4 Mart 2016 Cuma

GÖKKUŞAĞI MASALI

    
 
I. BÖLÜM
 
CÜCE

“İlişkinin başında ” dünyamı değiştirdin ” diyen kişi, sonunda mutlaka “biz ayrı dünyaların insanlarıyız ” diyecektir… İnsanın dünyasını değiştirecek tek kişi ” Kendisidir ” …”
Charles Bukowski
 

Bir varmış bir yokmuş, ömrü hayatı boyunca gökkuşağını aramış bir kız varmış. Hayatta tek derdi gökkuşağını yakalamakmış fakat bu pek mümkün görünmeyen hayalini gerçekleştirmek için ne yapacağını bilemiyormuş. Bir sürü kitap okumuş, okullara gitmiş, uzak ülkelere seyahatler düzenlemiş ancak ne ettiyse onu gökkuşağına yaklaştıracak bir formül bulamamış.
 
Günlerden bir gün, Cadı Bostanı sahilinde otururken yanına bir cüce gelmiş. Mavi renkli bir heybeden tomar tomar kağıtlar çıkartıp, kıza aydan, yıldızlardan, çiçeklerden bahseden şiirler okumaya başlamış. Biraz tuhafmış tuhaf olmasına ama öyle zarar verecek birine de benzemiyormuş.
Cüce anlatmış, kız dinlemiş. Kız anlatmış cüce dinlemiş. Birbirlerinin ne hakkında konuştuğunu pek anlamasalar da arada bir gökyüzünden bahsettiklerinden olsa gerek, benzer kelimeleri kullanmanın sohbet etmek olduğuna karar kılıp, ay üç kez yuvarlanıp, tekrar yay gibi incelene kadar sahilde oturmaya devam etmişler.
 
Uçmayan uçurtmaları, korkutmayan canavarlı şemsiyeleri ve toprağa dikilmemiş lale soğanlarıyla geçen uzun günlerden sonra zifiri karanlık bir gece, kız çok tuhaf bir rüya görmüş.
Rüyasında dumanlar arasından çıkan koskocaman bir cin, uçan  halısıyla, yatak odasının penceresine gelip, kıza küçücük kavanozun içinde sesi zar zor duyulan bir kalp vermiş. Kız, kavanozu eline aldığında pıt pıt atan kalbi görünce önce çok korkmuş. Bu ne biçim bir hediye diye geçirmiş içinden. Ama "cin bu, hediyenin ne olacağına elbette o karar verir" diyerek, huzursuz uykusunda sağdan sola dönmüş.
 
Sabah olup uyandığında rüyasını cüceye anlatmak için sahile gitmiş. Fakat cüce orada değilmiş. Kız akşama kadar büyük bir hevesle cüceyi beklemiş, "bu rüyayı olsa olsa o yorumlar, çünkü harika şiirler biliyor" diye geçirmiş içinden. Sonunda cüce gelmiş ve kız heyecanla rüyasını anlatmış.
Cüce, umursamaz bir ifadeyle omuzlarını silkmiş. Ona göre bu rüya çok anlamsızmış. Kız, bu beklenmedik tepkiyi pek sevmemiş. Ancak, daha ne hissettiğini söyleyemeden, cüce mavi heybesinden kağıtlarını çıkartmış ve kıza, uzak ülkeler ve bebekler hakkında şiirler okumaya başlamış. Şiirlerin büyülü dünyasına dalan kız, birkaç dakika içinde rüyasını unutmuş!
 
Zaman hızla geçerken, bazı kelimeler cücenin şiirlerinden kaçmaya başlamışlar.  Önce yıldızlar, sonra uçurtmalar, daha sonra bulutlar derken, en sonunda ay da gitmemiş mi!
Ayın gidişiyle birlikte şiirler iyice çekilmez olmuş, kız artık onun neden bahsettiğini hiç anlayamıyormuş. Zaten gökkuşağını aramadan geçirdiği zamanlar yüzünden de vicdan azabı içindeymiş. Sonunda, bu duruma daha fazla dayanamayarak yeniden gökkuşağının ardına düşmeye karar vermiş. Cüce yi sahilde bırakmadan önce ona   kendisiyle gelmek isteyip istemediğini sormuş. Cüce " elbette isterim, hem de çok isterim!" demiş çenesini yukarı yukarı kaldırarak.
 
 
Ve  ikisi birlikte gökkuşağını aramaya başlamışlar. Üç ayın sonunda kız, cüceden fena halde sıkılmış. Çünkü durmadan eteğine basıyor, susuyor, yoruluyor ve yolculuğun yavaşlamasına neden oluyormuş. Çok uyuyor, yerli yersiz gülüyor ve neden yolda olduklarını unutturmak ister gibi kızın hiç ilgisini çekmeyen konulardan bahsedip, dikkatini dağıtıyormuş.
 
Uzun ve yorucu bir günün sonunda kız bir rüya daha görmüş. Rüyasında en sevdiği, nergislerle süslü kupası kırılmış! O kadar üzülmüş ki, canı yanarak kalmış yatağından.
Yine rüyasını cüceye anlatmış fakat cüce bu defa onu dinlememiş bile. Ve  kız iyice anlamış ki, aslında bu yolculukta cüceyi yanında istemiyormuş. Rüyalara inanmayan, masal dilini bilmeyen biriyle gökkuşağı aramanın hiçbir anlamı yokmuş.
 
Ertesi gece, aylar evvel rüyasına giren cine tekrar rüyasına gelmesi için yalvararak uyumuş. Ona bir yol göstermesi için dilekte bulunmuş. Gerçekten de Cin, kızın rüyasına dönüp ona cüceden nasıl kurtulacağına dair değerli bir sır vermiş.
 
Sabah uyandığında kızın yastığının yanında bir kavanoz ve içinde de mini minnacık bir kalp varmış. Kız kalbi almış ve yanında uyuyan cücenin kulağından içeri akıtmış. Cüce huzursuzca kımıldanmışsa da uyanmamış.
Artık cüceye karşı hiç bir sorumluluğu kalmayan kız, derin uykudaki cüceyi bir balona bağlayarak pencereden dışarı bırakmış. Cüce uçmuş uçmuş uçmuş ve artık gözle görülemeyecek kadar uzak bir yerde balondan kurtularak eski bir apartmanın çatı katına düşmüş. Düştüğü yer Kalbi Sağır İnsanlar Ülkesi'nin en yüksek apartmanıymış.
 
Cüceden cinin yardımıyla kurtulan kız, gökkuşağını aramak için, kaldığı yerden yolculuğuna devam etmek üzere çantasını toplamış ve kışlık kıyafetlerini de yanına alarak kuzey ışıklarına doğru yollara düşmüş. Çünkü cin, ona sadece cüceden kurtulmanın sırrını değil, aynı zamanda gökkuşağını bulmanın da ipucunu vermiş:
Yeteri kadar cesur olursa gidebileceği en uzak noktada onu bekleyen bir sır varmış...
 
Cücenin sağır kalbinden uzaklaşan kız, ellerini göğsünün üzerinde birleştirmiş, kalbinin yerinde olup olmadığını kontrol ettikten sonra derin bir nefes alıp, gülümsemiş.
 
Şimdilerde dev bir zeplinle kuzeye doğru yol aldığını söyleyenler var. Dileğimiz bütün arayanlar gibi istediğine kavuşması...
 
Gökten üç kar tanesi düşmüş
Biri gökkuşağını arayan kızın başına,
Diğeri rüyalarda gezinen cinin başına
Ve sonuncusu da masalın aslında masal olmadığını çok iyi bilen okuyucuya:)
 
 
önemli not. masal sipariş üzerine yazılmış olup, dilerim hanımefendiyi memnun etmiştir. Henüz düzeltmelerini yapamadığım için kendilerinin affına sığınıyorum:))
 

Hiç yorum yok: