26 Ağustos 2009 Çarşamba

Günaydın İstanbul!

Ben geldim! Sabah 07.00'de uyandım. Aslında oldukça erken bir saatte yatmış olmama ve gereğinden fazla uyumama rağmen kafamı yastıktan ayıramadım. Önce korktum, biri beni buraya yapıştırmış olabilir mi diye?!! Sonra anladım; bu şehir ağır, bu şehre gelince kafam da çok ağır... Uykum da, bedenim de, ruhum da...


İstanbul'da nicedir bana yaramayan bir şey var sanki. Yaşamam değil de özlemem gereken bir şehir İstanbul. İçindeyken tadını alamadığım, fazla uzak kalınca da yana yakıla özlediğim... U2 gibi ifade edersek "I can't live with or without you..."


Buralara sonbahar gelmiş. Ilık ılık akşam rüzgarı, havadaki huzurlu koku, yaprakların yavaş yavaş kıızllaşmaya başlaması... Her şey uzun ve karanlık bir kışın sinyallerini veriyor. Korkuyor muyum? Yooo, gayet güçlüyüm. Enerjim fazlasıyla yerinde. Pamuk Prenses'in bana - dün - aldığı minik kedicik ( şimdiden tostlarını özledim.... ) ve annemin kış gelmeden hediye ettiği yeşil kazakla ( bana çok yakıştı doğrusu ) kendimi Süperman gibi hissediyorum. Muse sözünde durur ve yürüyüşlere de başlarsak kim tutar beni?


Ayrıca Bodrum'dan getirdiğim peynirler ve zeytinler de var. Zaten bir evde yeterli miktarda adaçayı, zeytin ve incir varsa hiç korkmamak lazım. Bu saydığım yiyecekler kutsaldır. Binlerce yıldır Akdeniz kıyısında yaşayan halklar bu kutsal bitkiler sayesinde hayatta kalmışlardır. Unutmadan posa peynirini biliyor musunuz? Ah ya, peynir sevenlere tattırmayı çok isterdim. Bu peynir İstanköy'den geliyor dedeme. Gerçi bir kaç yıl evveline dek dedem kendi de yapardı ya, artık pek gücü kalmadı ne yazık ki...


Posa peyniri şarap fıçılarının dibinde kalan tortuya yumruk şeklindeki inek peynirlerinin salamuraya yatırılmasıyla oluyor. Bol tuz ve şarap posası ile iyice yuvarlanan peynirlerin muhteşem bir kokusu ve bir o kadar şık görüntüsü var. Tabağı hayal edin; posa peyniri, keçi peyniri, Milas zeytini, frenk inciri ve üzüm!


Bizim evin köylüsü benim. Bu sebeple balkonda bekleyen bir koli frenk incirini ( kendisi dikenlidir ve soymanın usulünü bilmeyenin vay haline, ayrıca bilip de seveni varsa, annem hepsini bitirmeden evvel bize uğrayıp yiyebilir:)) ) ev halkına ikram etmek benim işim. Ayrıca börülceleri şoklamak ve imansız peyniri tuzlamak da görevlerim arasında:))


Bodrum'da üç hafta kalınca, bütün bu birbirinden zevkli ve hayati değeri olan uğraşlardan sonra şehrin gürültüsü ve kendine has gerçekliği bana hiç iyi gelmiyor... Keşke Londra, İstanbul ve Bodrum arasında yaşayabilsem... Yılı üçe bölsem ve üç tane odam olsa...


Neyse, öyle ya da böyle geldim işte. Sonbahar turlarını planlamak, Kapadokya için misafir bulmak, yelken yapmak, derginin yazısını hazırlamak için çalışmaya başladım bile. Ama bugün izinliyim. Neden? Çünkü çok yakışıklı, genç bir adamla randevum var... Aramızda son altı aydır ciddi bir yakınlaşma olmuştu ama açıkcası beni bu kadar ciddiye aldığını bilmiyordum:)) Az evvel öğrendiğime göre üç hafta boyunca uzaklarda kalmama ve doğumgününü kaçırmama fena halde bozulmuş! Şimdi gidip ona bir hediye bulmam lazım. Sonra da eğlenceli bir yemek için hazırlık yapmalıyım:))


Herkesi koskocaman öpüyorum...






6 yorum:

Adsız dedi ki...

1-bu mutlu yazı beni fazlasıyla sevindirdi.
2-posa peynirini o kadar güzel anlatmışsın ki,canım çekti.eski kayınvalidemi arayıp yüzümü kızartıp istedim.
3-yeni erkek =new horizons..hayırlısı olsun.
not: yazılarının duygusu değişince daha zevkli okudum.

JoA dedi ki...

bu ne güzel bir coşku! tekrar hoşgeldin fortunata. bu da bir tür reenkarnasyon sanırım:)

Gadno Kopele dedi ki...

süper. adaçayı, zeytin ve incirin yanına şarabıda ekliyorum. bak bunu yüzümü buruşturarak okudum - aynen kopyalıyorum -"çok yakışıklı, genç bir adam" ne demek? sanki 100 yaşındasın gibi geldi. ya da öyle misin gerçekten :)

Fortunata dedi ki...

Sevgili Eczahaneci,
Güzel sözlerin ve sevincin için sağol:)). Posa peyniri dersen, kusura bakma, eğer neden bahsettiğimi biliyorsan zaten acımı paylaşıyorsun demektir:))
Yeni erkek:)) Of ya, hayatımın adamı kendisi, yarın ilk işim yazmak olsun!

Canım JoA,
Hoşbulduk. En nefessiz anlarımda beni solunum cihazına bağlayan dostlara da selam olsun buradan! Ve evet bu bir doğum anı:))

Aganti Aga,
Yüz yaşında değilim elbette Ama takdir edersin ki 36 da pek hayatının baharı sayılmaz:)) ve fakat adam çok genç:)))

JoA dedi ki...

şu genç adamın fotoğrafıyla birlikte senin yeni saçını da görür müyüz acaba:)

Adsız dedi ki...

hoşgeldin.