31 Ekim 2012 Çarşamba

CADILAR BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!

Tanıdığım cadı yok. Kendim de cadı falan değilim de, işin hikaye kısmı çok hoşuma gidiyor. Hani şu "ya şeker, ya hikaye" bölümü. Dün derste çocukları da kışkırttım; "sabah gidip anne ve babanızın kapısına dayanın, onlara ya şeker ya hikaye diyerek güne başlayın!" dedim. Bu tavsiye beni işimden etmiş olabilir. Umurumda mı derseniz, yooo. Zaten son zamanlarda yaptığım işlerin çok azından para kazanıyorum. Bu nedenle ha bir eksik, ha beş eksik! Zaten yüzdük yüzdük sonuna geldik gezegenin!
Bundan sonrası hakikaten tufan:)

29 Ekim 2012 Pazartesi

ŞEN ÇOCUK 35!

Vallahi geldik gidiyoruz da,  geriye bakınca gördüğüm tek şey ailem. Ara sıra gıcıklık yapmadıklarını söyleyemem. İnsan "of ya, kimsesiz mi olaydım?" falan diyor ama Allah korusun yahu! Bak mesela bi kardeşim var benim, çok şirindi eskiden. Hala şirindir de, biraz içmesi lazım! E koca adam oldu tabii, her daim şirin şirin gezse, karizma noolucak di mi ya?
 
Bu fotoğraf kendisinin en şirin göründüğü karelerdenmiş de , elime az evvel geçti. Ortadaki sarışın kız çocuğu an itibariyle anne! FOTOĞRAF ONUN YANİ MAYA'NIN ARŞİVİNDEN GELDİ:) Sağdaki yayılmış veled ise koskoca herif oldu tabii ki, DENİZ. En soldaki kardeşi tanıyamadım ama bizim ki şu şirin şirin gülümseyen; BEYAZ TİŞÖRTLÜ!
 
E tabii bugün otuzbeş yaşını devirirken de gülümsüyor ama şu çocukluk neşesi gibi olmuyor ki.. Güzel olan her halt o günlerdeymiş.. Hayatımız sahiden, o basma minderler gibi rengarenk idi. Bahçemiz, balıklarımız, tavuklar, dut ağacımız.. Yok yoktu anasını satiiimmm.
 
Bir çocuğa o kadar bolluk verirsen, olacağı budur. Yetişkin olunca alanı dar gelir! Şimdilerde pek moda olan Waldorf'un kitabını yazmış annelerle büyüdük biz. Düşünüyorum da, inanılmaz şanslıymışız..
 
Şen çocuklar çok yaşasın! Amin.

24 Ekim 2012 Çarşamba

İDİL'Lİ BAYRAM, SENİ DAHA DA ÇOK SEVİYORUM



Sevgili Bayram,

Öyle güzel geliyorsun ki, seni sevmemek mümkün değil. Özlediklerimizi görmek için bir fırsatsın sen. Kaybettiklerimizi hatırlamak ve elimizdekilere bakmak için iyi bir fırsatsın. Değerliyi, değersizden ayırma çabamızın anlamsızlığını anlamamız için şanssın. "tek" ve "bir" olduğumuz nadir anlardansın.
Bütün bu sebepler ve daha aklıma gelmeyen onlarcası için seni seviyorum. Blog arkadaşlarımın, ailemin, yanımda ve uzaklarda olan dostlarımın ve özellikle de aramıza yeni katılan sevgili İdil'in* bayramını kutluyorum; Çok yaşa İdil, uzun ömürlü ol:) YÜZ YAŞINA GELELİM VE SENİN KURTLARLA KOŞTUĞUNU GÖRELİM İNŞALLAH...
 
*Pelin ve Mehmet'in kır şiiri:)

BİR SES HALA BIKILMADAN DİNLENİR Mİ?

 
 
 
*Ben bu ağacı çok özledim. Noel için sana mı gelsem acaba? :)))

MERAKIMDAN SORUYORUM.

Aynı gün içinde iki gökkuşağı görseydin ne hissederdin? Bunun bir işaret olduğunu düşünür müydün o güne, yani yaşamakta olduğun ana dair? Ya da "doğa işte, neden olmasın" der geçer miydin?
Sahi, bir gün içinde iki gökkuşağı görsen ne hissederdin?
 
Oturmuş sakin sakin yemek yerken, karşındaki insan "sen hiç gelincikten bebek yaptın mı?" diye sorsaydı, sonra da oturup anlatmaya başlasaydı, onun içinden çıkıp, yemeğin ortasına düşen masumiyet karşısında gözlerin dolar mıydı?  Sonra bu duyguyu gizleyemeyeceğinden korkup, kaçıp tuvalete gider ve ardındaki tüm kapıları sıkı sıkı kapatırken, aslında yüreğinin kapısının çoktan aralandığını bilir miydin? Hiç aramadan bulduğun bu durum karşısında sevinmekle, öfkelenmek arasında sıkışır mıydın? Sonra bütün kapıları açar, olmadı pencereleri açar ve hatta yıllardır temizlemediğin bacayı bile temizler ve durabilir miydin? Sadece merak ettim, bütün bunları yapabilir miydin?

http://www.youtube.com/watch?v=qjkHmkCpQJA

21 Ekim 2012 Pazar

ÖZ MASALI BÖLÜM I


Uzak ülkenin birinde saçları kınalı, elleri boyalı ve yüreği yamalı bir kız yaşardı. Bütün istediği yalansız bir hayattı. Ve birgün uyandı. Uzak ülkeyi terk etmeye karar verdi.

 
Başladı dağ tepe demeden yürümeye. Gitti gitti yoruldu. Durdu dinlendi sıkıldı. Acıktı ağladı. Uyudu, rüyalarında  yalvardı. Tüm isteği yalansız bir hayattı.

Birgün yolu sakin bir adaya düştü. Adanın sakin olmayan tek noktasında eski bir yanardağ vardı. Kız dağa yaklaştı, dağ kıza. Aramaktan iyice yorgun düşen kız, dağın eteğinde derin bir uykuya daldı. Dağ gece boyunca kızı ısıttı, sardı sarmaladı. Külleriyle yüzünü okşadı. Kıvılcımlarıyla ona ateş dansları seyrettirdi. Kız günlerce, aylarca, yıllarca bu sakin adanın, sakin olmayan tek noktasında yaşadı. Sırtını dağa yasladı ve gökyüzüne baktı. Dağın içinde kaynayan lavları hiç görmedi.. Görmek istediği tek şey yalansız bir hayattı.

Ve bir gün tam kız dağın eteklerine bir ev inşa etmeye karar vermişti ki, dağ alevler akıtarak hayallerini yok etti. Dağ, kız daima onunla kalsın ama asla bir evi olmasın istiyordu. Ve kız da dağın yamacına bir ev yapıp sonsuza kadar sıcacık bir hayat yaşamak derdindeydi; sıcak ve yalansız.

Fakat dağ öfkesine yenilmişti. Kız da korkusuna.

O gece kız dağı terk etti. Ve yeniden yalansız bir hayat aramak için dere tepe düz yürümeye başladı. O kadar uzun yürüdü ki, neden yola çıktığını unuttu! Ve bir gün büyük bir okyanusu geçip, eski bir nehrin kıyısına ulaştı. Nehir boyunca yürüdü, yürüdü… Nehir onu küçük, yeşil bir tepeye getirince kız ayakkabılarını çıkarttı ve kendini bu minicik tepenin kollarına bıraktı. Tepe ne sıcaktı, ne de yüce. Sadece tepeydi işte.

Kız günlerce uyudu. Yolculuğunun en huzurlu uykularını tepenin çimleri üzerinde uyudu. Ve bir sabah sonsuza kadar o tepede yaşayabileceğini hissetti.. Fakat bu kez bir ev inşa etmek istemedi. Çünkü asıl istediği yalansız bir hayattı. Sırtını tepeye yasladı. Tepe, kızı bahar çiçekleriyle sarmaladı.

Tam o sırada şangır şungur camlar kırıldı. Sabahın ilk saatlerinde tepenin hikayesi bütün havayı doldurdu:
Zamanlardan geçmiş zaman, orman derin bir uykuyla kaplıyken, tepedeki kalenin pencereleri patlamıştı. Fırtına yoktu dışarıda, taş atan da olmamıştı yamaçtan. Kimbilir, belki herşey tam da kalenin ortasındaydı… Kız görmemişti. Duymamıştı. Bütün bunlar tepenin geçmişindeydi...

Olay yerine gelen kartallar suçluyu bulamamış, tepenin kan içinde kalan eteklerini de görmemişlerdi. Ağaç gövdelerine, nehirdeki balıklara, gelinciklerin gözüne saplanan cam kırıkları ve tepenin zirvesindeki çığlık ne görülmüş, ne de duyulmuştu diğerleri tarafından.

Tepe kan kokmuştu günlerce ve kokusunu alan da olmamıştı birkaç tilkiden gayrı. Bu haliyle olmazı olur kılmış ve  sessizce yürümüştü tepe. İmkansızı başararak varmıştı nehrin kıyısına.

Fakat orada da onu fark eden olmamıştı…

Kız uzun zaman sonra gelen ilk misafiriydi. Pek çok ülkenin ve kalenin sürgünü. Kale bendliğinden azat bir köle, fırtınalardan sağ kurtulmuş bir forsaydı. Yaraları görünmezdi, tıpkı tepeninkiler gibi..

Bir aşk hikayesi yaratmak zordu. Tek tek inşa etmek gerekirdi kuleleri. Uzun, zor merdivenleri vardı aşk hikayelerinin. Yorgun aşıkları vardı.

Aşkta kalbini kaybeden, onu bir kez geri alırsa bir daha kimseye veremez derler. Oysa kalbini bir kez verebilenin, tek arzusu vardır; bunu tekrar yapabilmek.

Kalbi elindeydi kızın, tepenin  mutsuzluğuna bakıyordu. Orada kız yoktu. Kız o mutsuzluğun bir parçası değildi. Ama tepenin karanlığıyla başa çıkabileceğinden de emin değildi. Mutsuz kalmaya karar vermiş gibiydi tepe.

Tepe kararlarında inatçıydı, kız mutlu olmakta ve yalansız bir dünya yaratmakta.

Tepeye bir kale inşa edebilirdi kız yada  kalbini alıp, yolculuğunun nihai noktasına doğru yürümeye devam edebilirdi. Yalansız ve huzurlu bir aşk hikayesi yaratabilirdi! Ama mutsuz kalmaya yeminli bir tepeyi mutlu edemezdi.

Önce gitmek için ayağa kalktı. Sonra durup düşündü. Tepenin çimenlerle kaplı yamacına uzandı. Kulağını yumuşacık çimenlere iyice yaklaştırdı. Nemli toprağın kokusu bir nefes uzağındaydı. Kocaman bir nefes aldı ve bütün dikkatini tepeye verdi. Gitmeden, terk etmeden evvel bir ses duymak için…

Mutlu olmaya niyetli bir ses beklemeye başladı…

 

 

 

20 Ekim 2012 Cumartesi

BARONES VE LADY HAZIRLAR MI KASIM AYINA?

Kızlar!!! Bu bayram tatili nasıl geçer yahu! Kasım ayını iple çekiyorum. Öyle fazla plan, öyle çok olasılık var ki. Heyecandan uyuyamıyorum, çalışamıyorum:)) Ki çalışmam lazım malumunuz!
Hele ki sizinle gece çıkmak! Bakalım konser bişeye benzese bari! Olmadı yine o şişesi ... olan şaraptan içer huzur buluruz di mi? En azından cüzdanlarımız rahatlar da ağzımız tatlanır:))
Çok fena birikti anlatacaklarım. Süper Prenses de bu sabah Afrika'ya uçunca, sizden başka kafasını ütüleyebileceğim kimse kalmadı. Hele ki Barones... Çok soru soracakmış bana. Sor bakalım da, biz buluşana kadar cevap verecek bişi kalır inşallah! malum şimdiki aşklar fast food gibi; yemesi içmesi beş dakika!
Özledim sizi. Şehrimi de özledim. Kışı özledim. Çizme giymeyi, Noel zamanını...
Dilerim görüştüğümüzde pek çok güzel haberim olsun size... Kocaman öperim! Buluşana kadar küçük bir hediye :
 

:)))))))

Salatalık kokusu afrodizyak içeriyormuş.
Boşuna değil demek;
bazı kadınların,
ısrarla, hıyar gibi herifleri hayatlarına almaya çalışması



Canım Erol Hocam "kızım hepiniz hıyar seviyorsunuz siz, şu heriflere bak!" derdi. Baktım, bu sabah Nazmi Hocam da üstteki dörtlüğü paylaşmış!
Haklılar vallahi, taze hıyara dayanamıyoruz, özellikle diyetteyken!!

18 Ekim 2012 Perşembe

VALLAHİ İLGİNÇ BİR DURUM

Sevdiğim bir kız arkadaşım anlatırken hayretle dinledim, zira durum pek bir tanıdık geldi. Bakalım size de gelecek mi?
Eşinin kronik mutsuzluğu varmış. Ve kendi dünyasında iyi olduğunu söyleyerek, arkadaşıma da kendisini meşgul edecek birşey bulmasını öneriyormuş. Bir teklifi de yokmuş bu konuda. Ne yapabilirmiş ki? Elinden gelen buymuş. Eğer arkadaşım  bu kadarıyla mutlu değilse, bu onun sorunuymuş!
 
İnatçı ve bencil insanlarla bugüne kadar pek karşılaşmadım. İnatttan da korkmadım hiç. Çünkü ben inatlaşmazsam karşımdaki kime karşı inat edecek? Ama inadın, aynı zamanda sabit fikir ve kabalıkla kardeş olduğunu hiç düşünmemmiştim. Tabii aşırı nezaketin bir öfke sorunu* olabileceği de hiç aklıma gelmemişti.
 
Bütün bunları düşünmeme sebep olanlara sanırım bir teşekkür yollamalıyım buradan. Bütün bunları gören gözlerim için de tanrıya şükretmeliyim. Neyse ki hala kalbimi ve aklımı kullanabiliyorum. Allah kullanamayanlara da nasib etsin diyelim:)

 
 
*kişinin kendi başarısızlıklarına ve kayıplarına öfkesi.

17 Ekim 2012 Çarşamba

BAKINIZ GUGUK KUŞU NE PAYLAŞMIŞ.. TAM DA GÜNÜNDE:)

DÜŞÜNCENİN ÜSTESİNDEN GELEMEYEN DÜŞÜNENİN ÜSTESİNDEN GELMEYE ÇALIŞIR.
 

HANGİ YOL?

Alice tavşana sorar: hangi yoldan gitmeliyim

Tavşan: Nereye gitmek istiyorsun ?

Alice: bilmem !

Tavşanın sözü düşündürücüdür.
“O halde hangi yoldan gittiğin önemli değil. Ama gittiğin yerde karşılaşacaklarını da kabullenmelisin”

16 Ekim 2012 Salı

GÜZEL SABAH SANA DA GÜNAYDIN

Hiç sıkıntım yok diyemem. Elbette var. Ama onu gereğinden fazla benimsemiyor ve kollarımı açıp kucaklamıyorum. Planlarım ve hayallerim daha fazla şefkat görüyorlar benden. Konya gezimiz var mesela önümde. Edirne olasılığımız... Yaklaşık üç yıl önce Süper Prenses'in babası için yazdığım masalın baskıya girme olasılığı var. Tomurcuk ve Sevecen'in kocaman bir kitap olarak fuarda boy gösterecek olmasının heyecanı var. Var yani güzel gelişmeler, yok değil.
Diyet yapıyor olmanın mızmızlığı,  "birinin" ilgisizliği de var. Dedim ya, sıkıntı veren durumların geçiciliğine inanarak derin derin soluyorum. Bakın ne güzel bir şarkı buldum yakınlarda. Çok beğendim:
 
 
 
 

13 Ekim 2012 Cumartesi

VOL I: SUSTUKLARIN BÜYÜR İÇİNDE...*

Susmak istiyorsan sus tabii. Konuşmak kadar susmak da hakkımız olmalı. Belki çok aceleci ve talepkarım dertlerine ortak olmak için. Kusuruma bakma. Daha önce dertler çözülmeden bana gelinmesin istemiştim ve o zaman da hata yapmıştım... 
Hoşuma gitmiyor tabii, ama alışabilirim belki, denemeden bilemem değil mi? Kendi özgürlüğüme bu kadar düşkünken, bir diğerinin yerine koyamazsam kendimi neye yarar onca deneyim? Onca savaş, kayıp..
Seni kendi mücadelende yalnız değilse de, tekbaşına bırakıyorum. Varlığım bir avuç çakıl taşı olsun ceplerinde; rüzgar güçlü eserse al cebine koy, korusun seni. Baktın ağır geliyorum, çıkart kenara bırak. Sadece lütfen bazen hatırla taş olmadığımı...
 

9 Ekim 2012 Salı

Problem çözmekten kaçmam. Çözüm aramak, oturup hal çaresi bakmak sevdiğim işler arasındadır. Ama kararsızlık beni delirtir. Çünkü ben de kararsızım! Ve kendimden başka bir kararsız görünce tepemin tası atıyor! Mesaj alındı di mi?
Eh o zaman sayıp sövmeye gerek olmaksızın hayata devam edelim canım:)

MUTLUYUM, HUZURLUYUM, GEÇMİŞİ VE KENDİMİ AFFEDİYORUM...

Gerçekten öyle. Huzurluyum. Mutluyum. Geçmişte bana yapılanları ve kendime yaptıklarımı affediyorum. Bu cümlelerimi ve beni bu hisse getiren yolumu da ustama borçluyum. O olmasaydı, ben şimdiki ben, Vadin olmazdım.
huzurum ve mutluluğum için ustamın eteğine eğiliyorum.
Namaste

7 Ekim 2012 Pazar

AAAAAAA İMDAT!

Amanın dostlar, annem delirdi; kardeşimi ve beni evlendirmeye kararlı! Ödümüz patlıyor vesselam. Önümüze yakında fotoğraflar yığılmaya, evimize görücüler gelmeye başlarsa hiç şaşırmayacağım. Zira, biz sakin davranırsak, O da sakinleşir diye düşündük ama ters tepti; annem istiyoruz zannetti!!!
 

5 Ekim 2012 Cuma

BİZİM KIZLAR!

Bu kızlar büyük kızlar yani Lady Agi ve Barones değiller. Gerçi onlarla içmeyi ve gezip tozmayı da az buz özlemedim. Yeri gelmişken, "Hanımlar kış geldi, Salo da açıldı, gidip şaraplansak mı acaba???" diye sormadan geçemeyeceğim.
Neyse konumuz küçük kızlar. Bu hanımlar hayatıma kazı sezonunun başında girip, önce odama, sonra kalbime sızdılar. Nicedir az gülen, bol somurtan ben onlarla birlikte yeniden yüzümün gülmeye yarayan kaslarını keşfettim. Gerçi son zamanlarda pek çok kasımı yeniden keşfettim ya, konuyu dağıtmayacağım:)))
 
Bu çocukları kızkardeş özler gibi özlüyorum ben. Aylarca aynı odada yatmak, aynı şeylere sıkılmak, aynı yemekleri yemek midir bizi yakınlaştıran? Sanmam. Öyle olsaydı bu iki hatunla beraber hayatıma bir düzine insanın daha girmesi gerekmez miydi?
Bu beklenmedik hediye dolaylı da olsa Burhan Bey'den geldi. İyi ki yıllar sonra araziye çıkmama ve bu ufaklıklarla tanışmama vesile olmuş. Onlardan aşk, restorasyon ve şuursuz eğlenmek hakkında çok şey öğrendim ve hala da öğreniyorum:))
Mesela bakınız bu hareketin adı "uçan nah!" Ne kadar yaratıcı değil mi? Bu yaratıcı zeka sadece 12-25 yaş arası atağa geçip, otuza doğru iyice azalır ve sonunda hiç olmamışcasına gider uzaklara ve insana sıkıcı, bunaltıcı, sevimsiz bir gerçek bir hayat kalır! Bu sebeple gençlerle takıldığım, Elvan Dalton'u öğrendiğim, uçan nah yapabildiğim ve hatta La Senza ve de İntimissimi ile tanıştığım için çoook memnunum!
Hayat uçan ve koşan nah'la daha hafif!
Şu sağımda gördüğünüz esmer güzelinden cilve dersleri almak lazım. Kendisi gerçek bir yaşam koçu olup, özellikle moda alanında eşsizdir. İpek bluzları ve gözleri ömre bedeldir! Diğer yanımdaki 21'lik taze ise ( doğursam bu kadar kızım olurdu ya, ah keşke olsaydı!) babanneler kadar bilir herşeyi. Yağ sökücüyü, çamaşır makinasının arızasını ve hatta maaşınızla ne yapmanız gerektiğini bu nefis yaratığa sorabilirsiniz. Çalışkanlığı da cabası! Ama her ikisi de masaj konusunda on numara. Bacaklarım ve ellerim bu güzel dakikaların anısını sonsuza dek saklayacaklar:))
 
Bu arada Şanslı ile ilk fotoğrafımızı da paylaşıyorum. Şanslı, nam-ı diğer Körik, bizim kızlara bayılıyor! eee ne de olsa teyzesi sayılırlar. Sonuç olarak;
Elvan Dalton'u, böğürtleni, eriği, Dora'sı, şarabı, sazı ile geldik sezonun sonuna... Pokemon'u, Viran Cafe'yi, Ambarlı Dolum Tesislerini ve özellikle Hediye hanımın çikolatalı kekini acayip özleyeceğim. İznik Gölü'nde tusunami yaratana kadar ayrı düşeceğiz ama sonrası tufan hanımlar!

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

LAV DENİZİNDEN KAÇMAK

Çillerimi çalanlar oldu geçmişte. Kalbimi kıranlar.. Kulemin bahçesinde dolanıp dolanıp, "saçlarını uzat" diyemeyenler dilsizler oldu hayatımda. Şimdi bakıyorum da, hepsi kendi dönemi için anlamlı, gelecek için anlamsız birer anı olarak kaldılar.
Ben hiç değişmedim. Azalan çillerim, kırılan kalbim ve seyrelen saçlarımla hala aynı şeyi arıyorum; huzurla sırtımı dayayabileceğim yumuşacık bir tepeyi!
Yıllarca aradıktan sonra en son nerede dinlendiğimi hatırlıyorum da sırtımdaki yanık izlerinin, yüzümdeki alevin beni bırakmış olmasına şükrediyorum.Yanık izi geçmez sanırdım, geçiyormuş...
Siz hiç bir yanardağa aşık oldunuz mu? Ne zaman patlayacağını bilmediğiniz bir dağın eteğinde huzursuz uykular nasıl olur bilir misiniz? Hiç ama hiç "oh!" diyemeden, aylarca kıvranmanın neye benzediğine dair bir fikir? Yok değil mi?
Ne yazık ki benim var. Zamanında, ışığa koşan pervaneler gibi bir yanardağa koşmuştum. Eteğinde uyumuş, kabuslarımı hayra yormuştum. Küllerin karasını görmezden gelip, bir lav denizinden son anda kurtulmuştum.
Oysa bütün istediğim yumuşacık bir tepeydi. Ben o dağa nasıl olup da vurulmuştum?
Şimdilerde uzun bir umutsuzluğun sonunda yeniden bir dağın eteklerindeyim. Burada hava sıcak, çimenler yemyeşil. Güneş ılık ılık ısıtırken, çillerimden birkaç tanesi bana geri döndü! Saçlarım güçlenmeye başladı. Kalbimin kırıklığına gelince... Çıkıktı zaten, kırık olsa yaşayamazdım:)))
Huzurlu bir tepenin eteklerinden sevgiler...
 

3 Ekim 2012 Çarşamba

WHY BE HAPPY WHEN YOU COULD BE NORMAL?


"...When love is unreliable and you are a child, you assume that is the nature of love- its quality- to be unreliable. Children do not find fault with their parents until later. In the beginning the love you get is the love that set..."

"For most of my life I have behaved in much the same way because that is what I learned about love. Add to that my own wildness and intensity and love becomes pretty dangerous. I never did drugs, I did love- the crazy reckless kind, more damage than healing, more heartbreak than health. And ı fought and hit out and tried to put in right the next day. And I went away without a word and did not care..."

".. Love is vivid. I never wanted the pale version. Love is full strenght. I never wanted the diluted version. I never shied away from love's hugeness but I had no idea that love could be as reliable as the sun. The daily rising of love..."

"It is never too late to learn to love. But it is frightening!"

Cümleler J.Winterson'un adı yazıya başlık olan kitabından olup, her zaman ki gibi beni benden aldı. Şöyle ki İhsan Oktay Anar'ın son kitabına yazık oldu!
Okuyunuz arkadaşlar.

İÇİME KONUŞUP, DIŞIMA SUSUYORUM...*



*BANA DEĞİL, FACEBOOK SAYFALARINA AİT BİR PAYLAŞIM CÜMLESİ.
Ama sevdim. Zira halimi anlattı. O kadar uzun zaman içime konuştum ve dışıma sustum ki bir gün konuşmaya başlarsam, gerçekten sadece anda ve kendim olursam herşey çok daha güzel olabilir zannettim. Ama olmuyor. Ya da ben çok acele karar veriyorum... Bilemedim. Acaba kaçmaya mı çalışıyorum?
Belki de sadece konuştuğumu zannedip, bütün sustuğum zamanları kusuyor ve etrafımdakileri korkutuyorum.. Belki de henüz, kendim olmanın bedelini ödemeye dayanamıyorum.
İnsan pek acayip bişi; aynı manzaraya bakıp farklı şeyler görüyoruz!!
Nasıl yapsak ki :)

1 Ekim 2012 Pazartesi