23 Şubat 2009 Pazartesi

Çocuksuz ve Sigarasız Hayat.



Yukarıda verdiğim link tıklanmalı ve görüntüleri mutlaka izlemelisiniz., lütfen. Gerçi ne kadar caydırıcı olur bilemeyeceğim ama benim blogun okuyucuları arasında fosur fosur sigara içenler ne yazık ki var. Bir iki tanesi dışında da içmeyenlere karşı epeyce saygısızlar. Hatta kişisel seçimlerini etraflarına dayatan edepsiz bir tutumları var ne yazık ki..

Sakın benim sigara düşmanı olduğum düşünülmesin; cinayetin her türlüsünü severim. Özellikle kansız ve kelimelerle, yavaş yavaş öldürenlerinin hastasıyım! Benim derdim sigara yüzünden ölmemek. Yani kendim için seçtiğim bu değil. Yoksa dostlarım arasında yolu bu olanlara diyeceğim yok. Nasıl olsa hepimizin dilediği gibi yaşamak ve dilediği gibi ölmeyi "düşlemek" hakkı saklı. Tabii kullanabilene!

Sigaradan çocuklara geçeceğim de, bunu yaparken doğru cümleleri bulmakta zorlanıyorum. Pazar akşamı Tuna'nın evinde üç haftadır sürdürdüğümüz mutfak toplantılarından birini yapıyorduk. Aniden, Külkedisi'nin yazılarından birinde okuduğum cümleyi hatırladım: "Mutfak Kadının Morgudur!" Evet evet, Tuna'nın güzel mutfağı da bizim morgumuz olmuştu; evli, dul, bekar, çocuklu ve de çocuksuz kadınların buluşup, türlü likit tükettip, birbirlerini ve hatta kendilerini yargılamaktan özellikle kaçınarak sohbet ettiği, duygu ve düşüncelerini kesip biçip diktiği bir alan. Fakat ben, morg kelimesinden ziyade "Duygu Atölyesi" demeyi tercih ederim.

Herkesin deneyimlerini, anılarını, anlık duygularını, çözümsüzlüklerini ve korkularını sakince bir diğerinin bakışlarına sunması başka nasıl adlandırılabilir ki?

Orada tesadüfen bulunmadığımı hissediyorum. Çünkü bu sohbetler sırasında kendimi pek çok farklı kadın duygusuyla yakınlaştırıp, aslında hiç bakmadığım pencerelerden bakıyorum hayata. Ama her toplantının sonunda zenginleşmiş olarak kalkıyorum sofradan. Tabii kitaplar, filmler ve güzel yemeklerle ilgili bölümü anlatmıyorum bile!

Dün akşam Yasemin, oğlu Cem'i tiyatroya götürmüş. Ve zaten orada olanları blogunda gayet güzel anlatmış; http://www.cemuyurken.blogspot.com/. Gerçekten okumanızı isterim. Yasemin, kurallara ve yaptırımlara olabildiğince yenilmemeyi tercih eden, üstelik bunu gayet de güzel giyinmiş bir kadın. Zaten onun emeğini oğlunda görmemek mümkün değil. Tuna da öyle. Daha geleneksel ve daha kırılgan olmakla beraber - ki bence onu muhteşem bir değişim bekliyor Roma'ya doğru:))) - , onun da her davranışında incelik ve iyi bir anne olmak var.

Şimdi karar mı vermeliyiz biz diye düşünüyorum. Çünkü bu kadınların ve hatta komşum Agi'yi de eklersek bu üç kadının hayatında küçük çocuklar var. Ve elbette bu çocuklarla yaşamanın artıları ve eksileri. Her zaman oyuncu, gülücükler dağıtan birer melek değiller. Bazen dişleri uzayıp, bitmez inatlarıyla hayatı epeyce çıkmaza sokabiliyorlar. Peki aynı noktaya gelmiyor muyuz o zaman? Yani sigara içen dostlarımızı sigara içmiyoruz diye, çocuklukları çocukları muzurluk yapıyor diye eleyecek miyiz hayattan? Bize bire bir uymayan her insanı hayatımızdan çıkartarak varacağımız yer kendi morgumuz değil de neresi o zaman?

Seçimlerimiz her zaman uzun sürede haz vermez, bazen anlıktır. Üstelik göz göre göre hayatımızın kalitesini ( duygusal ve zihinsel olarak ) düşürüyorsa bir sorun var demektir. Sigaranın, sosyal hayatı hem içen, hem de içmeyen açısından zorladığına ve ister kabul edelim ister reddedelim, sağlığı akıl almaz derecede tehlikeye düşürdüğüne inanıyorum.
Bütün istediğim içmeyenlere biraz daha saygı gösterilmesi. Çünkü içmemeyi seçtiysem bu benim başka bir ölümü tercih ettiğimi gösterir. Demek ki sigara içenlerle el ele ölmek istemiyorum. Ama sigara içenlerle sohbet etmek, hatta dışarı çıkıp eğlenmek istiyorum. Neden ben bunu sadece yaz aylarında yapmakla cezalandırılıyorum?*

Gelelim çocuklara... Kendi çocuğunuz yoksa bile biraz empati lütfen. İster babalarıyla büyüsünler, ister sadece anneyle, emin olun hiç kolay değil bir canlıyı şekillendirmek. Ve ne yazık ki çok az kadın "pasif bağımlı" ya da ağır tramvaları olan yaratıklar değil, "gerçek insan yavruları" yetiştirebiliyor. Ve bu kadınlar verdikleri kararın sonucuna katlanırken dışlanmayı, yargılanmayı değil bence desteği hak ediyorlar. Çünkü hala hayattalar ve önemli bir deneyimi göze almışlar.

Sonuç olarak sigara dumanı gözünüze kaçtığında yan masaya ters ters bakmayıp, lütfen içmeyin demek hakkımız olmalı. Ya da bir çocuk azıcık dozu kaçırıp, annesinin yanakları utanç ve sinirden al al olduğunda, çaresiz anneye sıcak bir gülücük göndermeli. Yani bence:))
Farklı seçimleri reddetmek yerine, uzlaşmayı öneriyorum. Tercihimiz daima hayattan yana olmalı. Yaşamak ve yaşatmaktan yana olmalı diye düşünüyorum. Kendimizi feda ederek ve kraldan çok kralcı olarak değil, sadece savunma kalkanlarını yere bırakarak da bunun başarılabileceğine gerçekten inanıyorum. Başkalarının pencerelerinden bakmak hayata olsa olsa zenginlik katar. "Etiketlemeden Yaşama Sanatı"** diye bir ders çıksa da, koşarak gidip kayıt yaptırsak!



* C.tesi gecesi sabahın dördüne kadar sokaktaydım ve eve gelince kokudan delirdiğim için yıkanıp yatmam gerekti. Takdir edersiniz ki çok üşüdüm!
** Aslında yoga biraz başarıyor bunu ama dersi çağdaş hale getirmek lazım. Siz hala "How to Cook Your Lİfe " filmini izlemediyseniz, ona bir doz da " Bir Ömür Yetmez" ve "Cahil Periler" ekliyorum. Muhteşem mutfak sahneleri vardır. İsterseniz hazır izlemişken, "Karşı Pencere" de eksik kalmasın:)))

1 yorum:

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

Sigara kötü bir bağımlılıktır ve içene hoşgörü mecburiyeti olmadığı gibi içenin içmeyene karşı aygısı gerekir..
Bebek ve çocuk sahibi olmak bir tercihdir. İnsan bu sorumluluğu aldıysa , ortamları da bebeğine çocuğuna göre seçmek zorundadır. Ama elbette otobüs seyahati uçak vb. o anda bulunmak zorunda olduğu bir ortam sözkonusu ise etraftaki insanlardan hoşgörü bekleme hakkı vardır toplum yaşamı içinde. Ama bunu suiistimal ederek etrafa rahatsızlık verecek boyutlara ses çıkarmadan umursamadan davranması hiç hoş olmaz. Medeni bir toplumda zaten istenmeden yaşanan olumsuzluklarda annenin amhcyubiyeti hissediliyorsa, insan olan insanlar hoşgörüsünü esirgemez, empati kurar...Ama umursamayan bir anne kadar deli eden bir şey de olamaz. Düşünsene, tatildesin, kafanı dinlemeye gelmişsin. Çocuk sadece cırnazlığından bağırıyor çünkü anne öyle alıştırmış ve aklınca verdiği terbiyeye göre de duymazdan geliyor.. napar insanlar.. ya da gelip gelip sana tacizde bulunuyor, gülümseyip ilgileniyorsun ama çocuğun amacı annenin dikkatini çekmek... Bu anlar zor anlar.... Çocuğa değil kadına kızıyorsun tabiii.
hiç unutmam, bir nikaha gittik. Kokteyl... akşam yani.. Anne babalar bir yerde çocuklar miafirler arasında koşarak bağırarak oyun oynuyor. çarpıyor, konuşmana engel olouyor. ne anne var ne baba ilgilenen. hatta kim annesi bunların diye aranıyorsun ama üstüne alınan yok. Had safhada konutuğunu duyamayacak hale gelince, "çocuklarr, biraz sessiz, ouyun alanı değil ki burası, anneniz nered " dediğin anda, burnunun dibindeki adam ""baba" olarak "çocuk onlar" diye kükrüyor...çOcuğun alkollü kokteylde ne işi var bu saatte hıyar diyorsun sen de....