24 Nisan 2016 Pazar

TAŞINMAK; EVDEN EVE YADA GEÇMİŞTEN ŞU GÜNE

 
Bir evden diğerine gitmek üzere toparlanmak, duygudan duyguya sürüklüyor insanı... Dün akşam yeni evimin salonuna uzun uzun baktım. Baktım, baktım. Kendimi evin sahibi gibi hissedemedim. Her ayrıntı yabancı geldi. Bir an için taşınma fikrini ertelemeyi, hatta tamamen rafa kaldırmayı düşündüm. Sonra da nasıl saçmaladığımı fark ettim. Taşınmaktan çekinen, değişiklikten telaşlanan, yeni bir düzen önerildiğinde  panikleyen ve ev değiştirmeyi hiçbir zaman sevememiş olan parçamı gördüm. O benim çocuk yanımdı...
 
Babam öldüğünde öğrendim ben yaşadığımız her iki evin de aslında bizim olmadığını. Daha doğrusu kiracılık denilen şeyin ne anlama geldiğini. Şu demekti, evin asıl sahibi olan insanlar vardı ve o insanlar senin anıların, eşyaların, bu evle kurduğun bağ gibi şeyleri zerre kadar önemsemiyorlardı. Onlar izin verdiği sürece ev senindi ve gün gelip, git dediklerinde tasını tarağını toplayıp, taşınıyordun. Gerçek buydu. Yani senin zannettiğin aslında senin falan değildi..
 
Babamın ölümünün hemen ardından Fenerbahçe'deki evimizden taşındık. Ev sahibi nedendir bilinmez çıkmamızı istedi... Çocuk gözümle baktığımda, ormanın derinliklerinden fırlamış yaşlı ve çok çirkin bir cadıyı anımsatıyordu; çukura kaçmış soğuk mavi gözler, bembeyaz bir ten, kırış kırış eller... Üstelik Külkedisinin üvey ablalarına tıpa tıp benzeyen iki de evlenmemiş kızı vardı. Onların birbiri ardına sıralanmış, kapımızda duran görüntülerini ve annemin biz üzülmeyelim diye gövdesini siper edişini neden durduk yere hatırladım bilmiyorum... Hemen annemin arkasında durmuştum.  Orada, tam annemin arkasında uzun yıllar duracağımı o an bilemezdim..
Zor zamanlardı..
 
Sonra taşındık. Hemen aynı mahallede, amcamın  kiracı olduğu eve biz yerleştik. O evde iki yıl yaşadık. Vakitsiz sona ermiş bir hayatla, henüz başlamamış arasında sürgünde gibiydik. Bu evde de hiç hatıramız yoktu ve daha da fenası artık babam yoktu. Acaba babası olmayan çocuklara daha mı kötü davranıyordu evin asıl sahipleri? Biraz korkmuştum.
 
Yaz gelince Bodrum'daki yazlık evimize gittik. Orada da bizi benzer bir hikaye bekliyordu. Yıllarca sevgi dolu bir ilişki yaşadığımız insanlar, anneme "bu ev artık sizin için büyük! " demişlerdi. Bahçeye açılan bağımsız bir odamız vardı ve onu istiyorlardı.. Evimizin bir odasını onlara vermek! Üstelik havuzun kenarındaki en sevdiğimiz oda...
 
O evden de taşındık... Orası anne ve babamın birlikte yaşadıkları, benim büyüdüğüm ve kardeşimin doğduğu evdi. Mandalina sevdamın başladığı, japon balıklarımı büyüttüğüm ev. Duvarlarında babamın şiirleri, bizi özlediğinde yazdığı notlar olan ev. Fatma teyzenin masallarını dinlediğim ev... İnsanlar anılarımızın arasında kısacık bir süre daha kalmamıza izin vermediler. Babasız evlerin kolu kanadı kırılıyordu ve insanlar gücü tükenmiş, zayıf olanı kokusundan tanıyıp, istedikleri gibi hırpalayabiliyorlardı. Bu nasıl bir korkuydu küçücük bir çocuk için? Nasıl bir kafa karışıklığı... Oysa aynı insanlar birkaç ay önce babamı bahçe kapısında görseler yerlere kadar eğiliyorlardı... Hayat!



Bütün bu hikayelerden mi bilinmez, kiracı olmaktan hep çok korktum. Hayatımın, düzenimin başka insanların iki dudağı arasında olması fikri bana daima büyük bir tehdit gibi geldi. Belki de bu yüzden hiçbir taşınmadan zevk alamadım. Dudaklarımın söylediği şeylerle, kalbimin kuytularında cirit atan korkular hep farklıydı...

Dün gece bu evdeki son dolunayımı seyrederken evimin kumsalını, ay manzaralı yatağımı ve mutfaktaki bardak rafını ne kadar sevdiğimi düşündüm. Üstelik bana çok iyi davranan harika bir ev sahibim olmuştu. Babam ve annem burada değillerdi ama kiramı ödemeyi başarmış ve zamanı geldiğinde de başka bir eve geçmek için tüm planlamaları yapabilmiştim. Kimse bana git demediği gibi, kal demişlerdi. Ben iyi bir kiracı olmuştum.
Yine de alttan alta eteğimi çekiştiren korkuyu, canı yanmış yanımı ne kadar iyileştirip, ne kadar sakinleştirmiştim? Hiç!

İçimdeki hatıraların yüzde doksanının cılk yara olduğunu gördüm göreli korktuğum, yalnız ve terk edilmiş, en çok da güçsüz hissetmiş olduğum tüm zamanlar için zırıl zırıl ağlıyorum.. Yaşlar yanaklarımdan yuvarlanırken çok iyi biliyorum ki, bütün bu gözyaşları akmadan huzur bulamayacağım.. Büyüyemeyeceğim. Hep erken olgunlaşmaya zorlanmış bir çocuk olarak kalacağım. Her canı yandığında feryat eden, korkuları tetiklendiğinde kontrolünü kaybeden, korkmuş, zamansız terk edilmiş bir çocuk... Artık onu, benden başka hiç kimsenin sakinleştiremeyeceğini anladım...

Zaman dar, hayat kısa.. Değişmek zor. Ama mümkün diyor uzmanlar. O zaman bir yetişkin gibi davranıp yeni evime taşınacağım. Kendi hikayemde başrol oynamak için hala vaktim varsa, o zaman yaşasın yeni evim!


https://www.youtube.com/watch?v=DbcqvG6KIQU


 

Hiç yorum yok: