20 Ekim 2016 Perşembe

KENDİMİZDEN ESİRGEDİĞİMİZ HAYAT





 
"kendimi olduğum gibi kabul ediyor ve onaylıyorum"

 
Bitmesin diye yavaş yavaş okuduğum kitaplar bilirim. Seyrederken zamanın geçiyor oluşuna bozulduğum filmler.. Şimdilerde aldığım rehberliğin, git gide azalan günleri karşısında aynı duygular içindeyim. Bitmese, yavaşlasa...
 
Yorulduğum doğrudur. Ancak hayatımın hiç bir döneminde, pardon yüksek lisans tezimi yazdığım zamanı unutmayayım, böylesine yürekten çalışmamıştım. Yine de kendimi tembellikle yargılamaya çok müsaitim. Zira izin vermeyi bilmiyorum... Yorulan ayaklarımı dinlendirirken, okuyabileceğimi, bir şey dinlerken yemek yapılabileceğini düşünüyorum. Hala zihnimi ve enerjimi bölmeye meyilliyim!
 
Açık olan şu ki, öğrenilmiş kalıplardan uzaklaşmak gerçekten zor. Kendimize işkence edercesine yaşamak ve bunu hayata tutunmak zannetmek kırılması zor bir kalıp. Ve aynı zamanda asıl olanın kendine yer açabilmesi için kırılması kaçınılmaz bir kalıp...
 
Yoga çalışmalarında en sevdiğim dersi sonlandırma cümlelerinden biri "kendimi olduğum gibi seviyor ve kabul ediyorum" olmuştur. Defalarca ustamdan duyduğum ve ders vermeye başladığımda yüzlerce kez öğrencilerime söylediğim bu cümle bende ne kadar içselleşti acaba?
 
Aslında aldığım yolu küçümsemiyorum. Yerimde sayıyor ve bütün bunları göremiyor da olabilirdim. Önceliğim ayakkabımın topuğu, ucu bozulan ojem ya da bin bir takla atarak elimde tutmaya çalıştığım kocam da  olabilirdi! Bütün bunlar da gayet insanca ve nihayetinde birer seçimdi..
 
İstediğim hayatın bu olmadığına on beş yaşımda karar verdim.
 
O yıllarda manevi halan dediğim, öz halamın kiracısı bir hanım vardı. Aile dostumuzdu. Ne tesadüftür ki neredeyse benimle aynı yaşta olan yeğenleri başka bir ülkede yaşıyorlardı. Bu durum bizi yakınlaştırdı.
Birlikte konserlere gitmeye başladık. Ve konserler zamanla akşam yemeği ve konserlere dönüştü. Bu birbirinden güzel akşamlarda dönemin kabul gören, toplumda yeri olan ( ne demekse!) isimleriyle tanıştım. İçlerinde sahne sanatçıları, müzisyenler, iş dünyasının parlak simaları vardı.
 
Hala, varlıklı, güzel ve etkileyici bir kadındı. Herkes onunla konuşmak ve dostluk kurmak için hevesliydi.  Bir akşam ünlü bir mekanda, o yıllarda Türkiye'ye iç çamaşırı ithal eden bir adamla tanıştım. Neden bilmem, adamın iticiliği benim nihai kararımda çok etkili oldu. Bu insanlarla yaşamayacaktım. İşimi ve eşimi onların arasından seçmeyecektim. Ve seçmedim de.
 
Üniversitede arkeoloji okudum. Sefil, fakir bir arkeoloğun sevgilisi oldum. Toz toprak içinde bilim yaparak yaşamaya karar vermiştim. Mutluydum. En azından bir süre için...
 
Zaman bana, bu seçimin içine de kalıplarımı taşıdığımı ve dayatılan kurallarla uyumlu olamadığımı gösterdi. Küstüm. Vazgeçilmez sandığım işime, emeğime sırtımı döndüm. Kendim olmaya izin verilmeyen bir yerde kalamazdım. Çok gençtim, "ben zannettiğim" kişi olamıyorsam, bunu dayatanlarla yaşamaya devam edemiyordum...
 
Yıllar geçti. Farklı işler, hatta şehirler ve ülkeler oldu hayatımda. Kendime en uygunu seçiyordum. Yine de her biri üzerimde rengi, dikişi bana yakışmayan, emanet elbiseler gibi duruyordu. Çünkü istemediğim şeyleri gayet iyi biliyordum ama istediğim şey nedir bilemiyordum... Ben kimdim? Sormuyordum. Sadece insanların beni tanımladıkları kalıp cümleleri kabul veya red ederek yaşıyordum.

Besbelli yolumu kaybetmiştim! Oysa ilk gençlik yıllarımda ne tarafa gideceğimden nasıl da emindim...
 
Doğru soruyu sormak için berrak bir zihin gerekiyordu ve o bende yoktu! Bu da sonsuz bir anlaşılmamışlık duygusu ve beraberinde kırgınlık, öfke getiriyordu.
 
Neyin tembellik ve tutunamamak, neyin kendine ve akışa izin vermek olduğunu ayırt etmem için, önüme bu ayrımı yapmamı sağlayacak bir yaşam modelinin gelmesi ve parmağını gözüme sokması lazımmış!
 
O da oldu, şükür:)
 
Evet, itiraf ediyorum, bu "tembel ve tutunamayan"  hayatı geçen yıl kısa da olsa deneyimledikten sonra şimdi şimdi ne istediğimi söyleyebiliyorum. Yeni yeni kim olduğuma dair sezgilerimi dikkate alabiliyorum. Ancak şimdi, vazgeçtiklerimden ne uğruna vazgeçtiğimi hissedebiliyorum.
 
İstediğim o kadar basit ki; içinde hakkını vererek, ritmini kaçırmayarak, üreterek ama telaşlanmayarak yaşadığım bir ömür.... Madde dünyasıyla ilişkimi dengelediğim, zaaflarımı, öfkemi kabul ederek ve ancak beslemeyerek yaşadığım, sarkacın en makul salınımında  kendim olarak durduğum bir yaşam!
 
Hayat kırkında başlar diyorlar ya, çok doğruymuş. İnsanın sınırlarını belirlemesi ve sonra o sınırları zevkle ihlal etmesi tastamam kırk yaş hediyesi:)
 
O zaman bırakayım da içinden geçmekte olduğum süreç ben ne kadarsam, o kadar olsun!
 
 
 
 

Hiç yorum yok: