14 Ağustos 2009 Cuma

PASLANMAKTAN KORKAN ŞÖVALYE VE BALIKÇININ KIZI.

Saçlarımdan çekiştiren ve sudan uzaklaşmak pahasına evimin bahçesine gelen sevgi dolu yengeçlere - ki onlar kendilerini çok iyi bilirler:)- ve Pamuk Prenses'in babasına ithaf edilmiştir...

Uzak ülkenin birinde, gittiği her savaştan zaferle dönen, aynı anda üç ejderhayı öldürüp kafalarını üst üste dizebilen güçlü bir şövalye varmış. Hiç kimse onun yenildiğini ya da yorgun düştüğünü görmemiş. Hayatı boyunca savaş meydanlarında başarıdan başarıya koşan bu güçlü adam ülkedeki herkesin kahramanıymış. Yaşlılar gün boyu onun yeni zaferleri için dua eder, çocuklar resim defterlerine hep onu çizerlermiş. O civarda yaşayan bütün erkekler savaşta onunla omuz omuza olmayı dövüşmeyi hayal edermiş. Kadınlara gelince... Ülkede yaşayan 286 tane bekar kadının en büyük isteği yenilmez şövalyenin kalbini kazanabilmekmiş. Ama nasıl?
Zaman akmışi yıllar geçmiş ve  savaşlar bitmiş. Ejderhalar ise çok akıllı bir prens tarafından evcilleştirilmiş. Bu beklenmedik gelişmeler sonunda şövalye büyük bir boşluğa düşmüş. Çünkü bu yeni dünyada onun kılıcının gücüne hiç ihtiyaç kalmamış. Vaktinin çoğunu şehrin sokaklarında aylak aylak dolaşarak ve çocuklara -tahta kılıçlarla- dövüş sanatını öğreterek geçirmeye başlamış.
Bazen yaşlılarla sohbet ediyor, erkeklerle içki içiyor ve kendisini büyük bir hayranlıkla süzen kadınlara nazik nazik gülümsüyormuş. Yine de pek mutlu değilmiş. İçindeki işe yaramazlık duygusu ne uykuda, ne de yemekte, ne de herhangi bir şeyle uğraşırken onu hiç rahat bırakmıyormuş... Bu garip boşluğu doldurmak için aşık olmak bile istemiş fakat kalbinin derinliklerinde eski bir çocukluk hatırası dışında kimseleri görememiş. O en gizli, en kutsal alanda küçücük çilli bir kız varmış. Binlerce zaferin ve ejderha kafasının altından tatlı tatlı gülümsüyormuş. Şövalye günlerce düşünmüş, düşünmüş ama o küçük kızın adını bir türlü hatırlayamamış. 
Kızın adı neymiş?

Bu tuhaf anımsamadan sonra günler günleri kovalamış ve bir sabah henüz horozların bile uyanmadığı, sabahın karanlık bir saatinde şövalye aniden gözlerini açmış. Yataktan kalkmış ve alacakaranlıkta iyice zayıflamış olan yıldızların altında yürümeye başlamış. Ayakları onu şehrin meydanına kadar götürmüş. Ve tesadüf bu ya, tam saat kulesinin önünde durmuş. Fakat başını kaldırıp yukarıya baktığında inanılmaz bir manzarayla karşılaşmış..
Saatin kadranında kollarını, bacaklarını pergel gibi açmış ve bir eliyle yelkovanı, diğeriyle de akrebi tutan bir kadın varmış.
Hiç bir anlam verememiş güçlü şövalye. Öylece bakakalmış kadına. İncecik kolları o kadar güçsüz görünüyormuş ki, şövalye düşeceğinden endişelenmiş. Fakat ne o gün, ne de diğer günler kadın kuleden düşmemiş. 

Kalbi çok güçlüymüş. 

Saat tam 06.00 olduğunda kadın yavaşça serbest bırakmış akreple yelkovanı ve göz açıp kapayana kadar kuleden aşağıya inmiş. Güçlü şövalye saklandığı yerden çıkarak, kadını takip etmeye başlamış. Limana kadar peşi sıra yürümüş.. Kadın gerçekten tuhafmış. Üstelik sadece kıyafetleri değil, davranışları da acayipmiş. Bir ara durmuş fırından bir ekmek almış ve sonra hızla limana doğru koşup, yarısı suya batmış bir teknenin içine atlayarak gözden kaybolmuş. 

Öylece kala kalmış güçlü şövalye. Bu eski teknede birinin yaşadığına inanmak zormuş. Tekneye yaklaşmak istemiş ama rıhtımdaki yengeçler o kadar büyüklermiş ki, sabah aceleyle çıkarken çizmelerini giymeyi unuttuğundan ayaklarını ısıracaklarından cekinmiş. Ayrıca zaten suya yaklaşamazmış, çünkü tuzlu su zırhının paslanmasına neden oluyormuş. Bütün bu imkansızlıklardan ve yavaş yavaş acıkmaya başlayan karnının gurultusundan iyice bunalan şövalye, bu alışılmadık sabahı orada bırakarak evinin yolunu tutmuş.

Aradan haftalar geçmiş ve bir gece hiç beklemediği bir anda rüyasında saat kulesini görmüş. Bu defa kadın yokmuş saatin kadranında. Güçlü şövalye tamamen unuttuğunu sandığı o sabahı aniden rüyasında görünce çok şaşırmış. Rüyanın da etkisiyle hemen kalkmış yataktan. Ne tesadüftür! Tam o sırada saat de 6.00 yı vurmuş. 

Şövalye hızlı adımlarla meydana doğru yürümüş, saat kulesinde akrebi ve yelkovanı sıkıca tutan kadına bakmış. Rüzgarda uçuşan saçları ve ete rakamların ortasında gerçekdışı görünüyormuş. Şövalye, bu kez daha fazla merak etmiş bu tuhaf sahnenin nedenini. Kadının kuleden inmesini beklemiş ve sonra yine önde kadın arkada güçlü şövalye, önce fırına ardından limana doğru yürümüşler. Tekneye ulaştıklarında kadın çevik bir kedi gibi atlayıvermiş güverteye. Bu defa çizmeleri ayağında olduğu için şövalye de yavaşça yengeçlerin arasından geçebilmiş. Tekneye yaklaşmış, lumbozlardan birine sokulmuş ve gördüğü manzaraya inanamamış!
Saat kulesine tırmanan kadın, elinde bir kase çorba ve bir dilim ekmekle hamakta yatmakta olan yaşlı adama bir şeyler yemesi için yalvarıyormuş. Ama adam her ağzını açtığında anlaşılmaz bir dilde garip sözcükler mırıldanarak, yemek yememek için direniyormuş. Neden sonra şaşkınlığından sıyrılan şövalye, daha da büyük bir hayretle adamın belden aşağısının balık kuyruğu şeklinde olduğunu ve ona yemek yedirmeye çalışan kadının yüzünün de hiç yabancı gelmediğini fark etmiş!
Daha fazla dayanamamış izlemeye ve yengeçlere basmamaya dikkat ederek usulca uzaklaşmış limandan. Fakat kadının başındaki derdi ve teknede olup biteni çok merak ediyormuş. Ülkedeki tüm tanıdıklarına  genç kadını tanıyıp tanımadıklarını ve teknede olan biteni bilip bilmediklerini sormuş. Fakat hiç kimse ne limandaki tekneyi, ne de içinde yaşananları hiç duymamış. Üstelik, uzun zamandır savaşa gitmeyen şövalyenin sıkıntıdan saçmalamaya başladığını düşünmüşler ve ona çok acımışlar.

Kendisine yönelen tuhaf bakışlar karşısında Güçlü şövalye soru sormayı bırakıp, evine dönmüş. Yine de günlerce uyku girmemiş gözün. Ve nihayet ülkedeki en bilge insana gitmeye karar vermiş. Ne şanslıymış ki bu adam ona yardım edebilirmiş! Çünkü o garip teknede olan bitenleri biliyormuş. Zaten sadece iki sorusu varmış güçlü şövalyenin: bütün bu garipliklerin ne anlama geldiğini ve kızın adını öğrenmek istiyormuş
Bilge adam,  hikayenin en başından başlamış anlatmaya...
Batmakta olan teknede yaşayan yaşlı adam çok güçlü, zamanında yedi denizde avlanmış bir süngerciymiş. Süngerler bitip, denizlerde hiç sünger kalmayınca, balıkların peşine düşmüş. O kadar çok, o kadar çok balık tutmuş ki, öylesine güçlü fırtınalardan sağ çıkmış ki,  sonunda denizlerin kralı onu bir büyüyle durdurmaya karar vermiş. Çünkü bu şekilde avlanmaya devam ederse sularda hiç balık kalmayacakmış!
Büyü onu insanların dünyasından alıp bir balık yapacakmış! Böylece yaşlı balıkçı, uzun yıllar boyunca balıklara yaşattığı korkunun nasıl bir şey olduğunu öğrenecekmiş. fakat bu güçlü büyü öyle bir gecede gerçekleşmeyecekmiş. Haftalar hatta aylar sürecekmiş. Denizler kralı, sonuçtan ziyade, o baş edilmez korkunun yaşlı adama büyük bir ceza olacağını düşünüyormuş. Çünkü  dakika dakika, pul pul bir balığa dönüşecek ve bu amansız korkunun sonunda tamamen bir balık olduğunda teknesiyle birlikte sulara gömülecekmiş.
Büyünün yapıldığı an, meydandaki saat kulesinde zaman ilerlemeye başlamış. Balıkçının kızı, her gece zamanı durdurmaya çalışarak babasını insanların dünyasında daha uzun bir süre tutmaya gayret ediyormuş. Hayatta babasından başka kimsesi olmayan bu zavallı kadın, onunla  fazladan birkaç saat daha yaşayabilmek için bütün gece uykusuz kalmaya ya da kuleden düşüp parçalanmaya razıymış. 

Sadece bir kaç dakika için...

Güçlü şövalye duydukları karşısında şaşkına dönmüş dönmesine ama hala aklına takılan bir soru varmış; kadının adı neymiş?

Bilge bu soruya cevap veremeyeceğini, çünkü cevabını bildiği bir soruyu neden kendisine sorduğunu anlamadığı söylemiş. Üstelik bu düpedüz kabalıkmış! Bu kez şaşırma sırası şövalyedeymiş. Çünkü bu kadının adını gerçekten bilmiyormuş.

Güçlü Şövalye ertesi sabah meydana gittiğinde kızı görememiş. Artık hikayeyi bildiği için, iyice endişelenmiş. Hiç zaman kaybetmeden limana koşması  gerektiğini düşünmüş. Fakat limanda gördüğü manzara karşısında ne yapacağını şaşırmış. Balıkçının kızı neredeyse tamamen sulara gömülmüş olan teknenin ana direğine sımsıkı sarılmış, suya bata çıka yüzen, kocaman bir balığa dönüşmüş babasına üzüntüyle bakıyormuş.

Kıyıdaki yengeçler ve teknenin tepesinde uçuşan martılar bu acıklı manzara karşısında çığlık çığlığa bağırıyorlarmış.
Ama kız çok inatçıymış, eğer tekneyle birlikte sulara gömülürse, denizler kralının ona acıyacağına, ölmesine izin vermeyip, kendisini de bir balığa dönüştüreceğine inanıyormuş. Ama kral kararlıymış; büyü sadece babayı dönüştürecekmiş.

Güçlü şövalye, malum, zırhının paslanmasından korktuğundan suya yaklaşamıyormuş. Fakat diğer taraftan kızın tekneyle birlikte batıp sulara gömülmesine de seyirci kalamazmış. Onun bütün bu kararsızlık anlarında kız, her dakika daha fazla yaklaşıyormuş karanlık sulara. Yengeçlerin çığlıkları limanda inanılmaz bir gürültü yaratıyormuş. Etraftaki martılar ve kargalar da en az yengeçler kadar yaygaracıymış!

Bütün bu cümbüşün ortasında nihayet tekne derin sulara gömülmüş. Kız da tekneyle birlikte derin sularda kaybolmuş.. Kararsızlığının sonuçları karşısında adamakıllı suçlu hisseden şövalye, limandaki balık kasalarından birinin üzerine oturup, başını ellerinin r
arasına almış. Ölümüne seyirci kaldığı bu kadını kurtaramadığına gerçekten pişmanmış...
Tam o sırada hiç beklenmedik bir mucize olmuş, kocaman bir balığa dönüşen yaşlı balıkçı, sulara gömülen tekneden çıkarttığı kızını, yengeçlerin de yardımıyla iskeleye taşıyormuş. Üç küçük yengeç minik minik ısırılarak ve saçlarını çekiştirerek kızı uyandırmaya çalışırken, onları fark eden şövalye, hemen yanlarına koşmuş. Kızı kucakladığı gibi evine taşımış.
Yengeçler de onları takip etmiş.

Akşam olup kız uyanınca, şövalye deliler gibi sevinmiş. Hemen sıcak bir çorba yapmış ve babasının onu nasıl kurtardığını anlatmış. Zavallı kız şövalye anlattıkça ağlamaya başlamış. Onun gözyaşlarına dayanamayan şövalye, kıza sıkı sıkı sarılmış. İşte ne olduysa o anda olmuş; kızın gözyaşları şövalyenin zırhından içeri sızmış ve o çok kıymetli, görkemli zırh hızla çürümeye başlamış!

Paniğe kapılan şövalye, önce çok öfkelenmiş; bağırmaya, çırpınmaya ve ardından çocuk gibi ağlamaya başlamış. O ağladıkça zırh daha büyük bir hızlı çürüyormuş! Çünkü gözyaşları da tıpkı deniz gibi tuzluymuş! 

Bir süre sonra ne zırh kalmış ne de gözyaşları. Ağlamaktan yorgun düşen güçlü şövalye ve balıkçının kızı bitkinlikten uyuyakalmışlar.
Sabah olup, gözlerini açtıklarında saat o6.00'ymış. Şövalye birden bire yanında uzanmakta olan kızın ismini hatırlamış; Freya! 

Balıkçının kızı, çocukluğundan hatırladığı o çilli yüzün sahibinden başkası değilmiş! Zırh ortadan kaybolunca Freya da şövalyeyi hatırlamış!
 
O sabahtan sonra, Balıkçının kızı ve güçlü şövalye tuzdan ve zırhtan uzak yeni bir hayata başlamışlar. Kalbi sevgiyle dolan şövalyenin artık bir zırha ihtiyacı kalmamış. Nasıl olsa savaş falan da yokmuş!
Freya ise evin bahçesinde yaşamaya çalışan yengeçleri denize dönmeye ikna ettikten sonra yeni bir tekne inşa etmeye başlamış. Gündüz tersanede çalışan Freya, geceleri kocaman yelkenler dikiyormuş yeni tekneleri için.
Bir kaç ay sonra ikisi birlikte uzun bir yolculuğa çıkmışlar. Denizlerin kralı onları kutsamış, ejderhalar yıldızsız gecelerde yol göstermişler.  Yolculuk boyunca Freya'nın babası sık sık ziyaretlerine gelmiş.

Herkesin çok mutlu olduğu bu masalın sonunda, limanda denize bakan 284 kadın öylece kala kalmışlar. Aralarından sadece bir tanesi kederli değilmiş. Çünkü 285. kadın, önce bir kaç dalgıç arkadaşıyla anlaşıp limandaki batık tekneyi sudan çıkarttırmış. Sonra da onu güzelce restore ederek ülkedeki önemli bir müzeye yerleştirmiş. 285. kadına göre herkese ibret olmalıymış zamanın ve sevginin anlattıkları. Müzeler de bu yüzden çok önemliymiş; zamanı, ama özellikle de geçmiş zamanı anlattıkları için.


5 yorum:

kelebeklerözgürdür dedi ki...

:) exclusive okuduklarım haricinde, bu masal, son zamanlarda okuduğum en iyi masal! üstelik mutlu sonla bitiyor ki bu en az masal kadar güzel!

zamanı durdurmaya çalışan balıkçının kızına, onun saat kulesindeki haline bayıldım. gözümde canlandı. kelimelerin gücü...ve kalbinde sevgisi kayıp olduğu için zırhını kuşanmak zorunda kalan şövalye...

ejderhaların yıldızsız gecelerde yolumuzu aydınlatacağına ve kaybolmamıza izin vermeyeceklerine inanarak çıkmalı yolculuklara...bu çok doğru....anlattıkların ve hatırlattıkların için gönlüne sağlık sevgili rapunzel...çok keyif aldım okurken...285. kadına teşekkür eder misin, o olmasaydı bu masalı hiç bilmeyecektik sanırım....

s. aylin dedi ki...

E. E., nam-i diger Rapunzel'in "Paslanmaktan Korkan Sovalye ve Balikcinin Kizi" adli son masali, simdiye dek ondan bize armagan edilmis en guzel masallardan biri. Nasil bir heyecanla yazildigini okurken hissettigim, trans halinde bu masali yazarken, klavyenin uzerinde hizla ve telasla hareket eden parmaklarini veya bilegine agrilar sokacak cilginlikta titreyen kalemini gorur gibiyim. Iste belki bu yuzden, blogdaki bu oykunun, asil uzun olanin bir ozeti veya kisaltilmis bir versiyonu oldugunu dusunuyorum. Rapunzel'in saclari kadar uzun hale getirebilecegi bu oykuyu, yine saclarini tararkenki ozeniyle daha da susleyip derinlestirecegini biliyorum. Oyle de olmali zaten. Bu, Rapunzel oykulerinin olgunlasma ve artik tum dunyaya acilma sinyalidir. Bizler, yani onun oykulerini ferahlatan veya uyandiran bir kolonya gibi uzerimize suren eski okurlari, onu baskalariyla da paylasmaya haziriz artik.

Yorumun devami Rapunzel'dedir. Burasi dar gelmistir.

JoA dedi ki...

çok çok çok güzel çizimlerle canlanıyor insanın gözünde. sanki basılmış da okumuşuz gibi. 285. kadın sadece yazar değil, ressammış da:)

Fortunata dedi ki...

Sevgili Külkedisi,
285. Kadın sana ve etrafında yaşayan tüm yengeçlere, prenseslere, şövalye ve elbette ejderhalara minnettar... Onlar olmasaydı masallar olamazdı. 285. Kadın da tıpkı diğerleri gibi kururdu... Ağlardı... Seni çok özledim... Beğenmene çook mutlu oldum....


Çok Değerli Aylin, Küçük İnsan'ım benim,
Burada ve maildeki tüm güzel sözler ve yerinde uyarılar için teşekkür ederim. Millet bir editör bulamazken ben ne şanslıyım ki, adı sanı bilinmez biri halimle beş on tane var bende!!!:)))

Sevgili JoA,
Gerçekten çok çok güzel çizimler yapacak birine ihtiyacım var... Aslında her kare, hatta kitabın kapağı ve kağıdı bile gözlerimin önünde...
Masalı beğenmene çok sevindim. Senin hoşuna gitmesi benim için gerçekten kıymetli. Çünkü sen aynı zamanda bir annesin:)) Gerçi benim masallarımın çoğu büyüklerin içindeki çocuklara ama yine de çocuk dünyasına yakınlığın senin görüşünü ayrıca kıymetli kılıyor benim için. Köyümden sevgiler sana JoA... Sevgiline selam söyle:))O bir şey yazmadı masal hakkında, sevmemişse onu da desin:))

JoA dedi ki...

sevgili fortunata, sevgilim okuma konusunda çok başarılı ama bildiğin gibi yazma özürlü. yazmaz. henüz okumamış da olabilir. (bu masalı yalnızken okudum ben. çok da iyi geldi doğrusu:)) ama okuduğu zaman mail atarız sana.

selamını söylerim elbette. bizden de sana kocaman selamlar, sevgiler...