15 Kasım 2011 Salı

MÜPTELA


Yazmak hatta hakkını vererek okumak için bile zamanım kalmıyor. Yoga yapmaya gidemediğim gibi, matımı serip evde de biraz esneyemiyorum. Kemiklerim taşlaştı sanki. Havanın soğuması ve muhteremin hastalanması - ki önce ben hastalandım - yürüyüşleri de baltalayınca, hal bu! Hamam, yoga, havuz diye fısıldayıp duruyor zavallı kollarım, bacaklarım...
Yine de, tüm bu hale rağmen zerre kadar güvenilmeyecek akıl defterime gördüklerimi yazıyorum; rüzgarla birlikte metrelerce yükselen ve sonra kar gibi aşağıya süzülen yaprakları, gri ve mavinin neredeyse her tonuyla boğazın renklerinin an be an değişimini.. Her ne ise işte, hepsini unutacağımı bile bile akıl defterime yazıyorum!
V. saklanmak istediğini söylemiş bu sabah mesajında. Bunu ilk hissettirdiğinde de - ki o zaman söylememişti- anlamıştım. Ama benim de onunla saklanmama izin vermediği için o kadar kırılmıştım ki, anlayışım beş para etmedi... Oysa şimdi saklanmak kelimesinin alt metninde ne depresyon, ne de mutsuzluk olmadığını, sadece ve sadece azıcık durmak, durgunlaşıp devap edecek anı kollamak olduğunu anlayabiliyorum. Böyle bir durma anı için benim aylarca beklemem gerektiğini de biliyorum. Bu yüzden V. durabildiği için şanslı. Pıst, birkaç dakika benim için de dur lütfen:))
H., işkolik olduğunu söyledi geçenlerde. Bağımlıyım dedi. O an bağımlı olmayı bir defa daha kafamda şekillendirirken, neye bağımlı olduğumu düşündüm. Ya da nelere?
Biraz kahveye belki, çokça kelimelere ve suya; denize, havuza, hamama... Onun dışında zevk aldığım şeyler beni bağımlı yapacak kadar ileride değiller.
Eylül'de Suat'ın bahçesinde öylece durduğum sabahlarda defterime bazı notlar düştüm. Birgün oturup yazacağım kitabın adını orada, hiçbir beklentim olmaksızın, sadece ve sadece otururken ve rüzgarda biraz sağa, sıkılınca sola dönen kocaman deniz kabuklarını izlerken bulacağımı bilemezdim.. Ama buldum!
Sonra kocaman bir keşif yaptım. Duygularımı yaşamaktan ziyade, kelimelerle anlatmayı, hiçkimseyi bulamasam da kendime anlatmayı sevdiğimi ve bu yüzden çoğu zaman onları yaşamayı kaçırdığımı keşfettim. Kelimelere müptela olmanın bedelini aniden anladım!
İçimdeki, dışımdaki anları kayda geçirme isteği, beni yaşamın dışına atıyordu. Merkeze yaklaşmak istedikçe, çemberin en dış halkasına savruluyordum. İşte orada durmak isterdim. Ama nasıl? Neyse, gidip çalışayım ben biraz!

4 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

ne diyeceğimi bilemiyorum ama her sabahki gibi taze ekmek müptelası gibi buradayım kapında.....ve yine ekmekler sıcacık ve miss gibi kokuyor, ötesi mi? diyecek birşey yok....

Enis Diker dedi ki...

Kelimler garip şeyler. Eskiden kelimeler ifade ettikleri şeyler arasında bir fark görülmezmiş. Derdini yazarak/söylerek anlatmanın bir nimet olduğunu çocukken öğrenmiştim. Bir yaz sonu, galiba güneşten, beyin kanaması geçirmiştim. Konuşma merkezine denk gelmiş, komada kaldığı zamanı saymazsak bir hafta on gün konuşamamıştım. Konuşulanları anlıyordum da konuşmaya kaltığımda kelimeler güneş görmüş kar gibi manalarını, anlamlarını yitiriyordu. Garip bir tecrübeydi, neyse geçti gitti:)

Fortunata dedi ki...

Taze ekmek benzetmesi için müteşekkirim Guguk kuşu:) Daha iyi bir kelimeye ihtiyacım kalmadı ki!

Fortunata dedi ki...

Ah, bu çok ilginç bir deneyim olmalı. Ben küçükken evde gözlerimi eşarpla bağlar ve kör olsam acaba nasıl yaşardım diye hayal ederek saatlerce öyle karanlıkta dolanırdım. Sonra gözlerimi açtığımda her şey daha da parlak olurdu sanki.. nedense aklıma getirdiniz Enis Bey:)