, kendi hikayemin kahramanı olmayı atladım!

İnsan gençlik yıllarında farklı bir gerçeklik algısıyla yaşıyor. Zaman ve içindeki herkes bitimsiz, sonlanmayacak bir filmin dekor ve kostümleri gibi hissediliyor. Oysa öyle değil... İnsanlar vakitli vakitsiz, bazen sebebini bile söylemeden terk ediyorlar bizi. Sonra zaman meselesi var. Zaman daima aynı hızla akmıyor. Bazen nefessiz bırakacak kadar yavaşken, gün geliyor tam gaz koşsan bile asla tutamayacağın kadar hızlanabiliyor.

O halde elle tutulur ve gözle görülür biricik hazinenin şimdiki zaman olması hiç şaşırtıcı değil!

Baharda açacak lale soğanlarımı dikerken, avuçlarımdaki toprağa baktım  ve yan tarafta soğanından çıkmaya çalışan nergisi seyrettim. Onun nasıl bir iç zamanı vardı acaba? Lalemin açtığını görüp görmeyeceğim muamma iken, nergis tam şu an oradaydı. Nergis şimdiki zamandı!

Doğanın sessiz sedasız, dilsiz bir bilge gibi yineleyip durduğu döngülere neden sağırdır yüreğimiz?  İnsan kendi doğasını kabule bunca davet almışken acaba neden icabet etmez, edemez?

Miss gibi kokan nergisler, alçak kapıların aralığından içeri süzülsün. Zaman aksın. Nicedir dumanı tütmeyen evlerden, kendini pişiren kadınların şarkıları yükselsin.