20 Mayıs 2016 Cuma

MAÇAVALESİ

 
 
 
 
Alice, Cheshire Kedisi’ne sordu: “Hangi yöne gitmem gerekiyor?”
“Sorunun cevabı nereye gitmek istediğine göre değişir.”
Alice: “Nereye gittiğim çok da umurumda değil. Bir yere varayım yeter ki.”
Cheshire Kedisi: “O zaman ne yöne gittiğin fark etmez. Yeteri kadar yürürsen emin ol bir yere varırsın.”
 
Üç taş var cebimde; eğri büğrü, gri yeşil tonlarda... Ve yolumda bilmediğim üç kent. Biri bu taşların geldiği yer.
Yanıma harita almak istiyorum, sonra istemiyorum. Müzelerin listesini yapıyorum, ardından gülüp bırakıyorum. Boticelli ona uğramadan döndüm diye gücenip, Caravaggio karanlıklara gömülmez değil mi?
 
Zamanın gitgide daha kıymetli olması ve yine zamanın tüm yaşanmışlıkları hapur hupur yiyip yutan bir canavara benzemesi beni ürpertiyor. Çoktan unuttuğum veya unutmayı tercih ettiğim şeyleri yemesi sorun değil ancak, hala hatırlamak istediklerimi de acımadan çiğniyor, öğütüyor, yutuyor! Keşke ben ellerimle besleyebilsem unutma makinesini; ona artık hatırlamak istemediğim yaşanmışlıklarımı yedirsem ve benimle kalmasını istediklerimi çaktırmadan saklayabilsem ceplerime..
Olmaz, biliyorum. Hafıza, beni benden, beni gelecekte geçmişi tekrarlamaktan koruyan tek, tek,
tek ne?
 
Neyse ne. Adam okyanusun yedi kat dibinde hayat var diyor, biz burada hala bitti biter, gitti gider vaktimizle ne halt edeceğimizin matematiğinde boğuluyoruz.
 
İnternetten bakarken, iskambil destesi gördüm müzenin hediyelik eşya dükkanında. Şeytan al bir deste dedi. Al ve postala isimlerine. Yapmayacağım. Yok saymanın gücünü zat-ı şahanelerinizden öğrendim. Peki o üç taşı ne halt etmeye saklıyorsun dedin di mi? Saklıyordum. Şimdi onları ait oldukları kente bırakacağım.
Tüm çemberleri tamamlıyorum. Böö!
 
Ne o korktun mu?

Hiç yorum yok: