7 Eylül 2009 Pazartesi

DANTEL VE SARDUNYALAR ÜLKESİ TRİLYE.

Sir A.E. ve Külkedisi yolculuk konusunda bu yıl neredeyse tur bindirmek üzere ve hal 3 - 3 iken, sakin bir hamle yapıp Trilye'ye gitmek konusunda onları kandırdım! Sahi bunu niye yaptım? Bilmem, özledim Trilye'yi herhalde... Hem yarım kalan işlerim* vardı orada, gidip halletmeliydim. Sadece bu da değil, sanki oraya uğramanın zamanı gelmişti, sanki Külkedisi de görmeliydi... Bilmiyorum.
Sabah 8.30'da Sir A.E. önce beni, sonra Külkedisi'ni evden aldı. Gidişte körfezi dolaşmaya karar verdik. Daha doğrusu hem direksiyondaki adam, hem de ekibin fotoğraf üstadı olarak - ve elbette başımızdaki erkek olması da mühimdir - bu kararı Sir A. E. verdiler. Gayet de iyi oldu. Zaten ben o yola bayılırım, özellikle Hereke'den geçmek nedense çok hoşuma gider. Tren yolunun altında kalan evler ve evlerin ardındaki deniz görüntüsü alıştığımız İstanbul manzaralarından o kadar farklıdır ki, çok değil otuz kırk dakika sonra hafiflemeye başlar insan. Ayrıca misss gibi ipek halı kokusu gelir burnunuza. Tabii hayalgücünüzü küstürmemişseniz.


Gerçi biz bir önceki geceden hızımızı alamadığımız için sohbeti koyulaştırdıkça koyulaştırdık ve manzaraya pek hakkını vermedik ya yine de gözucuyla baktım denize. Gönül kahve de içmek isterdi tabii, amma Külkedisi öyle bir kahve yapmış ki, ölüyü diriltir! Yani benim içmem mümkün değil. Kendisi söz verdiler, bir sonraki kahve benim istediğim gibi olacak: su ve süt. Üzerine de azıcık kahve:)))


Neyse, sabah kahvemi içtiğim için fazla mızıklamadım, fakat fırsat ele geçmişti ve yol boyu ara ara kahve konusunda takılmayı ihmal etmedim. Yalova'ya kadar nasıl geldik anlamadık. İnternetten baktığımızda yol ortalama üç saat sürecek diyordu fakat muhtelen biraz daha sarkacaktı. Ne önemi var? Nasıl olsa bir yere yetişmiyorduk. Evde bekleyen bebeler de yoktu. Eee daha ne o zaman?


Sakin sakin kahvaltımızı yaptık. Köy ekmeğine yapılmış, köy peynirli sandwichler bitince de tıngır mıngır devam ettik yollara. Mudanya ben görmeyeli daha da güzelleşmiş. Şehre biraz para gelmiş olmalı, çünkü etrafı iyice onarıp, aklayıp paklamışlar. Sahil, sahildeki çay bahçeleri, restaurant ve otel - eski bir gar otel haline getirilmiş, acaba odalar nasıldı? - gerçekten iyi görünüyordu. Çarşı ve içinden geçerken şöyle bir gözümüze takılan kahve de gayet sevimliydi. Ama kalamazdık. Hedef Trilye'ydi ve devam ettik.


Yol üzerinde sevimli bir yerleşim vardı. Önce orayı Trilye zannetti Sir A. E. ama liman falan görmediğimiz için "olamaz" dedim. Yine de eski bir kilisenin kubbesini farkedince bir bakmaya karar verdik. İyi ki bakmışız. Kumlukaya denilen bu şirin belde, köy ile kasaba arasında kalmış minicik bir kıyı yerleşmesi. Sokaklarda fazla insan yoktu. Muhtemelen bu durumdan Ramazan da sorumlu. Ama bikinili insanlar ve kahvede oturan amcalar birbirlerine diş biler gibi de görünmüyorlardı. Etrafta bizim gibi merakına yenilip gelmiş bir iki kişi daha vardı ya, yine de hepimizi toplasak sayımız yirmi etmezdi.


Kiliseye bayıldık. Tavanı çoktan çökmüş, içindeki freskler neredeyse tamamen yok edilmiş, kapısında 1800'lü yıllarda inşa edildiği yazan bir Rum Ortadoks kilisesi. Gerçi Bizans dönemi duvarlarını ( klasik tuğla işçiliği yüzünden ) anımsatan bölümler konusunda şüpheliyim. Daha da eski ya da zaman içinde ihtiyaca göre genişletilmiş olabileceğini düşünüyorum. Tek söyleyebileceğim hali içler acısıydı.


Sir A.E. uzun bir süre transa geçmiş gibi mırıldanarak deklanşöre basıp durdu. Ben bir tane daha harabe görmenin üzüntüsüyle öylece kala kaldım ortalık yerde. Külkedisi ise etrafı keşfe çıkmıştı. Daracık yolların kiliseyi nereye kadar çevirdiğine bakıyordu. Yaklaşık yirmi dakika kaldık Kumlukaya'da. Üzülerek çıktık güzelim kiliseden. Cemaatsizliği kadar, apar topar toprağından edilen komşularının anısına saygısız davranan geride kalmışlara da içim kırıldı. Yazık!


Yolumuza devam ediyoruz ve nihayet dalgakıranı gördüm. İşte bizim limancık! Liman demeye dilim varmıyor çünkü bir iki yat, kırık dökük sandallar ve balıkçı tekneleri dışında epeyce zayıf bir alandan bahsediyorum. Ama çok heyecanlandım! Gerçekten geldik işte!


Arabayla çarşıya giriyoruz. Liman Caddesi epeyce uzun ve çok güzel. Zaten buradaki tek cadde de o! Sevimli bir tuhafiyenin önüne arabayı bırakıp yürüyüşü başlatıyoruz. Aaaaa Tanrım, Ortakahve'yi yeniden görmek ne güzel. Külkedisi'ne kahvenin hemen yanındaki pideciyi işaret ediyorum. Öğle yemeği adresimiz burası: Cantık ve Pide salonu.


Sonra yavaş yavaş süzülüyoruz denize doğru. Hava inanılmaz sıcak. Yerel halk küçük küçük tezgahlar açmış denize karşı; zeytin, incir, salça, sabun... var da var yani. Sabunları koklamadan duramıyorum fakat hepsi o kadar. Uzun zamandır alış veriş keyfimi kaybettim. Nedense sahip olma arzumda korkunç bir azalma hissediyorum. Şükürler olsun ki Sir A.E. ve Külkedisi de aynı ruh halindeler. Bu normal olduğuma işaret, seviniyorum.


Kıyıdaki çay bahçesinde soluklanıyoruz. Hava mükemmel. Denizin sesi inanılmaz güzel. Sağdan soldan gelen insan sesleri de olmasa tam anlamıyla dalgaların kucağındayız! Hayatımın en lezzetli sodalarından birini içiyorum. İçim huzurlu, sakin.


Liman Caddesi'ne geri dönüyoruz. Ama girişimiz Baküs Şarapevi'nin imalathanesinin olduğu sokaktan. Kapı yine kapalı. Ama ne önemi var, sokak şahane! Çiçekler, saksılar dolusu sardunya ve fesleğen, karanfiller... İlk geldiğimde hissettiğim şeyi hissediyorum; gerçek olamayacak kadar güzel!


Liman Caddesi'nde kahvelere, dükkanlara, fırınlara ve köşedeki kule eve bakıp, ardından Taş Mektep'i görmeye gidiyoruz. Bir önceki yazıda üzerinde oturduğum koltuk da işte tam Taş Mektep'in kapısındaydı. Sanki yorulan biri olursa azıcık soluklansın diye bir hayırsever bırakmıştı kaldırıma. Oturduk. Soluklandık ve çok mutlu olduk bu hediyeyle.


Ne tuhaftır ki, bir hafta içinde sokakta gördüğüm ikinci koltuk kendisi. İlki P. Özer'le P.tesi günü Heybeliada yürüyüşünde ziyaret ettiğimiz Terk-i Diyar Manastırı'nın terasındaydı.... Aklım kalmıştı oturamadım diye. Utanmıştım. Ama şimdi aynı şansı ikinci kez yakaladığımda utancıma yenilmeyecektim. Yenilmedim de. Sanki biri "kuralları ihlal et!" sinyali yolluyordu bana. Her şey ve herkes kurallarımı sorgulamamı ister gibi; hangileri benim, hangileri dayatılmış olanlar?


Taş Mektep'den azıcık uzaklaşıp, köşeyi dönünce sokakta kocaman bir kazanla karşılaşıyoruz. Evet cadıyım ama vallahi bu kazanla alakam yok:)) Mahallenin kadınları konserve kavanozlarını kaynatıyorlar. Ancak, önünde poz vermek için müthiş fırsat! Kazan bana çoook yakıştı:)))
Sir A.E. ve Külkedisi'ni Trilye'nin balkonuna doğru yürütüyorum. Duvara diziliyoruz yan yana. Deniz kudurmuş. Rüzgar saçlarımda ıslık çalıyor. Tam iki yıl önce işte tam da bu sularda dinimi değiştirdim ben. O gün bugündür taptığım tek şey rüzgar! Ne güzeldir ki, müslümanlar için de kutsal bir zamanda yeniden buradayım. Bütün yollar aynı yere çıkmıyor mu nasıl olsa?


Rüzgarı dinliyorum. Bir sigara istiyorum Külkedisi'nden. Elbette iki nefes bana yetiyor. Alışmamış elde sigara durmaz:)) Orada bir kaç kare fotoğraf çekip, denizin güzelliğine bakıp usulca yola devam ediyoruz. Daha evimi göstereceğim onlara; Üçyol sokaktaki güzel evim... Ama o ne? Evin önünde hiç çiçek kalmamış... Hem beyaz bir sandalye vardı, o nerede ki? Yaklaşınca anladım, evi boşaltmışlar ve satıyorlar...


Hiç param yoksa da, merak ediyorum; acaba kaç paradır? İki gece evvel rüyamda gördüğüm ev, hani sana anlatmıştım Külkedisi, şu beyaz, ufak ev... Sence bu muydu?


Yine de önünde bir fotoğrafım olsun istiyorum. Külkedisi çekiyor. Sir A.E. de çekiyor. Kiremitlerine taşlar dizilmiş, yüzü kuzeye bakan bu evde rüzgarın sesini dinleyerek uyuduğumu hayal ediyorum.... Ne demiş şair "...insan hayal ettiği müddetçe yaşar...." Gözüm ardımda ayrılıyorum evden... Yıkmasalar bari de bir kez daha görebilsem...
Trilye'deki turumuzu pide salonunda bir molayla devam ettiriyoruz. Pidecide ikişer tane cantık yedikten sonra sıra Dereköy'de! Dereköy dönüşü mutlaka kahve içeceğiz Ortakahve'de ama şimdi gideceğimiz yer, yani bunca zamandan sonra orayı gerçekten görecek olmak beni çok heyecanlandırıyor. Rüyamdaki Rum Ortadoks kilisesine gidiyoruz. Dereköy'e gidiyoruz!İnanamıyorum!!!

Sanki uykumun arasında dönmüş ve bir rüyadan diğerine sıçramış gibiyim....








1 yorum:

Adsız dedi ki...

ne güzel anlatmışsın valla gidesin geldi.sen gel iki ,üç eczaneye bak biraz da ben tatil yapayım.
not:nafaka ve okul taksidi ödemekten yorgun düşmüş bir fani...