16 Ocak 2017 Pazartesi

YAĞMURLU BİR SABAH, NURİ LEF LEF VE MAHALLE TURU



Nuri Lef Lef ile beni Suat tanıştırmıştı. İstanbul'a geldiği zamanlardan birinde şehirde keyfederken ve keşfederken, dericilerin olduğu mekanlarda bir şey arıyordu Suat. Lef Lef'i orada gördü. Bana da aldırdı bir tane. "Deriye başka şey sürülmez" dedi. "Bir de zeytinyağ, badem yağı, gliserin" falan diye ekledi.
O zaman bu zamandır bir Nuri Lef Lef kullanıcısıyımdır ama nasıl olduysa Bostancı'ya taşındığımda eve Migros'dan iki tane dandik ayakkabı parlatıcısı alarak canım botlarımı yavaş yavaş matlaştırdım.
 
 
Bu sabah yağmur o kadar abarttı ki, pazara gidemeyeceğimi anlayınca mahalledeki ufak tefek işleri halledeyim dedim. Atm, sapı kopan çanta, Zeplin'e uğrayıp Gökhan'a çizimleri bırakmak ve biraz sebze almak güzel olabilirdi mesela.
 
Bir kez daha sevdim mahallemi. Gerçi galiba ben mahalle kültürünün içinde esnafla kurulan bağı seviyorum. Çünkü nerede yaşarsam yaşayayım, ayaküstü sohbetlerin sıcaklığını ve kendine has mesafesini arıyorum. Enginarcının arkamdan "abla merhaba, nasılsın?" demesi, veya kar suyundan atlamaya çalışırken annemin sokağında balkabağı satan adamın elini uzatması büyük bir keyif veriyor. Pastaneye girdiğimde "hocam bir çay iç" diyen çocuklar o kadar içtenler ki, epeyce havaya giriyorum doğrusu:))
Stella'yla konuştuğumuzda en çok bunları özlediğini söylemişti.. Öyle iyi anlarım ki.. Nereye gidersek gidelim, ne kadar tatminkar hayatlarımız olursa olsun çocukluk alışkanlıkları özleniyor...
 
Bu sabah, Feneryolu sabit pazar   girişinde Vakıfbank'ın yanındaki küçük lostraya  ( yerini özellikle belirtiyorum çünkü hem işi iyi, hem fiyatları çok uygun ) uğradığımda kendimi çok iyi hissettim. Yağmur ve soğuk bu minicik dükkanın keyfini hiç kaçırmamıştı. İçerideki başı önünde, elindeki işe odaklanmış insan, ben merhaba dediğimde gülümseyerek başını kaldırdı. Selamlaştık, hal hatır sorduk birbirimize. Çantamın sapını gösterdim. "Hallederiz" dedi. "Ben de o arada bir iki işimi bitirip geleyim" dedim. Döndüğümde çantam hazırdı. Bir de botlarım vardı, bir türlü eskisi gibi parlamayan. "Ah!" dedi, "bak bu çizmeler nasıl kötü durumda. Mutlaka Lef Lef kullanmalısın. Yüz yıllık marka." Nereden alırım demesem, ben de var demeyecek. "Var mı peki sizde?" "Var." "E o zaman alabilir miyim?"
Çanta sapı dikmek üç lira, Lef lef beş lira.
 
Yıllar içinde nasıl da anneme benzedim. Esnafla sohbet huyum aile yadigarı:))
 
Işıklardan karşıya geçip markete uğradım. Pazara gidemiyorsak Şok var di mi? O halde bir iki günlük sebze alalım. Kasada çok ilginç bir genç kadın var. İlk zamanlarda benimle hiç göz kontağı kurmadığı gibi sohbet hamlelerimi de geri çeviriyordu. Şimdilerde gülümsüyor. Hatta o bana takılmaya başladı!
Bugün:
"Nakit var mı" diye sordu.
"Var."
"Peki fiş vermesem olur mu?"
"Olur."
"Güzel."
"Ya param yetmezse?"
"Yeter yeter, sizin paranız bereketlidir."
Allah Allah. Peki o zaman. İçimden çok güldüm, zira konuşmaya devam ediyordu. Sanki biraz daha kalsam çay içecek gibiydik. İlginç bir kız.  Hikayesini çok merak ediyorum.
 
Eczacım da şahanedir. Gerçi ondan iğne de yediğim için bir kaçınmam da yok değil ama gülerek iğne yapan bir eczacıyı kim sevmez ki!
 
Sonuç olarak mahallede bir saat turladım ve epeyce eğlendim. E artık çalışayım. İlk işimiz İspanyolca sayı saymayı ve saati söylemeyi öğrenmem lazım.
 
Arabın derdi kırmızı pabuç!

Hiç yorum yok: