21 Mayıs 2016 Cumartesi

ZEYTİN GÖZLÜM

 
 
 
 
İçimden konuşmalarım bitmiyor. Belki azaldı ama inan bitmiyor. Bazen olaylar karşısında verdiğin tepkileri hatırlıyorum ve artık burada olmadığım zamanlarda gerçekleşenlere vereceğin olası tepkileri kurgulayıp gülüyorum. Kafamın içinde sesini, durumla ilgili cümlelerle montajlıyorum ve gülüyorum. Seni gülerek hatırlıyorum. Hatırlamak? Yaşatıyorum!
 
Elbette ağladığım oluyor. Ama artık hiç ağlamadan da senden bahsedebiliyorum. Geride bıraktıklarınla devam etmem, etmemiz gerektiğini anladım. Üstelik bunu sana en yakın olanlar başarabiliyorsa, ben de yapabilmeliyim. Seni özlesem, eksikliğini hissetsem bile bıraktıklarına sıkı sıkı tutunup, emek harcayabilirim.
 
Bugün pazara gidiyorum. Gelecek misin? Orası sen kokuyor. Buğday kokuyor. İlk mutfağımızı hatırlatıyor bana. Önüme koysan sabah akşam falafel yiyebilecekmişim gibi asla doymadığım günlerimiz...
Hüseyin nerede acaba? Kıbrıs'a mı dönmüştür? Hande ve Ali'yi buldum. Can İstanbul'daymış. Görkem'e ulaşamadım.. Ama ne oldu biliyor musun Naciye ile karşılaştım Denizcilik Bayramı'nda. Öyle tuhaf bir histi ki, hemen ardından sen çıkacaksın sandım. Umutlandım. Aptalca sevindim... İçim cız etti....
 
Senin gidişinle yaşlandım ben. İlk beyazım da böyle çıktı. İçimde sonsuz bir gözyaşı pınarı olduğunu da o gidişle öğrendim... Hala, bugün gitmişsin gibi, koca bir mandalina bahçesini sulayacak kadar ağlayabilirim ardından.
Sesini, sinirini, neşeni, heyecanını, şefkatini, inancını, inadını, yalnızlığını, saçlarındaki sabun kokusunu unutmak ne mümkün... Kardeşim...
 
Anılarımızın hepsi pırıl pırıl aklımda fakat en çok sığındıklarımı artık yazacağım. Oraya sık sık saklanınca anladım ki, bazı detaylar silikleşmeye başladı.
 
Sarnıcı hatırlıyorum, yol üzerindeki. Hani tiyatroya giderken. Hayatımda ilk kez ney sesini o gün duymuştum. Gülben'den dönüyorduk, külüstürü yol kenarına çekip, sarnıcın basamaklarına oturmuştuk. "Burada güzel ses çıkar" demiştin. Yeni yeni ney üflüyordun. O yıllarda ben ney nedir, ardındaki mana nedir bilmezdim... Yine de önemli, derin bir duygu sezer, usul usul dinlerdim seni. O gün benim ilk ney duyduğum gündü.
 
Sonra Hadigari'ye gittiğimiz akşam var. Ne gülmüştük! Ya Londra? Ashoka toplantısını ve senin Bond Street' deki garip otel odanı da sık sık hatırlıyorum. O en beğendiğin vejeteryan lokantası kapanmış biliyor musun.... Gerçi ne önemi var, sensiz gittiğimde yemeklerin tadı tuzu yoktu ki zaten.
Bir de sevgilimle kavga edip, yorganımla sana kaçtığım gece! Bütün mahalleye rezil olmuştuk ama ne umurumuzda!
Ah ya, burada olaydın da dünyaya rezil olaydık!
 
Senin hakkında yazarken, bizim anılarımızı kelimelere dökmeye çalışırken, hiç olmayan bir şey oluyor. Anların, yaşanmışlığın gücünü, etkisini, sevgisini yansıtamıyorum. Her kelime az, her cümle eksik.. Bu kelimelerde senin sesin yok, bakışın yok... Kolundaki sepeti ve içinde neler olduğunu yazabilirim ama ya kokusu?
 
İyi ki doğdun dostum. İyi ki karşılaştık. İyi ki ilk gençlik hikayelerimizi yan yana yazdık. Nasıl olsa kalplerimiz hep bir! Zişan büyüsün ben de geleceğim söz, ayrılmayacağız....
 
 
 

Hiç yorum yok: