13 Ekim 2016 Perşembe

SONBAHAR...




 
 
 
 
 


Bu mevsim kayıyor ellerimden... Ne kadar çırpınsam, hakkını veremiyorum... İstediğim kadar yazamıyorum, okuyamıyorum... Yaprakların yavaş yavaş güneşin rengine yaklaşmalarını, ardı sıra kavrulup, düşmelerini ve yavaşça, hiç ses etmeden çürümelerini duyamıyorum. Telaşlısın zaman, yetişemiyorum.
 
Tek bildiğim etrafımda onlarca hüzünlü hikayenin döndüğü...
 
Bir kadın var mesela, her gece koca tutkal kovasıyla sokaklara çıkıyoryor. Ve gün aydınlanana kadar yerdeki yaprakları dallara geri yapıştırıyor. Yaz seven, değişimlerin en büyüğünü yaşayan ve hayatın hızına, hoyratlığına gücenmiş...
 
Dönüşen, baharı bekleyen biri.
 
Sonra genç bir adam var; şakakları kırlaşmaya, kalbi umudunu yitirmeye başlamış. Yaz sevmeyen, kış seven. Dev bir çınar gibi gölgesi. Onun gözlerinin içine bakamıyorum... Katıla katıla ağlamak geliyor içimden. 
Bu mevsimi bizden kaçarak geçiriyorum...
 
Tek gözlü kedi kapımda. Onu sevmediğimde acı acı bağırıyor... Eşikte yuvarlanıp, karnını sevdiren bir tek o var. Ben, bana güvenmezken, kıymet biliyorum.
Yaralanmaya açık olmak ne demek, hatırlıyorum.
 
Sonra umut var. Doğmak üzere olan bir kız çocuğu... İlk kez anneanne olmanın telaşı yüreğimde! Az önce bebek kıyafetleri aldım. Şimdi dolabın kulpunda asılı duruyorlar. İçim iki parça onlara baktıkça. İlk kez sevinci ve hüznü birlikte yaşıyorum. Bu hikayede hüzün yok desem de, gözyaşlarımı engelleyemiyorum.

Mevsim bizim ne hissettiğimizi bilmeden geçip giderken, gözyaşı şişeleri dolduruyorum Tanrı Şamaş için....
 
Namaste Şamaş....

1 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

Nekadar şirin bir adı var bu tanrının: şamaş:)