9 Mayıs 2016 Pazartesi

SEN BENİM HAYATIMSIN*


Blog yazmanın en güzel yanlarından biri, sabahın yedisinde siz klavyenin başına oturduğunuzda, günün ilk kahvesini içerken ne yazdığınızı merak eden birinin, şehrin, kim bilir belki de ülkenin veya gezegenin bir ucunda kelimelerinizi bekliyor olması!
Bence bu büyüleyici bir şey! Konya'daki dostumun fakültedeki işlerinin arasında fırsat buldukça bloğuma baktığını, yeni tanıştığım arkadaşlarımın ve öğrencilerimin, hatta velilerimin satır aralarında "acaba bugün bizden bahsetmiş mi ?" merakıyla dolandığını bilmek hoşuma gidiyor. Değerli, keyifli hissettiriyor. Bir yandan güne, ana ait duygularımı belgelerken, öte taraftan konuyla ilgisi olan ve olmayanlarla paylaşıyorum. Çok mu popülersin derseniz, yoooo. Daha çok hancı gibiyim. Yazdıklarım birilerini belli dönemlerde ilgilendiriyor ve sonra başka mecralara gidiyorlar. Kalıcı ekip mi? Onlar var ve çok kıymetliler:)
 
Dün neredeyse tüm öğleden sonrayı okuyarak geçirdim. Ferzan Özpetek'in SEN BENİM HAYATIMSIN, isimli romanını bitirdim. Çiftlerin birbirine bu kadar kolay söyledikleri cümleyi kendi hayatımda evirip çevirdim... Bunu sonra yazsam? Fakat kitabı sevdim. Tıpkı filmleri gibi neşeli, hüzünlü, samimi... Kelimenin tam anlamıyla "gerçek" duygularla dolu. Nasıl Ferzan Özpetek filmini durdurup tuvalete gitmezsen, kitabı da kenara bırakıp bir şey yapası gelmiyor insanın.
Satır aralarında geçen kilise ve sokak isimlerini not ettim. Belki Roma'dayken kaldığımız yere yakındır da gidip bakarım diye geçti gönlümden. İnsan kelimeleri ve duyguları üç hatta beş boyutlu hissetmek istiyor:)) Nasıl yapacaksa artık!
 
Sanatta beni en derinden vuran şey tıpkı gerçek hayattaki gibi samimiyet ve gerçeklik. Estetik, buna bağlı olarak renkler, sesler.. kullanılan tüm araçlar sadece pasta süsü gibi. Asıl lezzeti veren samimiyet ve gerçeklik. Okurken kahkahası kulağımda çınlamayan, canının acısı içime işlemeyen yazarlardan çabuk sıkılıyorum. Belki bu yüzden Enis Batur okuyamıyorum. Harika ve de eşsiz bir şair olabilir, ancak ben onun gözyaşının ılıklığını hissedemiyorum... Benim şairim değil.
 
Ferzan Özpetek'e dönersek, filmlerini ve çizgisini sevenlere kitabı şiddetle tavsiye ederim. Elbette böylesine güzel ve dolu hayatlara sahip olamadığınız için hayıflanabilirsiniz, ancak henüz ölmediniz, ölmedik di mi? Bir tane de bizim yaratmamızı engelleyen kim ki?
 
Aşkın cinsiyeti olmadığına inanlardansanız, ölülerinizi unutmayıp, anıları çıkartıp çıkartıp okşayanlardansanız ve gerçek aşk için umut beslemekten asla vazgeçmediyseniz kitap tam size göre!
 
Evet benim kalbim boş. Pelin Özer'in cümlesiyle söylersek "üzerine kırk köy kurulacak kadar ıssız", ama buna Winterson cümlesiyle karşılık vereceğim: "romantik aşk cep kitabı biçiminde sulandırıldı ve binlerce ve milyonlarca sattı. bir yerlerde hala özgün halinde, taş tabletlere yazılı. denizleri geçerdim ve güneş çarpmasına tahammül ederdim, sahip olduğum her şeyi verirdim ama bir erkek için değil, çünkü onlar mahveden olmak istiyor, asla mahvedilen değil. bu yüzden de romantik aşka uygun değiller. istisnalar var ve umarım mutludurlar."
 
Yaşadıkça umut var ve aşkın bin yüzü var:)
 

1 yorum:

metanoia forever dedi ki...

Ahhh minel aşkkkk. Seni okumaktan hiç vazgeçmedim dostum. Seni sevmekten de. Aşkın cinsiyeti olmadığını düşünmüştüm dün anneler gününde. Bugün cümlelerin karşımda:) Aşkın bir cinsiyeti olmadığı gibi nedeni de yok. Zaten nedensiz olması değil mi aşkı aşk kılan. Seni sevişim de işte böyle nedensiz...Seni karşıma çıkaran Allaha şükürler olsun.