24 Mart 2016 Perşembe

KUZEY DEFTERİ NOTLARI, 20 MART 2016



Uçak
 
Uçağımız Budapeşte civarında bir yerlerden geçiyor. Gökyüzünde ezber bozan bir Ay var. Zaten tüm seyahat boyunca gökyüzü  ezber bozan cinstendi, Ay neden farklı davransın ki?
 
Annem "bulutlara selam söyle" demişti. Ondan mı oldu acaba? Daha önce hiç bu kadar güzel bir bulut tarlası üzerinde uçmamıştım! Ay, masmavi gökyüzünde ışıl ışıl parlayarak aşağıdaki bulut tarlasına yuvarlanmak için can atan bir haylaz! Bana bakan yüzü aydınlık, bakışları uzun zamandır olmadığı kadar sıcak. Sanki gülümsüyor.
Son aylarda o kadar uzaklaşmıştı ki hayatımdan, için için güceniyordum. Bu güzel yıldızı bir daha sevemezsem diye korkuyordum. Boşuna endişelenmişim.
 
Kuzey tatilinin düşünmediğim, umut etmediğim kadar iyileştirici olduğunu dönüş yolunda Ay seyrederken fark ediyorum.
 


 
Gökyüzü ne kadar etkileyiciyse, şu an üzerinden geçmekte olduğumuz Romanya da en az o kadar büyüleyici. Sanki gerçek değil; sadece ben seyredeyim diye uçağın rotasına serilmiş dev bir harita! Nehirler, dağlar, çıplak alanlar, ekilip biçilmiş topraklar.. İnsanı bilgilendiren, neşelendiren, düşler kurduran bir şey harita.
İnsanları da harita gibi okuyabilseydik keşke; yüzüne bakınca içindeki yolları, çatallanan patikalarını görebilseydik. En derin acısı okyanus olsaydı, en inanılmaz sevinci yüce bir dağ. Oralara hiç dokunmasaydık. Geniş, toprak yollar olsaydı keşke insan haritasında; kalbe ulaştıran. Kolay okunur, pusula dahi gerektirmeyen, aman yırtılır mı diye endişenmeye sebep olmayacak kadar kalın bir kağıda çizilseydi sevgili haritası. Güzel olmaz mıydı?
 
 
 
37.000 Feet.
Ölüm var değil mi?

Yanıma oturan kadın Beyrut'lu. İri yarı kocaman genç bir kadın. En fazla otuz yaşında olsun. Önce hoşuma gitmiyor iriliği. Sanki kendim pek ufak tefekmişim gibi! Yine de zoraki gülümsüyorum. Başlangıçta hiç konuşmuyoruz. Elimdeki kitaba saklıyorum bakışlarımı. Sonra uyuyakalıyorum. Gözümü açtığımda Ay var penceremde. O nasıl bir güzellik...
Fotoğrafını çekiyorum. Anları yaşamak ve saklamak arasında hala bocalıyorum... Yanımdaki kadın bana telefonunu uzatıyor, önce anlayamıyorum. Hah, şimdi oldu, O da Ay fotoğrafı istiyor. Çekiyorum. Çok mesuduz. Onlarca metre yukarıda, insanlardan ve gezegende olup biten her kötülükten uzakta, bu hiç tanımadığım kadınla gökyüzünün güzelliğini paylaşıyoruz. Yemek masası altında buluşmuş çocuklar gibiyiz!
Çantasından bir elma çıkartıp veriyor bana. Önce almak istemiyorum. Yıkamış mıdır acaba? Ne çirkinim, hemen toparlanıp alıyorum elmayı. Gülümsüyoruz. Ben de ona marzipanlı çikolatalarımdan veriyorum. Hımm, belli oldu şimdi, hoşlanmışım bu paylaşımdan.

Çok az İngilizce biliyor. Buraya altı ay önce yerleşmişler. Yabancılardan çekiniyor. Çok mutlu olmadığını ifade ediyor. Onu anladığımı hissettirmek istiyorum. Gözlerine bakıyorum, çok güzel bakışları var. İri bedeninin altındaki tanımsız inceliğe hayran kalıyorum..
Tekrar kitabıma dönüyorum sessizce. Ne zaman sonra koluma dokunuyor, anlamıyorum ki ne oldu şimdi? Diğer penceredeki günbatımını gösteriyor bana. İnanılmaz... Gülümsüyoruz. heyecanlanıyoruz. İlk defa bir yabancıyla günbatımı izlediğimi düşünürken, yakınım sandığım yabancılar geçiyor aklımdan... 

Dilini, kültürünü bilmediğim bir kadınla nasıl olup bu kadar kısa zamanda bu denli sıcacık bir bağ kurabildiğimize şaşırıyorum. Aslında ne kolay bir açıklaması var; gezegenin birbirine çok yakın coğrafyalarından geliyoruz. Muhtemelen aynı ritimde neşelenip, benzer şarkılarda hüzünleniyoruz. Ölülerimizi yıkıyor, bebeklerimize şerbet kaynatıyoruz. saçlarımızı sevdiğimiz erkekler için tarayıp, mutsuzluklarımızı yatak altına süpürüyoruz... Aslında birbirimizi gayet iyi tanıyoruz...

Ölüm ve yakınlık.. Yakiiin olma hali hakkında düşündürüyor beni Beyrutlu kadın. Onu, uçaktaki ay ve güneşi başak tarlalarına benzetiyorum. Artık ne zaman uçakta günbatımı görsem ve gülümseyen haylaz bir Ay, onu ve kalp tanışıklığımızı anımsayacağım.
 
 
 

Hiç yorum yok: