17 Nisan 2016 Pazar

KEŞKE ADIM...

 
 
 
 
 
 
 
Sabah sekiz, iki fincan kahveyle yollardayız. İkimizin içinden geçen aynı; keşke yedide çıksaydık.. Dile getirmiyoruz.
Yol sakin, nereye gittiğimizi bilmiyorum. Aniden fark ediyorum ki, bu bilinmezlik ayrıcalığını sadece kız arkadaşlarıma tanıyorum. Vay vay vay, aydınlandığımız birgün olacak:)
 
Kırda bayırda bi yerlere geldik. Önümüzde ormanın içine uzanan bir yürüyüş parkuru var. Havada sabah serini. Yeşillik çıldırmış. Güneş yaprakların arasından sızdıkça, yeşilin sarı ışıkla parlayan, taptaze haline hayran oluyoruz. Konuşmakla, etrafa bakmak arasında garip bir ruh halindeyiz. Sanki gideceğimiz bir yer var da oraya zamanında ulaşmak için ne yavaşlıyor, ne de duruyoruz! Vay arkadaş, nasıl bir hedefe kilitlenmedir bu bizim halimiz...
 
Kaç kilometrelik bir yol bilmiyorum. Nerede ne yiyeceğimizi de anlamadım. Ama burada kahvaltı etmeyeceğiz denildi. Peki.
 
Konumuz doğaydı, doğadaki hayvanlar, ormandaki geyikler derken, yine doğanın bir parçası olan erkeklerden bahsetmeye başladık:) Sohbet inanılmaz bir yere gelip dayanınca da ebelemece oyununa döndük! Sütten dili yananın, kendisine uzatılan yoğurt karşısında nasıl akıl almaz saçmalıklara sürüklendiğini anlata anlata bitiremedik:)
 
İletişim kurmaya çalışan karşı cinse az evvel arabanın altında kalmaktan kurtulmuş asabi kedi tavırları sergilemek nasıl olup da başkası anlatırken bu kadar komik olabiliyordu?? Ve nasıl oluyordu da o adamlar kahkahayı basmadan konuşmaya devam edip, üstüne yeniden arıyorlardı???
Tövbe tövbe!!
 
"Adama ne yaptın?"
"Hiiiçç, bisikletiyle dalga geçtim, bi de yalnız çıkılan seyahatin nasıl şahane bir şey olduğu konusunda ısrar ettim!"
 
"İkna oldu mu?"
"Yok, o üçüncü akşam tek başına yemek yemekten rahatsız oluyormuş"
"Hıııı"
"Hıı ya:)"
"Aslında ben de benzer bişi anlattım yeni arkadaşıma bugün"
"Yeni arkadaş?" Ne o randevu mu?
"Yok, yeni arkadaş"
"Öyle olsun bakalım. Ne dedin"
"Budapeşte tatilinde sağa sola bakıp, gördüklerimi birine anlatmak istedim, sonra Türkiye'deki en yakın arkadaşlarımdan birini aradım dedim"
"Yani?"
"Bence adam haklı, tek başına tatil her zaman çok şahane olmayabilir di mi?"
"Hıı, eh o değil aslında, arada kendi arkadaşlarıyla da gitsin demek istedim galiba"
"E tamam, sürekli dip dibe olmak kime iyi gelir ki? Hele şu son yaşadığımdan sonra!"
"Yahu, bir dakika, şu beyazla siyah arasında griler vardı di mi?"
"Yaaaa"
"Sence hayatımızdaki grilere ne oldu?"
"Bilemedim...."
"Sen yoga öğretmeni değil misin? Bu alışkanlıklar nasıl değişecek söylesene?"
"Valla yoga meselesini bilemem ama bizim bir profesörümüz vardı, homo erectus bir gece yattı ve sabaha homo sapiens olarak uyanmadı, bu bir süreçtir derdi. Yani, eski ve köklü bir alışkanlığı yenisiyle değiştirmek öyle ha dediğinde olmuyor... İnsan dikenli bi canlı:))"
 
"Bence adamı içmeye götürmek lazım  ya da tatile"
"Yok artık, doğrudan sana taşınsın!"
" I ıh, insanın kendine ait bir özgürlüğü var ya, işte orası çok güzel"
"Doğru"
"Onun altı boşver gitsin kafası oluyor ve azıcık üstü senin dediğin gibi insan taşı sevecek hale geliyor!"
(burada kahkaha atıyoruz! Vallahi senin ismini vermeden anlatıyorum diyor, çok gülüyorum:))
 
Sonuç olarak ayık ve de aydınlık kafayla yapılan sohbetimizi köy kahvesinde noktalarken şunu  açıkça görüyoruz ki, kritik bir yerdeyiz; oyunda kalmak veya kalmamak kararında...
 
 
 
 
 
 
 



Hiç yorum yok: