Bizim mahalle yani Arap Mahallesi blog yazısı olamaz. Arap Mahallesi olsa olsa bir kaç ciltlik roman olur... Harımiçi... Papatyalar.. Keçiboynuzu ağaçları, Keleşler, babamın biricik aşkı Kübra Nine... Tıpkı bir klan hayatına benzeyen dairesel düzendeki evler, dar sokaklar... Meydanlarda yapılan düğünler... Bahçelerde dökülen lokmalar...
Bir zaman gelir ve hala hatırlar mıyım, hatırlarsam oturur yazar mıyım, yazsam benden başka kimi ırgalar? Gerçekten bilmiyorum.
Bildiğim tek şey çocukluk çağında yaşanan sevinçlerin ve üzüntülerin her bir hücrenin hafızasına işlediğidir. İlerleyen yıllarla birlikte, neyi hatırlamak istedikleri arasına alıp, neyi sonsuza kadar unutacağına karar veren zihin bu yazı çizi işine müdahale ediyor malum. Oysa çocukluğun yalın dünyasında hesap kitap yok.. Bu yüzden de yaşanmış olan her şey yıllar sonra bile ciğerini dağlayabiliyor insanın.
Ege, "sen nasıl olsa buralısın, geri dön" dediğinde, içimden bir ses "dön be!" dedi. Sonra dış sesim ona cevap verdi: "çok fazla yaşanmışlık var burada, yeni bir şey yaratacak gücüm yok..."
Baştan sona mutluluk verici Bafa Gölü-Doğanbey gezisinde aklıma düşen onlarca yaşanmışlıktandır sadece bir tanesidir Uğur Ağabey...
Çok ama çok yakışıklıydı. Emin değilim fakat galiba içten içe ona hayrandım. Kuzguni siyah saçları, kömür karası gözleri ve dikkat çekecek kadar güzel dudakları vardı. İnce, uzun bir bedeni, bembeyaz teni.. Galiba biraz Bülent Ersoy'un gençliğine benziyordu; tertemiz bir ifade, lekesiz bir ten ve ışıltılı bakışlar. Epeyce yakışıklıydı yani.
Elinde hep bir tığ olurdu. İster evlerinin önünde , ister mahallede başka birilerinin bahçesinde olsun, hep bir şey örerdi! Kimsecikler yadırgamazdı örgü örmeyi sevmesini. Onun birine motif vermesi veya mahallenin kadınlarıyla çay içmesi kadar doğal bir şey yoktu ki.. Kalbinin güzelliğiyle kabul görmüştü Uğur Ağabey. Ya da ben öyle zannettim...
Onun ölüm haberinin mahallede yarattığı uğultu hala kulaklarımdadır... Annesi Nigar Teyze hayatımda duyduğum en acı çığlığı atmıştı. Kaldı ki o günlerde olsa olsa yedi sekiz yıllık bir ömrüm vardı.. Kaç çığlık duymuş olabilirim ki?
Bafa Gölü'nde bir kaza olmuştu. Oracıkta ölmüştü dünyalar güzeli Uğur Ağabey. Kamyon virajı alamamıştı... Cenazesini getireceklerdi... Kimileri tanınmaz halde diyordu... Nasıl yani, o pürüzsüz ten yok muydu artık? Ya o içinde yıldızlar yanıp sönen gözler? Mahallenin kadınlarına kim motif verecekti?
İlk ciğer acımdır Uğur Ağabey... İlk tanıklığımdır toplumsal cinayete... Uğur Ağabey'i ailesi öldürdü... Dile gelmeyen, ama açıkça fark edilen özellikleri daha fazla göze batmasın diye zorla kamyon şoförü yaptılar onu. Kendi hayatının direksiyonunda usul susul otururken, ölümün koynuna yolladılar... Başta ailesi olmak üzere hepimizin eline kan mı bulaşmıştı?
Yok, benim ellerim temizdi. Ben onu sevmiştim. Babam gibi bıyıkları yoktu evet, incelikleri onu hemcinslerinden ayırıyordu. Fakat bunların bir önemi yoktu ki, ben onu çok seviyordum. Gülüşünü, konuşmasını, mahalleye uzaydan düşmüşçesine farklı salınımını çok beğeniyordum...
Onu hiç unutmadım. Ne zaman evlerinin önünden geçsem, açık yeşil renkte boyanmış demir kapının önüne çıkacak, elinde danteliyle bana gülümseyecek diye bekledim.. Keşke bir fotoğrafı olsaydı... Keşke..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder