19 Temmuz 2008 Cumartesi

Ruhunda Bataklık Olan Adamlar.

"Susmak belki de gerçeği anlatmanın tek yoluydu" diye bitmişti kitap. Okuyalı aylar oldu. Ama zamanlaması ilginçti. Şimdi bir kez daha okuyorum aynı kitabı çünkü bir kez daha susmaya, susabilmeye ihtiyacım var. Çünkü bir kez daha içinde bulunduğum zamandan kaçıp, aklanıp kendime dönmeye ihtiyacım var.

İçimdeki güçlü bir öfke olmadığına göre, kusmaya da gerek yok ama yazmam lazım, yazmalıyım ki nasıl hisetmişim anımsayabileyim.Yazmalıyım ki biri beni aşkının objesi yapma terbiyesizliği etmişse ben de onu yazımın objesi yaparak nezaketine küçücük bir cevap vereyim:)

Peki, şiddetli bir his beslemiyorsam bu gürültü niye? Elbette dilimin ucuna gelen şeyler var söylemesem de; "ruhunun karman çorman olmuş çekmecelerini gördüm, yatağının altında sakladığın sana susan kadınların çığlıklarını duydum, oyunlarla görmezden geldiğin hastalıklarını biliyorum, içini acıtan okunamamış masal kitaplarını okudum, zayıflamış kalp kaslarını hissettim, yalnızlıktan çırpınan ve bedensel hazlardan medet uman pislenmiş ruhunun umutsuzluğunu da gördüm desem ne olacak? O zaten bunları bilmiyor mu? Biliyor. Gerçeği gözüne soktuğum için rotasızlığında bocalıyor ve sahte molalarda nefesleniyor. Ama ben burada çekiliyorum.

Birlikte bir yol çizmeye davet edildiğimde eyvallah demiştim, hatta onun çizeceği bir rotada gidilebilir mi diye düşünmüştüm. Taaa ki içindeki karmaşayı, belirsizliği görene kadar. Ne acı değil mi, en son ben gördüm! Keşke hiç açmasaydım sır dolu kutuları dedim ama geciktim. Herşeyde vardır bir hayır diyorum şimdi. "Ruh Pisletici" projeme ikinci bölüm yaparım belki bu şahsiyeti. Ama bundan bile emin olamadım. Çünkü bu defa kendimi pislenmiş değil, daha ziyade ucuz kurtulmuş hissediyorum hastalıklı bir hayattan.

Aklıma Londra'dayken kitapçıdan aldığım kart geldi geçen gün. Güzel bir İtalyan mahallesinde iki bina arasına bir ip gerilmiş ve ipin üzerinde birbirine doğru yürüyen bir kadın ve bir erkek vardı. Adam takım elbise giymişti, kadında gelinlik. Yüzlerinde özel bir ifade yoktu. Fotoğraf siyah beyazdı. Yalnızca öylece dengede duruyorlardı. İşte benim bütün anlatmak istediğim buydu. Otuzu devirince beklenti bu olmalı hayatta diye düşünüyorum; O benim dengemi bozmasın ben de onun. Beni koruması gerekmiyor ama düşmeme neden olacak salınımlara da sebep olmasın. Çok şey değil ki bu. Gerçekten istense (-seydi-) başarılırdı (-başarılabilirdi).Tabii karşınızdakinde denge varsa. Yoksa ne mi oluyor? Sizin de ayarınız bozuluyor. Çılgınlar gibi sallanmaya başlıyorsunuz ipte. Öfkeleniyorsunuz titreyen bacaklarınıza ve işler çığrından çıkıyor. Manasızlaşıyor hal ve tavırlarınız. Soğuk savaş içinizdeki ateşi küllendiriyor. Sonra atlayıveriyorsunuz ipten. "Ne halt ederse etsin bana ne ya noktasına" geliyorsunuz. İki aydır hayatınızda olan bir insana karşı bu derin sorumluluk neden diye soruyorsunuz. Sonra anlıyorsunuz gerçeği; aslında ipte durmayı özlemişsiniz siz... Dengeyi, huzuru... Bunu ipten inince daha iyi anlıyorsunuz. Ne karşınızdakinin, ne de davranışlarının kıymeti yok aslında. O sizin hayal gücünüzün eseri. Çünkü ruhunuzu fethetmemiş biri! İçinizde bir ateş yakamamış. Kendi ısınızla yanılgıya düşmüşsünüz. Ah, zavallı ruhunuz hayal görmüş gün ışığında!

Ve... Oh be dediğiniz ana sıçrıyorsunuz böylece; Uyanış!İçinizdeki kuşkucu cüceye teşekkür ediyorsunuz. Yanılsamalar labirentinden bir adımda çıkıyorsunuz ve "merhaba dünya" diyorsunuz. "Merhaba, geri döndüm:))"

Ben dün gece böyle yaptım. Beni aldatan, hayatına puzzle gibi yerleştiren ve hiç acımadan -bana ve kendine- binlerce yalan söyleyen "bezelye kadar kalbi olan adamı" ipte bıraktım. Ona kötü bir söz söyleyecek miyim ? Asla. Çünkü kıramam ki ben onu, düşünmeye sevk edemem ki bilmiş bilmiş cümlelerimle... Bana öfke beslese ne olur, hayran kalsa ne olur. Beni sevmeyen bir adamda bir duygu uyandırmış olmanın ne kıymeti var? Hiç.
O kaybetmiş bir kere içindeki iyiyi, güzeli. Üzerine giydiği hassasiyet ve nezaket gömleği, gören gözler için lime lime olmuş aslında. Kırılmaz böyle adamların kalbi, ne acıdır ki öyle bir organın şuurunda değildirler. Kötü sözlere toktur kulakları, çünkü en kötü sözleri zaten dört duvar arasında kalınca kendilerine söylerler. Yalnız bırakılmalarıdır tek iyilik onlara.

Yetersizliklerini, eksik yanlarını örtmeye çalışarak, zamanı çarçur etmekle lanetlemişlerdir kendilerini. Gecelik yalancı hazlarla sınırlıdır sevgiden anladıkları. Emek harcamak dedikleri şey ise koca bir kandırmacadır küçücük dünyalarında. "Kaçma savaşalım" diye diz çöktüklerinde bile gözleri başka meydanlardadır; acaba oralarda dişlerine göre daha kolay evirip çevirecekleri bir savaşçı var mıdır?

Arayışları hiç bitmez. Çünkü bilmezler ne aradıklarını. Hayvan sevgileri , sanat sevgileri, çiçek sevgileri, jestleri, hoop diye hayatlarına davet eden misafirperverlikleri koskocaman bir yalandır. Ne sevmeyi, ne dokunmayı, ne de paylaşmayı bilmezler.. Herkes kendi içinde bir bütün, ya da yanındakiyle bir bütün ve hayatlarında tatmin olmuş yaşarken, onlar içlerindeki hastalıklı boşlukla devam etmeye mahkumdurlar. Kendilerini sevmezler -ama beğenirler!-. Beğenirler beğenmesine de yine de bizim onlara bakınca göremediğimiz, sadece sezdiğimiz ama onların bal gibi bildiği tiksinti uyandırıcı bataklıklar vardır ruhlarında. Kurutulması mümkün olmayan, akıllı kadınları, sevmeyi bilen kadınları kokusuyla yıllarca, kilometrelerce uzağa ve suskunluğa iten bataklıklar.... Böyledir işte bezelye kadar kalbi olan erkekler!

8 yorum:

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

jRuhunda bataklık olan çok insan var değil mi?O sürece nasıl geldiler onu bilmek mümkün değil..Belki içlerine attıkları çok şey balçıklaştı zamanla. Belki dürüst olmayan ve -miş gibi görünme çabalarının ardında içlerindeki asıl kendilerini ittikleri dip noktada, görmek istemedikleri asıl kendilerinin şifrelendiği zerreleri, kendilerine acıyan gözyaşlarıyla çamura döndü zamanla da bataklık oldu. Belki dışa vurmadıkları ve insanlar veya herşey hakkındaki duygularının kiri veya çirkinliği,haseti belki, üzerine bindikçe çamur balçıklaştı iyice, belki de içlerine attıkları ve haykıramadıkları herşey... dürüst olamamaları her anlamda içlerinde biriken bir zerre oldu ve balçıklaştı. Belki kötü duygular değildi özde bataklığı başlatan sadece öfke veya kıskançlığın en masum haliydi kimbilir, belki doğru bir şekilde kurutulup, çamur verimli bir bahçeye de dönüşebilirdi.Ama tercih bu yönde olsa, içte büyütülen duygular bataklığı beslemeseydi.Aranma imkanı olsa belki ta çocukluklarına inen olayların kumullarından anı kırıntıları, belki haksız yedikleri bir tokata karşı veremedikleri isyanın içteki birikmesiyle büyüyen kinleşen öfke,belki itilmek sevdiklerinden, belki bir çocukluk arkadaşının komik bir iftirası...kırıntılar belki çok masum... ama belki bunları bile kaldıramayacak kadar zayıf kişilik.. Belki yürütülemeyen birlikteliklerdeki başarısızlık duygusu, yürütememekte kendine biçtiği pay, insanın bataklığını büyütüyor içindeki, eğer dürüstce dökemediyse ve içinde çamurlaştırdıysa duygularını kimbilir değil mi?Sadece insanın kendini sevmemesi, kendinden hoşnutsuz olması bile içinde bataklıkları besler. Çünkü kendine değer verip sevmeyen insan, kendinden çok sevdiği insana bile tahammül edemez zamanla ve acıtır onu..Çünkü, kendinden çok sevdiği insan kendi kendini sevebilen insandır.. Bu ise ona "başarısızsın", "başarısızsın" alarmını yakıp söndüren bir düğmedir sürekli.O da içindeki bataklığı en dibinden hep kabartır, karıştırır için için ve en kötü kokular işte bu zamanlarda ortaya çıkar.. Görünmeyen kabarmalarla dışa vuran metan... Ama bunu görmez veya duymaz genelde çok insan eğer ona konduramıyorsa, çünkü kabaran kokuları perdeleyen güller serilmektedir, güllerin güzelliği veya kokusu bazan herşeyi örter görünmez, algılanmaz olur bir süre için..Ama metan kötü bir gazdır, birikince patlama yapar. Patlama yaptığından genizi yakan koku dışında gözleri de yaşartır tabii. ve bir de kör eden alev parlaklığı.Patlama geçince gözler kuruyunca, alev sönünce, koku rüzgarla dağılmaya başlayınca, gerçek ortaya çıkınca sıra görüntüyü örtmek için yeni bahçelerden çiçek toplamaya gelince , daha iyi bahçe bulamazsa da topladıklarıyla geri dönüp ,kabaran metanıyla alevlenerek yaktığı ve darmaduman ettiği bahçeye dönmek ve topladıklarını sererek göz boyamak için...Bahçenin yerinde kendi kendine çok daha güzel açabilen güllerin , papatyaların, krizantemlerin ,sümbüllerin birbiriyle yarışırcasına toprakta yer bırakmayacakmışcasına rengarek büyüdüğünü ve o bahçede adım bile atamayacğını, tek bir yaprağını da değil koparmak koklayamayacağını bile görecektir, Çünkü bahçe en önemli duyguyla beslenmiştir,"kendine güven, kendini sevmek, kendine değer vermek, başka bataklıklarda boğulmamak, dibe çekilmesine izin vermemek, ve en güzel duyguların kokusunda uçurduğu kelebeklerle gelecek gerçek güzellikleri ve verimli toprakların sahiplerini buyur etmek...

Fortunata dedi ki...

O bahçe var ya sevgili dostum, emin ol topragını kabartmaya başladı. Üzerindeki pis tortuyu tırmıkla toplayıp attı. İnan nadasa bile kalmayacak, çünkü o bahçeye deger veren onu besleyen, en güzel tohumları serpen dostlar var, bahçe bunu gördü. Kalbim ve hayatım korunuyor benim melekler tarafından. Seni seviyorum.

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

Sen kendin meleksin zaten...yağmurdan sonraki kokuyu duyuyormusun?toprak ve hayat kokusu..taptaze..ohhh..

Adsız dedi ki...

Ruhunda bataklık olan adamlar başlığını okuyunca daha farklı düşünmüştüm. Sanki önceden iyi bir adammış ama sonra bataklığa düşürülmüş gibi bir çağrışım yaptı bana...Ama bence bu yazının başlığı "ruhsuz şizofrenik adamlar" da olabilirdi gibi geliyor...

Tabiki ruhunda bataklık olan adamlara yazılmış bu yazıyı çok fazla uzatarak "o... ruhlu" şahıslara değer katmak istemiyorum. Detaya gerek yok bence...
Erkeklerin %95 inin beyinleri kafalarında yer almıyor ve ben merkezleri malesef farklı uzuvlarında yer alıyor. Ama değer gören ve başarılı erkeklere baktığınız zaman hayatlarında zeki bir kadın ve kafalarında beyin göreceksiniz.Dikkat ederseniz başarılı erkek sayısı oldukça azınlıktadır da...

Allah kurtarmış diyorum zararsız ve yara almadan hatta yalanlarıyla, sahteliğiyle ruhunu kirletmesine izin vermeden , dimdik durabilmen en büyük hakarettir kendilerine...
Sevgiyle kal..

Adsız dedi ki...

İlaveten:
Sevmek her kişinin değil ER kişinin hakkıdır..!

Fortunata dedi ki...

Çok tatlısınız arkadaşlar. Adamın dünya umurunda değil, hatta teredildiğinden haberi yok. O kendini molada sana dursun, biz Yasemin'in Penceresi'nden programına döndük:))) Çok yaşayın!!!

kelebeklerözgürdür dedi ki...

Yasemin'in Penceresi'nin son dakka konuğu olarak eklemleneyim ben de o halde :p

nedir hayatında sadece 2 aydır yer alan birine karşı seni bu sorumluluğa iten? ...yetişkinliğin, kendinle hesaplaşmaktan kaçmama inadının kişiye görünür kıldığı alemlerde seyir etme yetisi...hazzı zaman zaman...insan kaç kez aldanır? bunun önemi yok...kendini aldatmadıkça hep toparlanmak mümkün....

sorumluluk diyoruz sevgili rapunzel...seni o ipte tutan, kendi hayatına karşı sorumluluğun...ona ve daha önce kemancıya gösterdiğin sabır, veya iyiniyet/şans tanımalar, hayatın olabilirliklerini sınamaların...hayata şans tanımaların....biz büyüdük...büyüyoruz da...bazı insanlar bir noktada saplanıp kendi bataklıklarına, onu emekle özenle cesaretle kurutabileceklerine inançlarını yitiriyorlar...kendilerine inanmıyorlar. kendilerine güvenmiyorlar....en büyük aldanış, insanın kendini aldatması...diğer yaralar kabuk bağlar, yeter ki sen büyümeyi bırakma....hücrelerin yenilenmeye devam ettikçe, saçların yeniden uzayacak, yaralarının izleri silinecek. unutmayacaksın. ama o izler orada olmayacak.

belki karşımızdakiler her zaman bizim gibi akıl yürütmüyor, kalplerinin ritmi böyle değil...ama içinde bir boşlukla bir karadelikle yaşamanın çok acıklı olduğunu düşünüyorum. kişi bunun farkında olsa da, olmasa da....o karadelik orada...buna eminim...er ya da geç, insan yüzleşiyor. ve ne kadar büyütmüşse o deliği, o kadar acıklı oluyor bu yüzleşme....yüzleşmeme ihtimaline inanamıyorum....

bezelye deyince, aklıma şu 12 kat yatak altına koyulan bezelye tanesi ve onu hisseden prenses masalı geldi :) sen de bezelyeyi hissettin başından beri...sonra buldun da...demek ki sahiden prensesmişsin :)))

külkedisi'nden sevgiler efem :)

Adsız dedi ki...

Rapunzellim, ruhta bataklık mataklık, bezelye, börülce derken, biryandan bazılarına kızarken öte yandan da diyorum ki neden, neden kritrlerimiz karşısında uymayanları eleştirirken, beklentide olyoruz.. Bir insan neyse odur.. değişmez ki, sonradan kokmaz ki, sonradan küçülmezki.. Biz sadece görmek ve hissetmek istedişklerimizle yönleniriz. Sonra da bir de kızarız, eleştiririz. Böyle değildin sen diye.. Benden bu yönünü saklamışsın.. Aslında , saklamak değil, belki de farkında uyulması zor olan bir değişikliğe sahip yapıda olduğunun ve kendisini değiştirmeye çalışıyor, aslında rol bize değil yapılan, kendisine.. Ve tabii rol olduğunu içten bildiği, veya değişmenin mümkün olmadığını bile bile denediği, nasıl diyeyim, kargayken güvercin gibi olmaya çalıştığı için , kendisi en baştan gerçeğin farkında , ve kendisini kendi kendine törpülemekte.. Özgüveni kaybolmakta.Bu da onu daha da çıkılması zor hale sokmakta. Sonuçta değişimediğinden, karşısında olan da bu aslı iyice sezdiğinde , vay beni kandırdın oluyor, oysa olmamalı. O belki de kendini değiştirmeye çalışıyordu, kendineydi tüm efor...Onu o şekile kendinden başkası sokamaz,, bizi de bizden başkası bir şekile sokamaz. Hayat hep savaş.. Kişilik savaşları, yaşama savaşları, üstünlük savaşaları, ..bir yığın..Hergün kişilik savaşlarında bol bol kan dökülüyor:) Kimse kabul etmiyor.. Hakaretler başlıyor, kişiliklere yönelik. Bandlar kopuyor.Telafisi olmayacak anlar başlıyor.Evlilikler bitiyor belki ne ki arkadaşlıkların cicim dönemi...Bir bilgi üstünlüğü tartışmasıdır başlıyor mesela...Bildiğini bildiği konuda bilmediğini ima eder tarzda bir küçümseme ile bildiğin şeyi sana asla sen bilemezmişsin gibi anlatıp, sabırla dinlediğin halde, cevaben tane tane kendisine, evet bu bildiğini ve benim bilmediğini anlattıklarını biliyorum, aynı fikirde olmamız ne güzel, ben de aynı bilgiye sahibim biliyor musun, hatta dahasına da, ama burada dahası önemli değil, aynı fikirde olmak önemli, desen de, o gene plağı başa sarıyor.. Bu tavır sadece belli zamanlarda olur. yuvarlanan bir kadeh varsa. Yoksa da olur bazan....ama az. Israrla ezmek ister "tabi tabi sen zaten HERŞEYİ BİLİRSİN değil mi" diye üsteler.. "hayır bilmediğim konularda konuşmam, ama bildiğimi de kusura bakma bilmez gibi davranmam" "tabi tabi, hiç duymadım bilmediğin birşey "der.. Sinir içini doldurur...Patlamak üzere olursun "yahu aynı fikirdeyken nasıl tartışıyoruz anlamıyorum" diye.. Israrla "bilmediğini "ima eder. Sonra gider milletin duyacağı köşede , banyoda "tamam sabaha kadar konuşur şimdi, herşeyi bilecek ya ondan "diye biraz daha aşağılar, deşarj olur sözde...Sözde kendi kendine konuşmakta, apartmana beni aşağılamakta" ne beter kadınımmış" ya... "Ya tamam hadi hadi kes " dersin yeter artık.. "kaliten de bu" der küçümsemeyle, iyice şaşkına dönersin. Ne yapmışsındır ki bu aşamaya gelecek, aynı fikirden olmakla gelinen noktaya bak... "kalitem buysa , kalitem buysa ne işin var yanımda o halde." dersin.. "kalite" lafları eder gene, içine sinmez ya bir türlü.. "kalitem madem sana göre öyle, burada bir an kalmaman lazım,işin ne" dersin,.. Gider bir afra tafra "bana git denen yerde durmam"..... "da sana git diyen mi var be adam, kaliteme laf eden sensin, kalitem sana düşükse sen yanımda ne arıyorsun dememe laf eden sensin, o halde neden benim evimdesin" dememle "beni kovdun" diyen sensin, o halde bir daha geri gelemezsin güle güle dersin.. Malum mutlu olduğun an hep bu taife aynı işler..ç 1. , 2., 3. farketmez.. Taze topraktan gelen birkaç sebzeye, ota,boka mutlu olacak kadar kalitesizsen, mücevherin, parlak gecelerin,ışıltıların, modanın peşinde değilsen değerin de işte böyle kalitesizlik ile değerlendirmeye alınıverir. Biraz bilgin kültürün varsa, ezmeye fırsat aranır...Aptallık bizde ki ota boka mutlu olacak kadar basitiz.. Gönlünün prensi bir aylık masalından güzelliklerle dönecektir ya mutlusundur ya, ne yapmak lazım, kafanı iyice dağıtıp bozup, prens geldiğinde kalpleri karıştırabilmelidir... O halde güle güledir... haydi bakalımdır.. bir daha gelme o zamandır... Yetti artık. Bağırmak ve bağırmak zamanı.. Zaten bu durumlar genelde iş konusunda bir gelişme varsa artar.. Hani rahattır ya artık, bir de küstahlığın, "neden ben gidecekmişim, sen git "kısmı vardır ki, senin düzenine gelen adam seni göndermeye kalkar adeta yersen... YA ben mi aptalım, bunlar mı...Hele bir de yazılmıştır masal prensesine gereksiz yere, mailler kontrol edilirken görülür gelmiş mi prensesin şahsi hikayesi diye, bir küçümseme de orada hissedilir, buz gibi....buzzzzzz... buzun yakması, alevden kötüdür..s.kt..dir. yani..bunu okuyasıdır sadece.. sonra yayına atasıdır..e midir?