16 Ağustos 2011 Salı

BU ÇOCUK NE ANLATIYOR ACABA?


Yaz okullarının son iki haftası... Dün bütün gün okuldaydım. Onlarla başladım güne; kahvaltı, şarkı, yoga, yemek, uyku ve bahçe. Kolay değil. Derdini anlatamayan, daha doğrusu derdi olduğunu bile bilmeden çırpınan, kah gülen, kah ağlayan bir ahali ile tam gün geçirmek ve her biri için şifre çözücü gibi çalışmak... Öğretmenlerin işi KGB den daha zor!
Doğurmak mı, büyütmek mi sorusu için cevabım kesinlikle büyütmek.
Çocuğun dili ve dilsizliği insanın içine ok gibi saplanan bir durum. Küçücük bir bakışından o hafta sonu canını sıkan bir durum olduğunu sezmek, azıcık canı yandığında bunu ağlama krizine dönüştürdüğünde aslında acısının bambaşka bir yerden geldiğini görüp, sabır gösterebilmek hiç azımsanacak iş değil.
Ben bu hengameden en az zarar gören, hatta pastanın kremasını parmaklayan insanım. Haftada bir kez görüyorum her sınıfımı. Bu yüzden ne zararım, ne de faydam olmuyor, olamıyor şimdilik... Samra'nın çizdiği resimleri büyük bir zevkle çantama atıp, yanağımda, saçımda onlarca öpücük, keyifle dönüyorum evime. Tek kötü yanı, ne yazık ki içimdeki "iletişimsizi" görüyorum artık. Kırkına gün sayan bir kadın olarak hala çocuk gibi davrandığım gerçeğinin altında belki hala anne olmayışım vardır diyorum ama etrafımdaki annelerin de pek gelişmiş modeller olduğu söylenemez.. Sonuç şu ki, iletişim dilini çocuğa öğretmek şart. Bu hayatı boyunca bileğine takacağı tek altın bilezik!
Yüz yıl önce babam bizi köylere götürürdü. Çok iyi zaman geçirirdim orada. Herkes benimle ilgilenirdi ve sonsuz seçenek vardı eğlenmek için. Mesela Halime vardı Çökertme'de, onunla küçük bez parçalarından yemeni kenarına çiçek yapardık. Halime hala orada mıdır acaba? Mutlu mudur? Hala halı dokur mu? Kimbilir çocukları kaç tane, kaç yaşında? Yayık ayranı yapılırken gördünüz mü hiç? Ben yaptım:) Bir de halı dokurduk ya, ne kadar eğlencelidir bilemezsiniz. Gelecekte bir gün evime bir halı tezgahı kurabilmeyi çok isterim. Öyle güzel kokar ki yünler... Meditasyona çok yakın bir haldir halı dokumak; sadece elleri ve gözleri işler kadınların kafalar matematiğe odaklanmış, kalpler ilmek ilmek akmaya başlamıştır. Köydeki kadın bütün mesajını el işiyle yazar. Okuma yazması ya yok, ya da zayıftır. Binlerce yıllık sembollerle anlatır aşkı, ölümü, doğumu, doğayı... Kadim sembollerle... Bu yüzden, eşsizdir okumayı bilene o mektuplar. Diyeceğim o ki, sanırım bu çocukluktan edinilmiş bilgiyle ben de doğruca, dolaysız ifade edemiyorum kendimi. Çünkü etrafımdaki herkesin bir sembolik dili vardı bizim mahallede. Ev sahibimiz çiçeklerle, köydekiler el işleriyle, babamın ressam arkadaşları boyalarla anlatırlardı dertlerini... Bu sebeple belki, dolaysız anlatımı öğrenemedim. Yıllar sonra "iletişim sanatının" peşine düşüşüm bu yüzden, bu çocuklara yardım etmek isteyişim ise tamamen kendime yardım isteğinden olmalı...
Şimdilerde sınıflarımdaki gelişmenin tadını çıkartıyorum. Altı ay önce dersime katılmayı istemeyen bir çocuğun, bugün benimle oyun oynaması. Adını bile söylemeyenin yanıma oturup sohbete girişmesi hayatımı şenlendiriyor. Bunu başaran öğretmenleri imrenerek, hayranlıkla seyrediyor bir zaman onların başarılarında benim de tuzum olur mu, olabilir mi diye elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Bu hem beni iyileştiriyor, hem de neden bu gezegene geldiğimin cevabına yaklaştırıyor.
Sonuç olarak kısaca derim ki: Çocuğunuza yemeğin en iyisini, kıyafetin en iyisini sağlarken, ona gerçek anlamda ne kadar zaman ayırıyorsunuz lütfen bakın. Asıl ihtiyacının sizin tarafınızdan sevilmek ve anlaşılmak olduğunu, tüm örselenmelerden ancak sizin gözetiminizde ve şefkatinizle kurtulabileceğini unutmayın. Öyle olmadık şeyler yüreklerini delip geçebiliyor ki.. Siz görmedi, anlamadı zannederken o hep kayıtta... Her halinizle onun geleceğini şekillendiriyorsunuz. Sabah kapıya ekmek getiren apartman görevlisine tavrınızdan, yemek yaparken gösterdiğiniz özene kadar onun herşey ve herkesle bağlarını belirliyorsunuz. Bir hatırlatayım dedim:) Hani ben farkına varmaya başladım ya, her keşfimi illa yazmak istiyorum!

4 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

illaki yaz:D
kanaviçe işlemek de tam bir meditasyon. sayıyorsun, sonra renkli iplikle kumaşın üzerine resim yapıyorsun..

Fortunata dedi ki...

Guguk kuşu, bana sorarsan yelken yapmak da meditasyon ama hocaların hocası hocam der ki, "bu işler konsantrasyondur". Yani meditasyon öncesi adımlar. Bi düşün arık, şu meditasyon ne büyüleyici bişi....

guguk kuşu dedi ki...

benim meditasyonu anlamada kendime en yakın bulduğum his: çocukken tek başına oynadığım oyunlar sırasında bulunduğum haldir..onu düşünür ve böyle bir şey olabilir belki bu meditasyon hali der ve belki bir gün diye düşünürüm...

Fortunata dedi ki...

Kesinlikle en yakın tanım bu olmalı: çocukluğumuz... Sana katılıyorum!