26 Mayıs 2016 Perşembe

AFEDERSİN UNUTTUM




 

Bugün dilimin ucuna gelen ve  sana söyleyemediğim şeyler oldu. Farkındasın... Söylemedim çünkü herkesin deneyimi biricik. Sezgilerini dinlerken, geri kalan herkese kapat kulaklarını. Eyvallah. Ama şu "köpeği pencereden fırlatan babasının günahlarını bahane ederek, konforunu bozmayan işgüzarın hikayesine" aşağıdaki yazışmayı da eklemek ve insanların mayasının nasıl değişmediğini anlamanı sağlamak isterim... Hiç olmazsa hatırla...

Değişmek lafla olmuyor, eylemle, inatla, istekle, samimiyetle, sevgiyle oluyor. Sevgi de öyle yazmakla çizmekle olmuyor.. O da eylem, istek, samimiyet, merhamet ve inat istiyor.. Üstelik herkesin sevgi deneyimi birbirinden nasıl da farklı..
 
Hepimiz yürünmesi gereken yolları yürüyor, dallanıp budaklanmış bahçelerden bir başımıza geçip, sonra keşke diyoruz, keşke sevdiklerimizi bizim vaktiyle çok canımızı yakan deneyimlerden koruyabilsek...
 
 
 
---------- Yönlendirilmiş ileti ----------

Tarih: 8 Nisan 2015 17:08



Canım, başınız sağ olsun.

Tamam, iyileşelim, görüşelim.

Öpüyorum. :-)



On Wednesday, April 8, 2015 10:28 AM, 


Çok geçmiş olsun ..... 'cım,
Ben hala pek toparlanamadım. Araya bir de cenaze karışınca sana ancak cevap verebiliyorum.
Telefon numaranı göndermen iyi oldu, zira eski telefonla uçup gitmiş.
...................benim telefon numaram.
Önce iyileşelim, yakında görüşürüz:-)
Sevgiler..
 
 
6 Nis 2015 20:29
........'cığım,

Sana "geçmiş olsun" dedikten bir vakit sonra, ben de şifayı kaptım. Bir süredir gribal havalar...

Hastalığın flu haliyle, böyle yoğun/yüklü bir mesajla -altında bir de geçmiş yazışmalarla- karşılaşınca, ilk hissettiğim, hafif tedirginlik de içeren bir afallama oldu, itiraf edeyim. Türkçesi, önce tırstım! :-)

Yazdıkların kısa bir e-postadan çok daha fazla bir yanıt gerektiriyor; ona da şüphe yok.

Teşekkür ederim.

İçten bir teşekkür bu, nezaket icabı değil.

Okuyup biraz olsun sindirdiğimden beri, neden böyle hissettiğimi sorup duruyorum kendime. Sanırım, eski bir acının "tanınması"na, "anlaşılmış olması"na dair bir his bu.

Bu mesaj, eski bir yarayı hem sızlattı hem de rahatlattı galiba. İnsanın unutmadığı, ama varlığına alışıp manzaranın bir parçası olarak kabullendiği türden bir yara. Bunu beklemiyormuşum, beklememeye alışmışım sanki.

O yüzden, teşekkür ederim. :-)

Haklısın, yaşlanıyoruz, ölüm(ler), hastalıklar daha yakın. Bir süredir daha sahici hissettiğim/yaşadığım bir durum benim de. Ama, "gitmek" de nereden çıktı yahu; dur biraz...

İyisi mi, ben şu "grip adam" halimden bir kurtulup mikrop saçma riskini bertaraf edeyim, yüz yüze görüşelim, hasret giderelim.

Öpüyorum ben de. :-)

PS: Farkına vardım ki, onca değişen telefon, uçan rehber macerasının arasında, senin cep numaranı kaybetmişim ben. Kaybettiğimin de farkında değilmişim, hale bak. Yazar mısın? Ne olur ne olmaz, benimki hâlâ .........



On Sunday, April 5, 2015 9:10 PM, 


Anlaşmamışız...
Anlaşabilseydik  ben son yedi yılı sensiz geçirmeyecektim...
Haftalardır, belki Nisan geldiği için, her zaman olduğundan daha da çok aklımdasın.
Mailleri düzenlerken, bu son yazışmamızı bulup okudum.
Açıkası kelimenin tam anlamıyla öfkelendim kendime, utandım estirdiğim sert rüzgardan. Bunca yıldan sonra, ben böylesine acı duyduysam cümlelerimden, kimbilir o vakitler sen nasıl başa çıktın..
Günlerdir bir özür şekli arıyorum. Sonunda davranışlarımın özrü olmadığını anladım. Belki mevsimleri değiştirip, türlü güzel sahne yaratabilirdim ama içime içime batan dikenlerimin bir an gelip seni tekrar üzmeyeceğine garanti veremezdim. Zira ne kadar büyüdüm, gerçekten olgun bir yetişkin miyim meçhul.
Sadece, sensiz kalmak hayatımın en büyük kaybı, ölümlerden gayrı.. Bu yüzden af dilemektense, gelecekte dikenlerim konusunda daha dikkatli olacağım demek istedim..
Geçen gün hasta olduğumda yazdığın mesaj çok değerliydi. Bu bile yeterli benim için. Daha fazla sarılıp sarmalandığımda içimden bir canavar çıkıyor. Korkuyorum kaybetmekten. Neyse.
Yaşlanıyoruz. Ölüm ve hastalıklar her an daha yakın. İstersen deli de, korktum bütün kalbimle özür dilemeden gitmekten.
Bin kere üzgünüm seni kırdığım her an için, keşke daha iyi bir ruh olabilseydim.. çok çok öperim...
 


26 Mar 2008 10:22
Anlaştık :))
On Wed, Mar 26, 2008 at 10:19 AM,




Günaydın güzelim :-)

İlk söz: Anladım...

Akıllım, elbette anlamıştım, biliyordum "Telvelerde Boğulmak"ın neye dair olduğunu. Başlığı kafamı karıştırdıydı sadece. Bana dair olduğunu düşündüğümden değil, tam tersine bana dair olmadığını bildiğim için "bir kere daha sevdim seni" okuyunca. Keşke daha açık yazsaymışım. Metinlere dair yetimin azımsanmasına hâlâ bozulabiliyorum. :-)

"sanırım yaşayacağım/yaşamak istediğim bir hikaye"... Galiba cumartesi gecesinden beri için için fark ettiğim, sezdiğim bir şeydi bu. Dilerim gönlünce yaşarsın. İçtenim, inan.

"dolunay takvimini işaretleyen bir cadı, durmadan yaşamadığı aşkların acısını çeken zavallı kadın veya küçük korunması gereken kız çocuğu muamelesi". Aklımın, gönlümün ucundan geçmedi. Ama böyle hissetirdiysem n'olur kusuruma bakma. Ne bunaltıcı olabileceğini bilirim.

Tutku'nun (dolayısıyla senin) mesajının da farkındaydım, farkındayım. Daha sen Tutku'yu bana vermezden önce, sadece sözünü ederken bile.

Ama ne hissettiğimi söylemese miydim be canım? Belki de böylesi daha iyi oldu. Zaman hem çok hem az. Açık olmak iyi oldu. Manasız kırgınlıkların da önüne geçmiş olduk böylece.

OK; bu son hüzünlü, hassas mesaj olsun. Sakinleşelim. Sonrasına bakarız. Ben de burada olacağım.

Güzel bir gün olsun. Öperim. :-)



 Sent: Wednesday, March 26, 2008 9:12:51 AM


 
 
Günaydın,
 
Yazdıkların için teşekkür ederim. Okumamış olmayı tercih ederdim. Böyle bir mektupla karşılaşmamak için bütün iyi niyetimle "Tutku"yu vermiştim sana.... Tekrar oku istersen. Ama eğer anlamamakta kararlıysan elimden birşey gelmez.
 
Verdiğim tüm karışık mesajlar için üzgünüm... Konserden sonra, sen saçlarımı öptüğünde anladım ki, senden istediğim şey, var olandan bir adım fazlası değil. Biliyordum ama emin oldum. Daha kibar söylenemediği için dosdoğru söylüyorum; bende karşılığı olmayan bir hazineyi üzerime yığıyorsun. Kendimi milyarlarca ışıltılı mücevherin altında ezilmiş ve nefes alamaz hissediyorum. Ben artık buna izin veremeyeceğim. Bir daha hayatım boyunca tek bir elmas yüzüğüm olamasa bile...
 
Şimdi izin verirsen kendi hayaletimin ve yoluna sokmam gereken iş hayatımın peşine düşmek istiyorum.
 
Peki bize ne olacak? Bir süre sakinleşelim istersen ve izin verirsen. Gerçekten tüm dikkatimi kendime vermek istiyorum. Sonrasında burada olacağım. Ama ne sıklıkla bilemem. Tek ricam bana dolunay takvimini işaretleyen bir cadı, durmadan yaşamadığı aşkların acısı çeken zavallı kadın veya küçük korunması gereken kız çocuğu muamelesi yapmaman.
 
Ayrıca telvelerde boğulmak bizim değil, benim bir başka adamla yaşadığım ve sanırım yaşayacağım/yaşamak istediğim bir hikayeden ikinci bölümdü.
 
Sevgilerimle..

 
2008/3/25
Canım benim,

Madem benim salaklığım yüzünden konuşamadık, elimde kalan tek şey yazmak. Belki böylesi daha da iyi...

Bu sabah seni aradığımda tam "Mesajın içimi rahatlattı; sağol. 'Telvelerde Boğulmak'ı okudum. Seni bir kere daha sevdim" demek üzereydim ki, rahat konuşmak için çıktığım koridora sigara içmek isteyen insanlar akın edince, tuhaf bir mahremiyet paniğiyle ağzımdan çıkabilen tek şey o şapşal "Daha iyi misin" mırıltısı oldu. Bir tür Woody Allen sahnesi yani.

Haklıydın, insana iyiyim dedikçe habire iyi misin diye sorulursa "Bana hasta muamelesi yapma" deyiverir; gayet iyi bilirim. Özür dilerim.

Bir yandan da üç gündür "Ne oldu, nasıl oldu da, bir gün önce, bir haftadır cıvıl cıvıl olduğumuz .......'la böyle uzak düştük" diye sorup duruyorum kendime. "Ne hissediyor, ne yaşıyor"u anlamaya çalışıyorum; giderek daha da debelenerek. "Telefondaki buz gibi ses niye?" Üç gün önce telefonu içinden kuş sürüsü geçen sesiyle "canım" diyerek açan kadın, şimdi benim "canım" dememle bunalmış durumda. Hatta belki de daha önce; ekranda ...... yazdığını gördüğü sırada.

Bir yandan da tipik kendine dönme/"mea culpa" soruları: "Yanlış bir şey mi yaptım; ne yaptım? Ya da yapmam gereken bir şeyi mi yapmadım?" "Öyle olmasaydı da böyle olsaydı başka mı olurdu?" Hepsi bir arada...

Kırılmadım, gücenmedim; galiba her şeyden çok şaşaladım, anlamaya çalıştım, canım da yanmadı değil tabii. Cumartesi akşamı şarjının bitmesinden önceki otuz saniyeye, "Dur geliyorum"u söylememe yetecek kadar öncesine geri dönmek istedim hep.

Sonra "Telvelerde Boğulmak"ı okudum. Başlığı görür görmez "Eyvah" dedim; içimden bir şey cız etti. Galiba 50'den fazla kez okudum. Sorularıma bir yanıt umuduyla "Bu metin bana ne diyor, ben neresindeyim" diye diye okudum önceleri. Hâlâ emin değilim.

Sonra, herhalde yorgunluğun içinde bir aymayla bunun bir metin olduğunu hatırladım. Bana bir şey gönderen değil, ........'ın anlattığı olduğunu. Bu metnin bir yerinde olabileceğimi, hiçbir yerinde olmayabileceğimi. ........'ın benden bağımsız biri olduğunu, böyle de güzel olduğunu, zaten ..... ı bu yüzden sevdiğimi...

Sonra senin konuştuğundan, gösterdiğinden çok daha fazlasını içeride yaşadığını, kimse fark etmezken kaydettiğini, imbikten geçirdiğini hatırladım, bir kez daha anladım. Hesaplaştığın şeyin çok daha büyük, koca bir bellek olduğunu, bunu korkmadan yaptığını. Ve dile getirdiğini. Seni bir kez daha sevdim.

Senden hoşlanmam, seni seviyor, sana tutulmuş olmam -hayatımda ilk kez hangisi bilmiyorum- yoruyor, bunaltıyor olabilir; anlıyorum. Hele böyle bir haldeyken insana karşılayamadığı, karşılamak istemediği, bunun içinden gelmediği, ondan bir şey yüklenmesini isteyen -daha da yoran- bir "talep" gibi de gelebiliyor, biliyorum.

Ama değil. Şunu biliyorum, seni özlüyorum, düşünüyorum, benimle mutlu olduğunu görünce mutluyum, sesini duyunca, yüzünü görünce, birbirimize kaygısız dokununca genişliyorum. Güçleniyorum. Özgürleşiyorum. Ülkeme bahar geliyor. Uzun bir kıştan sonra hem de. Hoş bana bahar kıştan geldiydi zaten.

Bu rüzgar erken açan çiçeklerime yenilerini ekledikten sonra birkaçını savurup götürmüş olabilir, ama biliyorum, dallarım sağlam.

Bunu yıllar önce söylediydim: "Seni seviyorum" bir taahhüdün ünlem sözü değildir -oluşundan nefret ediyorum. Ama bir teşekkürün yerini almasındansa karşılıksızlığı/suskunluğu yeğdir. Ben anların peşindeyim.

Bir yandan da evet, bütün o gün görmüş adam hallerime rağmen, çocuk gibiyim. Korkabiliyorum, sabırsızlanıyorum, ısrar edebiliyorum -genellikle hep yanlış şeyde ısrar ediyorum, beni sev diyemezken dediğimi sanıyorum, sağımı solumu şaşırıp sakarlaşabiliyorum, bir çuval inciri berbat da edebiliyorum. Aksi de olabiliyorum, hatta duyarsız, kayıtsız da. Ben de kuyruğuma basılınca bağırıyorum.

Hatta, son iki gecedir, baştan beri birbirimize yazdıklarımıza bakıp duruyorum. Ben kendimi gayet açmış zannederken, ne hissettiğini doğrudan ifade edemeyen bir adam olduğum bile söylenebilir. Nazik, sıcak bir adam ama, eee?

Bu bir araba sözü bu yüzden yazdım. Ne hissettiğimi söyleyebilmek, senin bilmen için. Eskiden olsa bunalıp kafam karıştığında susar, ertelerdim. Ne zamandır yapmıyorum bunu. Konuşuyorum. Galiba iyi de yapıyorum.

Bu ilk zor durumumuz değil. Herhalde sonuncusu da olmayacak. Bütün bu hassaslığımızla birlikte bunu aşmak istiyorum, aşarız da. Çünkü yine beni sevindiren, hüzünlendiren, gözüme takılan bir anı, hikaye parçasını sana rahat rahat kaygılanmadan anlatabilmek istiyorum. Yeniden birlikte eğlenebilmek, aylaklık etmek, birlikte susabilmek istiyorum.

Tek istediğim bu değil elbette. Seninle "mutlu mesut" olmayı, bir "biz" kurmayı, hâlâ birlikte büyümeyi, birbirimizi öğrenmeyi, sırları fısıldamayı, yüzümüzü yağmura, rüzgara bırakıp birlikte yürümeyi istiyorum. Çünkü yıllar sonra bulduğum .....'ı bütün güzelliği, şefkati, arızaları, kabusları, gülüşü, ürkekliği, koca bir deniz oluşuyla seviyorum.

Bu senden bir şey istemek, talep etmek değil; içimden geçen şey bu; özlediğim...

Bu arada, bu büyük muhasebede -farkındayım son birkaç günün değil, benim aylar önce varolduğunu gördüğüm, belki de daha aylar da sürecek bir şey olabilir bu- ne yaparsan yap, hayatınla ilgili ne karar verirsen ver, beni nereye koyarsan/koyamazsan koy, olmayan rotama ne olursa olsun, ben buradayım; yani yanındayım. Gitmeyeceğim. Kalmak istiyorum. Arada bir yeterli uzaklığa kaçarım -her ne kadar bu sefer beceremediysem de. İnsan kaybetmekten korktukça yaşamaktan o kadar uzaklaşıyor. Sen de gitme, lütfen.

Bir de muhasebenin en sağlam kaleminin senin güzelliğin, yaşama sevincin, anaforu da şefkati de büyük duyarlılığın olduğunu unutma, n'olur.

Galiba ikimiz de ayrı ayrı yorgunuz. Dinlenmekte yarar var. Haklısın.

Ama bunları yazmasam olmazdı; bunu söylemezsem de olmaz. Seni özledim.

Bu arada, eğer hâlâ istiyorsan cuma günü konsere birlikte gidelim lütfen. Ben istiyorum.

Kocaman öpüldün. :-)




Hiç yorum yok: