29 Mayıs 2016 Pazar

BAHÇEMİN GELİNİ PINAR





Söylenen o ki, çocukluğumun pek hatırlayamadığım yıllarında, üç yaş gibi bir dönemde, gelin olmaya pek meraklıymışım. Anneanneme gittiğimizde uzunca bir mavi tülü başıma örtüp öyle saatlerce otururmuşum ellerim dizlerimde. Tabii bu bana annem ve teyzelerim tarafından anlatılan. Gerçekten hiç hatırlamıyorum. Ama düşününce çok komik geliyor; lokma kadar bir kız çocuğu divanın kenarına oturmuş, başında kim bilir nereden çıkıp gelmiş mavi bir tül!
 
Belki de o dakikalar ilk meditasyon denemelerimdi:))
 
Biraz daha büyüdüğümde gelin ve düğün meselesine bakışımın değiştiğini hatırlıyorum. Dokuz yaşındayım. İsmail dayı evleniyor ve çok heyecanlıyız. Aklım fikrim seramonideki rolümde. Ben ne giyeceğim? Nerede duracağım?
 
Bizim oralarda düğünler uzun sürer. Okuntular, ağırlık göndermeler, üç gün üç gece durmadan pişen börekler, sarmalar, keşkekler... Erkeklere kurulan rakı sofraları ve tabii zeybek!
 
İsmail dayımın düğünü benim için unutulmazdır. Babamın öldüğü senenin yazıydı ve benim bütün dikkatim düğündeydi. Sepetleri, çeyizleri, gelin ablanın güzelliğini seyre dalmıştım. Zarife anneannemin tatlı tatlı işleri idare edişi, dayımın, Erdem abimin, Ali İhsan amcanın harmandalı oynayışları... Hepsi rüya gibiydi. Bizim bahçe zaten rüya gibiydi ya, işte o düğün zamanı daha da tılsımlıydı.
 
Bitmeyen yemekler, susmayan müzik, mis gibi kokan yaz çiçekleri... Evlenmek nasıl da büyülü bir başlangıçtı. Dünyada her şey ve herkes durmuş, dayımın evliliğini kutluyordu!
 
Hem sadece düğün dernek değildi ki büyüleyici olan, onlar için hazırlanan kule ev! Ah o ev... Nasıl güzeldi... Nasıl sevmiştim.
 
O düğünde benim giyebileceğim bir bindallı yoktu minicik boyuma göre ama hep gelinin kıyısında, hep neşeli, mutlu, gururluydum. Bütün o güzelliğin parçasıydım.
 
Zaman geçti, bahçeden ayrılmak zorunda kaldık... Başka evler, başka hikayeler başladı hayatlarımızda. Düğünler, başlangıçlar, tılsımlar sandıklara kaldırıldı...
 
Bütün o yıllar boyunca evlilikle ilgili bir tek hayalim kalmamış, hatta  kuruma mesafem arttıkça artmıştı. Oysa bizim mahalledeki Yeni Sinema' da yaz düğünü yapacaktım. Renkli ampuller, kapıda lokum ve sigara tutan gençler olacaktı. Milas çengi takımı sırf ben evleniyorum diye çalacaktı! Üstelik altın bileziklerimi de hani o düğün dönüşü elleri kesilen gelin gibi hırsızlara kaptırmayacaktım. Çıkartıp bir keseye koyacaktım.
Ah ya, nerede kaybettim ben o tılsımı?
 
Aradan geçen uzun yıllardan sonra eski kocamla tanıştım. Onu önce tersanede işçi, ardından teknede miço sandım. Çıka çıka Nişantaşı bebesi çıktı! Ne oldu nasıl olduysa önce sevgili olduk, ardından ilişki uzadıkça o kaçınılmaz yere doğru, annelerin fantezilerine kurban gitme noktasına geldik.
 
İş evlilik hazırlıklarına gelip dayanınca baktık ki bambaşka bir dilden konuşuyoruz. Her şeyin iyisini seven ve gerçekten de bilen kayınvalidem, kafasında bir plan yapmış bile! En görkemli otel, en muhteşem çikolatalar seçilmiş! Oysa ben, kalbimin en arka odasındaki sandığı açtığımda, içinden çıkan düğün bunların hiçbiri değildi ki... Ben, İsmail dayım gibi evlenmek istiyordum; pahalı değil, tılsımlı olsundu her şey...
 
Bindallı giyecektim, saçıma fesleğenler takacak, Ege türkülerinde oynayacaktım...
 
Sonuç olarak hayalimdeki düğünle evlenemedim. Ama Cahide Teyzem bana öyle güzel bir kına yaptı ki, ertesi gece düğün umurumda olmadı. Aysel anneannemin bindallısını giydim, Zarife anneannemin ördüğü beşparmağımı taktım. Kınam, Reşat altınım ve yün çoraplarımla çok memnundum. Çocukluk düşüm gerçek olmuştu. Ya da en azından hepten vazgeçmek zorunda kalmamıştım.
 
O geceyi kimse anlamadı... Nişantaşı'nın göbeğinde dikilen gelinliği değil de, bindallımı sevişimi annem, kardeşim, kayınvaliden ve arkadaşlarım şaşkınlıkla izlediler. Anlamalarını da beklemiyordum zaten. Ben anlamıştım ya, gerisi önemli değildi. Çocukluğumu sevindirmiştim, içim mutluydu!
 
Bahçem benim için hep kıymetliydi... O bahçenin bütün çocukları gibi toprağında gözyaşım, mandalina ağaçlarında kahkaham vardır. Mavi demir kapısında sallanmışlığım, dut ağaçlarına tırmanmışlığım, Japon balıklarını beslemişliğim dün gibidir. Anlatırken gözlerim dolar, yalnızken anımsarsam ağlarım. Orası her şeyin başladığı yerdir benim için.
 
Dün bir kız daha gelin oldu o bahçeden. İsmail dayımın kızı. Tüm geleneğe göreneğe uyarak, yüzünden gülümsemesini eksik etmeyerek, bindallısı ve altınıyla, zeybeği, keşkeğiyle tılsımlı bir başlangıç yaptı. Dilerim çok mutlu olsun. Dilerim onun kızı da bizim bahçeden fesleğeni, bindallısı, keşkeği ile gelin olsun.
 
Ömrü uzun, hanesi huzurlu, sofrası bereketli olsun Pınar gelinin.

3 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

dilerim sen de tekrar o bahçede gelin ol canım benim...

Fortunata dedi ki...

çok yaşa e mi Guguk kuşu:))) bu hafta hiç gülümsememiştim, yüzümü güldürdün:)))

guguk kuşu dedi ki...

aynı anda yapalım düğünümüzü aynı yerde, ne dersin??