8 Ağustos 2009 Cumartesi

YALIKAVAK GÜNLÜĞÜ, 8 AĞUSTOS 2009 CUMARTESİ.

Uzun sakin bir yürüyüş yaptım geçmişe doğru. Önünden geçtiğim sokaklar, duvarından atladığım bahçeler, annemin ardımdan attığı çığlıkları duymazdan gelerek üzerinde sek sek oynadığım pasarellalar... Hepsini tek tek anımsadım.
Suratımda yakaladığım yaramaz, ele avuca sığmaz ifadeyi sımsıkı saklamak isterdim. Hatta gösterebilmek isterdim. Ama uçuverdi. O zaman oturdum yazmaya; ancak kelimelerle esir edebilirdim sevdiğim, anımsadığım kokuları, gülüşleri... Tarif edebilir ve böylece ihtiyacım olduğunda geri çağırabilirdim. Sahiden yapabilirdim!
Yalıkavak'a son gelişimde yüreğimi hoplatan bir şey yaşadım. Bütün bu girizgah onun için... Zamana direnen bir evin önünde, tıpkı Alice'in Harikalar Diyarı'nda yaşadıklarına benzer hislere kapıldım...
Heyecanlı ve sevgi dolu bir telefon konuşmasının ardından telaş içinde fırladım odadan. Ne kırk derece sıcağın, ne de bir kaç saat sonra kalkacak otobüsün zerre kadar değeri kalmamıştı. Seviç Teyze "gel" demişti ya, devamı manasızdı.

Kafamda şapkam, elimde suyum başladım kuzeydoğu istikametinde kıyı boyunca yürümeye. Üstelik eski tersaneden geçerken, talaş ve boya kokusunu içime çekmeyi ihmal etmedim. Yol daraldı, daraldı ve neredeyse bir arabalık toprak yol dışında sadece o vardı. Ev! Yirmibeş yıl önce bıraktığım haliyle oradaydı. İşte o dakika Alice gibi küçüldüm küçüldüm ve öyle çok küçüldüm ki, tüm sevinçleri ve tüm kayıplarının tazeliğiyle onbir yaşıma döndüm! Bu bir mucizeydi.

Madde dünyasına yenilmemiş, kutsal bir evin önünde duruyordum. Sevinç Teyze'nin sımsıcak gülüşüyle ve boynuma dolanan kollarıyla kendime geldim. O zaman anladım bedensel olarak küçülmediğimi, sadece ruhum gidip gelmişti bir yerlere. Ama ne gidip gelmek!

Yirmibeş yıl evvel Yalıkavak'ın bu kıyısına araba gelmezdi. Daracık, eğri büğrü bir yolu vardı. Koskocaman dalgaları aşarak motorla ulaşırdık buraya. Son gelişimizde babam yoktu bizimle ama annemin kardeşimi ve beni kollarının altına saklayarak dalgalardan koruduğunu anımsıyorum. Serpinti bıçak gibi çarpıyordu yüzümüze. Sarıldığımız plaj havluları iyice ıslanmıştı. Yer yer çatlamış iskeleye, zar zor ama gülerek çıktığımızı hatırlıyorum.

Burası bir masal eviydi. İçinde Erdal Amca ve Sevinç Teyze'nin yaşadığı, yemyeşil bir ormana saklanmış ufacık ama gerçekten mini minnacık bir ev! Basit bir köy evi. Yüz yıllık ve hatta belki de daha eski olduğu için tescillenmiş. Küçücük nişleri, damını taşıyan dev okaliptüs ağacıyla, modern dünyanın değer verdiği her detayı hiçe sayan bir tapınak!

Merdivenlerden çıkınca koskocaman taş bir verandaya ulaşılıyor. Sol tarafta taş bir ocak, sağda eski bir kapıdan yapılmış harika bir masa var. Evin girişinde başımı eğiyorum çünkü gerçekten pervaz çok alçak. İksirin etkisi geçti ve büyüdüm diye geçiriyorum içimden. Gülüyorum. Sola dönüp, mutfaktan geçiyoruz ve Erdal Amca'nın deniz manzarası seyrettiği terasa ulaşıyoruz. "Bak Erdal kim geldi" diye sesleniyor Sevinç Teyze. Yıllardır görmediğim ama sanki dün ayrılmışız gibi yakın hissettiğim adama doğru hızlıca ilerleyip, sarılıyorum. Aynı sakal, aynı ses. Sadece azıcık daha büyümüş bir göbek! Ve sonra farkettiğim tahta bir baston...

İki saate bir kaç günlük sohbetin özetini sığdırıyor, üzerine de adada buluşmak için sözleşiyoruz... Taptaze, neşeli ve sarıp sarmalanmış hissediyorum. Basbayağı mutluyum işte!

Bir ellerinde baston diğer elleriyle birbirlerine tutunarak yürüyen bu harika çift, babamın neredeyse elli yıllık dostları. Laleli'nin batakhane değil, güzel konaklarla süslü olduğu zamanlardan tanışıyorlar. Benim ilk banyomu yaptıran Seviç Teyze'ymiş. Ayrıca bizim evde en çok sevilen iki tablonun ressamı da Erdal Amca'dır. 46 yıldır Paris'de yaşadıkları için ne yazık ki uzun aralıklarla görüşebiliyoruz. Ama geçenlerde JoA'nın dediği gibi bazı ilişkiler zamana yenilmiyor.
Onları yeniden görmek bana umut vermişti. Gerçi şimdi bile evlensem, biriyle elli yıl geçirme şansım epeyce düşük ama yine de heves etmedim değil. Hani şöyle masal gibi bir evde bir elimde baston, öbür elimde en sevdiğim adam öylece yaşlanabilmek ne güzel olurdu!
İşte Yalıkavak'ta bugün aklımdan geçenler... Bu akşam garip bir şekilde evlenmek istiyor canım. Şimdi bilemedim ki, hangisi daha dehşet verici; intihar olasılığı mı yoksa bir kez daha evlenmeye cüret etmek mi? Hı??!!!











5 yorum:

Gadno Kopele dedi ki...

harika. gelmiş görmüş kadar oldum. iyi dinlenmeler.

Fortunata dedi ki...

Teşekkür ederim Aganti Aga, en kısa zamanda biraz Yalıkavak anlatayım o zaman:))Sevgiler..

JoA dedi ki...

fortunata, ne zor bir soru sormuşsun:) işin komiği, birinin öbürünün sonucu olması ihtimali de var:))

Fortunata dedi ki...

Hadi canım, yapma JoA :))

JoA dedi ki...

sen niyeti bozdun galiba:))