Hassas bir sabah. Beyaz bir manzara. Gelin olmuş palmiyem. Kahve, Sezen. Kimse ölmemiş, kriz kapıdan içeri girmemiş, yıllar nanik yaparak geçmemiş gibi.
Evin değişik köşelerini keşfederken, hiç pencere önünde yazmadığımı fark ettim. O halde bugün buradayım. Hatta atkımı da burada öreyim.
Büyüdüğüm mahallede kar.. Kar hiç ummadığım bir şey tetikledi. Babamı özleyerek uyandım. Bazen bunca yıldan sonra tam da o gün gibi ağlayabilmek, hala bu kadar çok gözyaşı dökebilmek inanılmaz geliyor. Ölülerim neden ölmüyor benim? Vedalaşmayı hiç öğrenemeyecek miyim?
Babam, anneannem ve Victor... İçimi yangın yerine çeviriyorsunuz..
Babamın son nefesini verdiği mahallede nefes almaya çalışıyorum. Ciğerlerime dolan derin acıyı tarif edemiyorum. Diken soluyorum sanki. Buraya boşuna taşınmadım. Biliyorum. Tesadüflere inanmıyorum. Sadece yapmam gerekeni yapamıyorum...
Bu sabah yüzümü gözyaşlarıyla yıkadım. Tuzlu, ılık. Zamanın kar altına gizlediği bin dokuz yüz seksen üç kışına uyandım. Yıldız Savaşları'nı seyrettiğim kış, babamın öldüğü, baharın geciktiği, karla kaplı caddelerde yürüyemediğim kış. Dizlerime kadar kedere battığım, mevsimlerin altında ezildiğim, kalbimin buz tuttuğu kış. Zamansız terk edilme korkusunu bir atkı gibi boynuma doladığım kış... Dokuz yaşımda donduğum kış..
Annem ve kardeşim için yemek hazırlayacağım bugün. Onlara sormayacağım, şu palmiye gibi sizin de ruhunuza ağır geliyor mu kar demeyeceğim... Yıllarca konuşamadığım babamı artık hiç olmazsa yazabiliyorum demeyeceğim. Öyle çok ağlıyorum ki boğulmaktan korkuyorum demeyeceğim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder