9 Ağustos 2009 Pazar

KENDİNE KARŞI BAŞLATTIĞIN TÜM SAVAŞLARDA KAYBEDENSİN ADAMIM.

İntihar, evlilik, manasız fedakarlık. Liste fena gitmiyor galiba. Açıkcası ben seçmiyorum konuları, kendi aralarında sözleşmiş gibi her sabah biri çıkıp geliyor. Uyandığımda klavyemde oturmuş sabırsız sabırsız beklerken buluyorum onları. İtişip kakışıp, hizaya girmek için mızıldanıyorlar. İlk bir kaç saat görmezden geliyorum, sonra da bir fincan kahvenin yardımıyla boy sırasına göre diziyorum kelimeleri.

Bak adamım, sözüm sana, eğer bu tempoda ısrar edersen bir kaç yıla kalmadan sadece ruhsal olarak değil fiziksel olarak da hastalanacaksın. Neden dersen, ben bu filmi gördüm, hatta her ne kadar diğer oyuncular ve seyirci nankörlük edip, utanmazca itiraz etse de uzun yıllar başrolde oynadım. Hatta hiç sahneden inmeden, dolup dolup boşalan salonlara oynadığımı dün gibi hatırlıyorum. İdeal eş, muhteşem gelin, her derde deva evlat.... Sonuç? Gün geldi karşıma geçip utanmadan, "kelin ilacı olsa başına sürer" diyenler çıktı!

Bu kafayla gidersen ünlü ve saygın olamazsın. Olsan olsan benim gibi adı artık pek hatırlanmayan bir aktris eskisi olursun!Neyse ki şimdilik - ama şimdilik- kel değilim:))

Bırak bu her işi halletme ayaklarını. Bırak hasta ve yaşlılarla uğraşmayı. Sana ne komşunun derdinden? Annenin bir seri başarısız karar sonucu yaşadığı derin mutsuzluğun mimarı sen misin ki, eteklerinde dolanıp dolanıp bir türlü kendi yoluna gidemiyorsun? Alooo kız çocuğu musun sen?

Senin "vicdan bu kızım" dediğini duyar gibiyim. Vicdan falan deme bana, bu düpedüz korkaklık! Yeni ve temiz bir şeylere başlamaya isteğin yok senin. İçin için, "ben buna değmem" diyorsun. Kendi ayaklarınla girdiğin bataklıkta boğazına kadar battın. Dur artık! Birileri kafanı çamura batırmadan dur!

Neden bütün dünya sana karşıymış gibi garip bir girdap yaratıyorsun? Neden hayat hızlıca bitirilip tüketilmesi gereken tatsız bir yemekmiş gibi davranıyorsun? Yapma! Bütün bu öğretilmiş acılar, katlanman gerektiği söylenen geleneksel öğretiler safsata! Yalvarırım akıllı ol. Savaşın kendine karşı olmasın. Aklını, kalbini, sezgilerini, her neyin varsa hepsini aynı sipere yığ. Parçalanırsan çabucak ham yaparlar seni!

Elini alnına koy, sonra kalbinin üzerine. Bir süre sessiz kal. Gürültüyle bastırdığın iç sesin sana ne diyor dinle. Nicedir duymadığın asıl isteğin nedir hayattan? Etrafındaki kuşatılmışlıktan sıyrıl, kendi hedeflerini belirle. Her sabah bir elma yiyeceğim de mesela. Günde bir tane şiir okuyacağım. Ya da on dakika sadece nefes egzersizi yapıp, iç sesimi duymaya çalışacağım.... Sıkılınca da değiştir rotanı. Kime ne yahu!
Çok mu zor? Biliyor musun ben bunu Londra'da başarmıştım. Bu ülkeden uzak olmanın tek iyi tarafı, kendinle kalabilmek; yalnızlığına tecavüz edilmiyor olması. Tabii bunun derin bir terk edilmişlik duygusuyla ödendiğini unutmadım... Ama neyin bedeli yok ki? Sen ve diğeri/diğerleri arasında kalınca ne zaman diğeri/diğerlerini seçersin, o an kaybedersin. Bunu o güzel kafana yaz.

Vitaminlerini yut. Zencefil, süt ve bal formülünü sakın hafife alma; ölümü durdurmaz ama hayatı uzatır. "Uzayacak da ne olacak?" falan da deme, "buradaysak bari hakkını verelim" daha yerinde bir cümle. Ayrıca sağ üst köşedeki fotoğrafa bak. Bu kadar güzel bir canlının yaşadığı dünya sence kötü olabilir mi?

Evin denize çok yakın. Akşama doğru güneş batmaya yakın çık sahile uzun uzun yürü. Yürürken bilinen en kolay meditasyonu dene; yüzden geriye say. Takıldığın yerde baştan başla. Böylece zihnini durdur. Durdur ki, yeniden başlayabil.

Sana denemediğim hiç bir formülü vermiyorum. Bunların hepsi denenmiş ve dönem dönem beni yükseltmiş çabalar. Başka ne diyebilirim ki?
Yalıkavak'a dönersek, sakin bir gün devam etmekte. Detayları günlük bölümünde okursun gece yarısından önce.
Sevgilerimle...


Hiç yorum yok: