Mart geldi geleli, gün içinde değişen duygularımın ve düşüncelerimin hızına yetişmek isteseydim, bunu kesinlikle başaramazdım. Bende olması gerekeni yaptım ve ipin ucunu bıraktım.
Uzun zamandır çekmediğim kadar acı çekiyorum, ağlamadığım kadar ağlıyorum. Ve yine uzun zamandır olmadığı kadar şansımın, hayatımın, değerimin farkındayım. Mevsimin farkındayım. Yanımdan geçip gitmesine izin vermiyorum, onunla akıyorum, yaşıyorum. Hepsi birden nasıl oldu anlayamıyorum.
Sadece bildiğim şu ki, biri tetiği çekti ve artık ard arda dökülen duygu ve düşüncelerden payımı almadan kaçamam.
Kendimden başka gidecek yerim kalmadı.
Sevgiliden ayrılınca akşam saatleri zor gelir derler. Akşam, benim umurumda değil. İşin açıkçası sevgili de umurumda değil. Burada, benim hayatımın ortasında, kıyısında, yanı başımda bambaşka şeyler oluyor.. Üstelik her biri "sevgili" sandığım "şey" den çok daha gerçek, hayati ve bir şekilde benim parçam...
Rüyalarım ne zamandır olmadığı kadar ilginç; kus kus bitiremedim öfkemi. Bu öfke ki, kabuğu iyice kurumuş görünen eski bir yaranın vıcık vıcık irinine buladı ellerimi. Yıkamakla bitecek, temizlenecek gibi değil.
Ellerimi kessem belki..
Güne başlarken çok zorlanıyorum. Erkenden uyanıyorum, kahvemi yapıyorum. Ancak sıra kahvaltıya geldiğinde her zaman olduğu gibi iştahsız ve isteksizim. Yemiyorum. İstemiyorum. Sonra biraz okuyup, biraz da yazıyorum. Henüz yürümek isteyeceğim havalar gelmedi diye, o saatlerde evden çıkmak istemiyorum.
Bu sabah anam ağladı türkülerle.. Bana yapılan hainlikle hala yenişemediğimi ve bu fazla abartılmış öfkemin bir halta yaramadığını açıkça görsem de, gözyaşlarımı durduramadım. Biraz hızlıca anı olmak üzere paketlenmiş taze yaşanmışlığı canlandırdım hayalimde, onu alelacele paketleyen, ardından yas tutan paslı, puslu yüreği düşündüm.
İçim bulandı, gidip ellerimi yıkadım!
Handan'ın çiçekleri yüzünden oldu her şey. Sonrasında saat çaldı ve salya sümük gittim okula. Orada da bir posta ağladım değer verdiğim kadınlarla. Bildiğim haberlere, bilmediklerim, beklemediklerim eklenince içimdeki vıcık vıcık yaraya dökülen yaşlardan olsa gerek, ayağım kaydı, dengemi kaybettim.
Acıdan önümü göremedim.
Önce bütün bu olan bitenin, beni yerle bir etmek için evren tarafından planlandığını düşündüm. Sonra kendimi bu kadar önemseyişime çok güldüm. Ama o kadar üst üste geldi ki yaşadıklarım ve tanık olduklarım, feryat etsem yeridir.. Sustum.
Bu akşam babamın sesi var kulaklarımda; yataktaki hali. Ölmeden birkaç zaman önce, ama kısa bir zaman, belki bir hafta? Hatırlayamıyorum ki.. Adımı söyledi; güçsüz, cılız bir sesle yattığı odadan seslendi. Onun neşeli, gürleyen sesini bilen kulaklarım, bugün durmadan bana onun en son Elvan dediği anla çınladı durdu. Bunu hak etmediğimi düşündüm. Yaşadığım pek çok şeyi kesinlikle hak etmemiştim. İnsan insana bunu yapmaz dedim ama oluyor işte. Hayatta bir defa zırhını çıkartıyorsun, o da hayvan oğlu hayvanın birine denk geliyor...
Elbette durduk yere gelmedi o ses kulaklarıma; kısa bir süre sonra sesi kızının anılarında kalacak başka bir babanın yorgun cümleleri tetikledi kaybımı. Olmakta olanla başa çıkamadığım gibi, geçmişte yaşanıp, bitmişle de barışamadığımı gördüm..
Acım, açık yaram nasıl da taze kalmış...
Bütün kayıpları ve üzüntüleri dibine kadar, kollarımı açıp kucaklamaktan başka çıkışım olmadığını iyice kavradım. Nasıl kışın kar yağıyor, baharda da meyve ağaçlarının beyaz çiçeklerinden dökülen yapraklar konuyorsa saçlarıma, elbette yaşadıklarım ve etrafımda yaşananlar da benim ömrümün baharı ve kışı olacaklar. Güzel olan şu ki, baharlar hep gelecek...
Hangi Mart bana kolay geldi ki , bu gelsin?
10.03.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder