Dün gece içimdeki kumdan kaleleri ve de kuleleri yapıp yapıp yıkarken, çocukluğumdaki kova kürek takımımı özledim. Annem saklardı böyle şeyleri, acaba nereye koymuştur diye düşündüm. Rengarenk bikinilerim, mayolarım, Bardakçı plajında kovaladığım gümüş balıkları bir bir doluştular aklıma.
Kayalardan kovalar dolusu topladığımız deniz minareleri, iskelede dürdüklediğimiz zavallı yengeçler... Hepinizden özür dilerim. Ama emin olun akıllandım, artık kendimden başka hiç bir canlıya zarar vermiyorum! Dürtmüyorum.
Ben dün gece bunları düşünüp, aval aval gökyüzüne bakarken, uzak bir mahalledeki turuncu evde çok sevdiğim kadınlardan birinin de uykusu kaçmış. Üstelik uykusunu en sevdiği karga kaçırmış... Yüreğini didiklemiş durduk yere. Ve o tatlı kadın bana bu konuda yazmış. Başka çaresi yok çünkü. Konuşarak uzlaşamadığımızda ve sakinleşemediğimizde yazmak tek çaremiz. Her satırın edebiyat dünyasında bir fırtına kopartması da gerekmiyor. Bir tür dayanışma sadece. Tıpkı stüdyoya girip müzik yapan arkadaşlarımız gibi, içimizdeki sesleri biçimlendiriyoruz. Böylece bize ait olanı bir kez daha izleyerek dengeyi sağlamaya çalışıyoruz. Anlamaya çalışıyoruz ve anlamlandırmaya.
Neyse, uyku kaçıran karga ve güzel yürekli kadında yarattığı duygu gayet tanıdık. Kişisel tarihimizden bildiğimiz ya da en yakınlarımızdan doya doya dinlediğimiz hikayelerden. Çoban, Peri Padişahı'nın kızına aşık olur ve hikmetse kız bu aşka karşılık verir. Tez zamanda saraydan kaçıp çobanın kulübesine yerleşirler. Aslında burada doğru olan tek şey zamanlamadır; ne çoban doğru sevgilidir ne de prensesin yaşamak istediği mekan daracık bir kulübedir... Masal bu ya, sonsuza dek mutlu yaşayacaklardır.
Prenses hiç gocunmadan elbiselerini değiştirir ve çobanın hayatına uyum sağlar. Oysa çoban ne prensesin sarayını ne de kendisi için terk ettiği hayatı asla unutamaz. Her kurda kuzu kaptırdığında kulübeye döner ve Peri Padişahı'nın kızına hakaretler yağdırır. Çünkü çobanın derin kompleksleri vardır. Mahçuptur karşısındaki kadına başarısızlıklarından dolayı. Sahip olduğu kadın ona iki gömlek büyük gelmektedir. İçi acır zavallının ve acısından ağzından çıkanı kulağı duymaz.
Prenses bir susar, iki susar ve sonunda sonsuza kadar susar. İçi kırılan pek çok kadın gibi bedenini kulübede bırakır ama ruhu bacadan çıkar gider.
Giderken bedenini de alan prensesler yok mudur? Vardır elbette. Birini çok iyi tanıyorum, artık ruhuyla seyahet etmeyecek kadar akıllandı...
Giderken bedenini de alan prensesler yok mudur? Vardır elbette. Birini çok iyi tanıyorum, artık ruhuyla seyahet etmeyecek kadar akıllandı...
Gelelim ardımızda kalan kargaya - ya da çobana ya da bezelye kadar kalbi olan adama:))-, onun hali pek bir acıdır. Fazla zaman kaybetmeden bir masala daha musallat olur. Yenilen pehlivan güreşe doymaz mantığıyla, daha çoook prensesin kanına girer. Akıllı olan prensesler kaçar, çaresiz olanlar prangalanır kulübelerde. Yıkılmış saraylarına dönmektense öfke kokan ilişkilerde çürütürler ömürlerini. Bu da onların seçimidir; iki kişilik yalnızlık.
Bacadan kaçan prenseslerin bazıları Rapunzel'in blogunda buluşurlar. Çünkü masal hep aynı yerde kilitlenir : Gerçeklikte! Ve Rapunzel de hep aynı yerde kilitlenir: Gerçeklikte!
Gerçeğe doğru yürümekte ısralı, kararlı ve korkusuzdur kaçak prensesler. Ayaklarında paramparça pabuçlar, ellerinde kalpleri, gözlerinde cesaret öylece otururlar kulenin dibinde.
Gerçeğe doğru yürümekte ısralı, kararlı ve korkusuzdur kaçak prensesler. Ayaklarında paramparça pabuçlar, ellerinde kalpleri, gözlerinde cesaret öylece otururlar kulenin dibinde.
Birbirimizin yaşlarını sileriz kelimelerle, yırtılmış elbiselerini diker, ayakkabılarını onarırız. En değerli organımızı, kalbimizi yeniden güçlendirir ve devam ederiz. Çünkü asıl olan oyunda kalmaktır, kutsal kitabı okuyan kadınlar olarak biz bunu çok iyi biliriz. Yanlış adama toslaya toslaya bulunacaktır doğru adam :))
1 yorum:
Sahne 2- ormanların en bebek ağaçlarının olduğu bölgeye yıkanarak girilebilmektedir..Muson yağmurlarında duş alınarak ruh ve beden yıkanır ki bebek ormana kötü enerjiler taşınmasın diye. Muson bulutlarının altına yıkanmaya giderken kovalanan gökkuşağı boynuzdan boru çalınırken titreşir ince ince.. Mor ile indigonun arasına kulağınızı dayar dinlersiniz.. Çağrılmaktasınızdır görüşmeye.. Kader anı gibi. Dokunmaz "kader anı" olduğunu bilmek size artık, herşey beyinde ve kaderin bilmecesi çözümlenmektedir çünkü ince ince...Bilmecede sorulanın cevabı değildir önemli olan, bilmecenin neyi sorduğudur. Bazan soruyu anlamak cevaptan daha önemlidir çünkü. Kutsal boynuz boru titrşince , gökkuşağındaki kapı turuncuya açılır.Turuncudan yeşile akan görüşme kademesinde öbeklenmiş bir yığın yaşanmışlık ötede beride kaderini beklemektedir.. Papirusun rulosu düşer önüne ,içinden acınası ifadelerin sızıntısı akmaktadır dışarı yoğun ve kesif... Rulonun ucundan bakarsınız ve ilk satırından başlayan masumlaştırlan duyguların ardına saklanmış, suçlamaların akışını yakaladığınız anda, ruloyu açmadan atarsınız..Soru dış ses olarak beyinde yankılanır, "evet ,karar nedir, gidilecek midir, kalınacak mıdır, siz karar mekanizması olarak atanarak , sonucun yükü üstünüze sıvanmaya çalışılmaktadır.Oysa ne git- ne kal demek sizde değildir.. Çünkü olay sizde değildir. Cevap basittir. "Gidilmesini gerektiren aşağılamayı yapan kişi bu aşağılamada ısrarcı ve inançlıysa, zaten gitmesi gerekir ve bu aşağılanın kararı olarak alınamaz, bu aşağılayanın yapması gerekendir.Tepeden bakan kişi, tepeden bakmaya devam edecekse, gidip yeni tepelerde kendi rakımında bir yer ve eş ruh aramalıdır. Yok öyle düşünmüyorsa, kalması gerektiği kararını da kendi verecektir ama o zaman da mertebe ayarını ayarlamayı bilecek ve uçtuğu rakımlardan önce kendi seviyesinin ne olduğuna bakarak burun üstü indirecektir Anka kuşuyla kendini yere.. Ve öyle ayarlayacaktır, Zümrütü Ankanın burnu değil, kendi burnu sürünecektir durdurabilmek için saçma salak yüksek uçuşunu..Başka ifade gerekmeyecektir. İç ses ile dış ses kavgaya girer iç alemde, sesler yankılanır gökkuşağında..Bebek orman yankılarla esintilenir, en taze yaprak kokuları rüzgarla uzanır gökkuşağının içinde derinlere turuculara yeşillere.Muson yağmurları gözlerinizden akar saçma salak bir sağanakla..içinizi de yıkar, dışınızı da..sağnakla beraber sakınmadan yıkanırsınız açıkta, baştan başa.. Artık gerek yoktur lafa, karmaşaya.. Kaderin kararı siz değilsinizdir.ve sorumluluğu size ait değildir. Uzanıp dokunduğunuz turuncu kapı açılıverir ve kapıdan muson yağmurlarıyla akarsınız gökkuşağından bebek ormana...Bebek ormanda cıvıltılar kuş sesidir, dallarda yuvalarda..Toprak mis kokar, dokunulmamış bakirdir, çünkü hiç boşa ekilmemiştir daha, hiç günah ekilmemiştir içine...Bebek ormanda dallar sizi okşar, sever, kuş sesleri sizi sarmalar, mis koku, içinizi yalar yutar,muson sizi arındırır.Uzaktan bir bonuzdan boru çalınır , titreşir dallar, yapraklar.. Kulağınızı dayarsınız mor rengine uzanıp bebek ormandan gökkuşağına doğru.. Kulağınıza ulaşan dış ses sormaktadır; "yaşanmışlıklar yıkanacak mıdır acaba*Çünkü makina açılacaktır da..
Yorum Gönder