3 Ağustos 2009 Pazartesi

Öğleden Sonra Çatalhöyük.

Çatalhöyük'de yapılan kazılar bizim ülkemizde her ne kadar gündemden düşmüşse de gavurun memleketinde hala inanılmaz popülerdir. Nereden biliyorsun a be kadın derseniz, Houston'da yaşayan sevgili dostum George Zombakis, bana her yıl sorar; Çatalhöyük ne alemde diye. Ayrıca Ufuk hocanın vefatından sonra kaderi ne oldu bilemediğim Aşıklı Höyük ve henüz gezme fırsatı bulamadığım Göbeklitepe de hemen ardı sıra gelen sorular arasındadır. Utanarak söylüyorum ki, Göbeklitepe'yi duyalı da çok olmadı!!

Çatalhöyük'e dönersek, dediğim gibi bunca yıldır kazılmasına rağmen hala inanılmaz bir şekilde gizemini korumaktadır. Protohistorik dönemlerin büyüsü de buradan kaynaklanır. Çünkü henüz yazı yoktur, dolayısıyla "biz şu işi bunun için yaptık" diyen bir tablet, papirüs ya da benzeri bir döküman da yoktur. Elinizde olanlara hayal gücünüzü eklemek dışında yapayalnızsınızdır. Ya vezir olacaksınızdır bu işin sonunda ya da rezil. Zaten Mellaart da bir gurup arkeolog için ilah, diğer gurup için soytarıdır. Ben kimlerdenim diye merak ederseniz, ben onun iyi niyetli ve çalışkan bir arkeolog olduğuu düşünen üçüncü gurubun kurucusuyum.

Kazı denilen şey, oyun gibi görünse de discovery ya da national geographic çekimlerindeki gibi lay lay lom bir ortamdan ibaret değildir. Sıcak hava, az su, gönlünce yıkanamamak ve kötü yiyecekler bir ay sonra insanın canından bezdirir. İlk haftalarda üzerine titrediğiniz keramik parçalarını ve hayvan kemiklerini kazının son haftalarında üçer beşer yıkamaya başlar ve hızlı hızlı envanterlersiniz. Büyü, yerini görev bilincine bırakır. Eserlerin zedelenip, zedelenmediği ne kadar önemliyse, yatağın dört ayağını ayrı ayrı içine koyduğunuz kaplara su doldurmak da en az o kadar önemlidir. Çünkü kazının devamı için hayatta kalmanız gerekir ve bunun için de akreplerin sizi sokmaması!

Sinek mi? O ne ki? Onca iğrenç nemli toprak canlısını bütün gün mıncıkladıktan sonra sinek saz gibi gelir insana. Hem yorgunluktan öyle bir bayılırsınız ki, değil sinek ordusu, boing 747 geçse kulağınızın dibinden hikaye!

Ben ki, 20. ve 21. yüzyıl kazılarından bahsediyorum, Mellaart denilen insan bunun on katı sefil vaziyetlerde emek harcamıştır Anadolu'ya. Yaptığı çıkarımlar ve çizimler yer yer acaba mı dedirtmekle beraber, ortaya koyulan iş, dönemi için neredeyse kusursuzdur.

Çatalhöyük en fazla ölü gömme törenleriyle gizemini korur. Öğrenciliğimin bir döneminde bu konuya fazla merak duyduğum ve hatta bir ödev dahi hazırladığımdan Çatahöyük ayrıca değer taşır benim için.
Ölüleri yaşam alanlarında barındırmayı etmeyi tercih eden bu insanlar nasıl bir sistemle yaşadıysalar bin yıldan fazla barış ortamını korumayı başarmışlardır. Aslında bu da en ilginç sırlardan biridir. Üstelik bugün bildiğimiz hiç bir çok tanrılı ya da tek tanrılı dine girizgah sayılmayacak özgün bir anlayış ortaya koymuşlardır.

Kafaları gövdelerinden ayrılmış cesetleri, duvar resimlerinden bildiğimiz üzere akbabalara didikletip, kalan kemikleri- kimbilir kaç zaman sonra - hasırımsı bir malzemeye sararak yaşadıkları evlerin tabanına gömmüşlerdir. Ama niye? Kafa gövdeden neden ayrılırdı? Akbabalar neyi sembolize ediyordu? Nekropol** kültürü oluşmadan evvel, canlıların arasında kalan, muhtemelen yaşarken barındıkları eve gömülen ölüler, tarihteki nasıl bir süreçle ölüler kentine sürülüyorlardı? Bu insanlar ne hissedip, ne düşünüp çizmişlerdi o resimleri?

Hem sık sık resimlerini gördüğümüz leoparlara ait kemikler neredeydi? Kuş başlı insan heykellerinin bir anlamı olmalıydı? Ama ne?

Üstelik tarihte - dilerim yeni kazılar bu bilgiyi eskitmemiştir, öyle ise kusura bakmayın - bilinen ilk ayna da buradandır. Obsidyenden elde edilen ayna ve elbette ok ve mızrak uçları burada yaşayanların medeniyet düzeyi hakkında bir fikir sahibi olmamızı sağlar. Demek ki el becerileri gayet gelişmiş ve hatta günlük yaşamsal kaygılar dışında sanat, ölüm sonrası hayat ve benzeri şeylere de zaman bulabilmişlerdi. Ne kadar hayranlık uyandırıcı değil mi?

Son kez dikkatinizi çekerim onbin yıl evvelden bahsediyorum. Bugün buna neden takıldım Allah bilir?!!



** Mezarlık. Ölüler şehri.




Konu ile ilgili önemli notlar: Prof. Dr. James Mellaart gerçekten çok değerli bir arkeologdur. Takdir edersiniz ki artık yaşamıyor. Eserleri hala üniversitelerin ilgili bölümlerinde ders kitabı olarak okutulur. Ayrıca geçtiğimiz yıllarda Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan gayet güzel Çatalhöyük kitapları bulunmaktadır. Hatta dönemsel sergiye ait bir kitap da basılmıştır. İlginizi çekerse Beyoğlu'na çıkınca bakabilirsiniz.

4 yorum:

JoA dedi ki...

tarih vakfı'nın çocuk kitaplarından birisi de çatalhöyük ile ilgiliydi. oğluma almıştım birkaç yıl önce. onun da dikkatini en çok evlerin kapısız olması çekmişti. okuduktan sonra o kadar hayran oldu ki birlikte çatalhöyük'e gitme hayalleri kurmaya başladık. hâlâ hayal ama bir gün gideceğiz elbet.

Fortunata dedi ki...

Ne güzel olur JoA, dilerim ilk fırsatta gidersiniz. Zaten kazı muhtemelen uzun yıllar devam edecektir.

kali dedi ki...

böhü böhü (öksürük efekti)

çatalhöyükten mayalara ve yine 2012 teorilerine de gidilebiliyor :)

ana tanrıça,
egemen tanrıçanın ay olması,
i.ö 19.yy a kadar 'ay'ın egemen tanrıçanın sembolü olması. (çatalhöyük te i.ö 9k ya kadar) akabinde ataerkil topluma hızlı geçiş,
doğurganlığın önemini ve kutsallığını kas gücüne karşı kaybetmesi,
ayın 29.5 günlük döngüsü ile kadının adet döngüsünün eşzamanlı olmasının bir anlam ifade etmemesi,
o günlerde müthiş şeyler yaptığı belli olan venüsün kendine bütün mitolojilerde yer edinmesi, venüsün bilinmeyen ikizi (zamanı beraber ama ayrı ayrı yönetmekte yükümlü oldukları) gezegenin uzaklardan gelip, kandırıp venüsü yerinden/mevkiinden etmesi,
sonrasında venüsün sabah yıldızı olarak ilk kez belirmesi

vs. gibi komplo teorilerini kali arka arkaya koyar anlatır hiçbirşey olmaz(en fazla amerikalı tarikatlar gibi kuyruklu yıldızlara tapmaya başlamıssın diye dalga geçilir).ama mellaart bilimsel kimliği ile benzer şeyleri söyler ve arkasına bilimsel dayanak koyamazsa, bilim çevresinden de saygı görmez :o

hoşgeldin bu sırada 3 vakittir mayalarla uğraşmamıştık (:

Fortunata dedi ki...

Kali!!!
Ne büyüleyici bir adamsın sen. Sana bir kız doğuramadan öleceğim ya, en çok ona yanarım:)))
Oysa kızımın hem zeki bir kocası, hemide ye ye bitmeyecek bir serveti olurdu, tüh!