3 Şubat 2009 Salı

Aldanış.

Uzun zaman önce aynı nehrin kıyısında soluklanan ve birbirlerine hiç bir söz veremeyenlerin anısına..

Dilini bilmediğim bir ülkeye geldim. Dilimi bilmeyen insanların arasında süzülüyorum. Tanıdığım hiç bir koku yok burada, bildiğim hiç bir lezzet beni beklemiyor. Uçsuz bucaksız yeşilliklere uzanıp gökyüzüne bakıyorum. Gri bulutlar geçiyor gözbebeklerimden. Durmadan yağmur yağıyor. Saatler, telaşlı domino taşları gibi takvimlerde.

Bir gün onunla tanışıyorum; dilini ve dileğini ülkesinde bırakıp, hiç tanımadığı coğrafyaları keşke çıkmış bir avcı. Geçmişinde hiç bilmediğim hikayeler olan biri. Adımı sormuyor. Yaşını sormuyorum.

Vahşi bir hayvana benziyor. Yarım yamalak kelimelerle, bize ait olmayan bir dilde "merhaba" diyebilmemiz aylar sürüyor. Ve bir gün beni kralların avlandığı büyük bir araziyi görmeye davet ettiğinde, adımı bildiğini anlıyorum. Ama ben hala yaşını bilmiyorum. Cesareti benden yüzyıllarca büyük, buna hayran oluyorum.

Ceylanları seyrediyoruz, ördekleri, kazları... Daha önce hiç görmediğim çiçeklerin arasında uzanıp, hiç konuşmadan uyuyoruz. Kendimi karanlık bir ormanda, kocaman bir ateşin yanında uyur gibi hissediyorum. Hiç korkmuyorum. Beklenmedik bir teslimiyet var içimde. Huzurluyum.

Artık daha sık buluşuyoruz. Arkadaşlarımızla gezip, inanılmaz güzel saatler geçiriyoruz. Hayatlarımızda, ilk kez karşısındakine bütünüyle tanıdık olmanın şaşkınlığı var. Korkusuzca yaşıyoruz, zamansızız; eve dönme vakti hiç gelmeyecekmiş gibi. Tanıdığımız denizlere çekilmeyecekmişiz gibi... Hür. Bizi kimler bekler, cebimizde ne getirdik bu topraklara hiç bilmiyoruz. Aramızda hiç yalan yok. Aramızda hiç soru yok çünkü.

Nehrin kıyısında öylece seyrediyoruz zamanın akışını. Anın, biricik ve muhteşemliği dışında her şey anlamsız. Ne geçmiş bizim ne de gelecek. Sahip olduğumuz mucizenin hayreti var günlerimizde. Sele kapılmış gidiyor ruhlarımız, umurumuzda değil!

Geceleri bahçede uzun uzun konuşuyoruz. Ortak içkimiz şarap. Birbirimizin geleneksel içkisini sevemiyoruz. Bir dikişte içtiği rakı için onu azarlıyorum; "Böyle içilmez" diyorum. Üzülüyor.. Fakat o, üzülünce ben pişman oluyorum. Sarılıyoruz. Votkadan komaya giriyorum o gece!

Bedenim anadilinde, kelimelerim su gibi berrak. Sevdiğim insanları anlatıyorum, sevdiğim masalları, ülkemi, denizimi. Hiç sözümü kesmeden dinliyor. Gözlerinde minnettarlık var. Onu yanımda götürdüğüm tüm anlar için durmadan teşekkür ediyor bana. Bunun eşsizliğinin farkındayız... Sonra sorular soruyor; Yunanistan'a benzer mi benim ülkem? Zeytin ağaçları var mı? Kadınların saçları ne renk? Hepsi çilli mi? Gerçekten altı ay güneşli mi oralar?

Bir gece, "birlikte balığa gidebilsek keşke" diyorum. Gözleri parlıyor. Kendi denizini anlatıyor bana; amber gibi batan güneşi ve buz gibi suyu. Ama daha çok kardan ve karanlık bir ormandan bahsediyor. O anlatırken gözlerimi kapatıyorum. Küçücük ayaklarıyla karlara bata çıka yürürken görüyorum çocukluğunu. Elini tutuyorum, beraberce üşüyoruz onun anılarında. Burnu kıpkırmızı olmuş, tırnakları mosmor. Uzaklarda Chopin çalıyor. Kurtların ulumasını duyuyorum. "Korkma" diyor, "ben iyi bir avcıyım". Av ve avcı arasındaki adrenalini aşka benzetiyor. Gülüyorum. Ona güveniyorum. Gözlerim hala kapalı. Hayatımda ilk defa bir yabancıyla birlikte onun geçmişine gidiyorum. Bana aralanan kapıya değiyor dudaklarım, onu öpüyorum.

Gri mavi bir gökyüzü altında, mavi odalarda paylaşılan isimsiz ilişkimizin hiç tanığı yok. Zamanın bir yerinde ve orada olduğumuzun tek kanıtı hissettiklerimiz. Gün gelip ben geleceğime gitmeye karar verdiğimde, ne büyük bir aldanışa kapıldığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Benim gelecek dediğim şey, yanıbaşımdaymış meğer.
Şöminenin üzerine, ortak dilimizde yazılan en sevdiğim kitabı bırakıyorum. Bir gün okumasını diliyorum tüm kalbimle.. Gidişime bir özür bulmak, bir açıklama yapmak istiyorum. Ama yok!
Yıllar sonra nehrin kenarında oturmuş, elimdeki mandalini sımsıkı tutarken, bir kurt geliyor rüyalarıma. Nefesini ensemde duyuyorum, hiç kımıldamıyorum. Karanlık ormanlar gibi gözleri, bakmadan görebiliyorum. Onu tanıyorum. Burnunu saçlarımın arasına sokup, uzun uzun kokluyor korkumu. Yumuşacık tüyleri değiyor ellerime. Pütürlü ve ılık dili dolaşıyor avuçlarımda. Nabzım yavaşlıyor. Sonra uyanıyorum aldanışımdan!

Sabah olunca anneme sormuyorum rüyada kurt görmek ne demek. Affedilmediğimi iliklerimde hissediyorum. Avcıya ihanet eden avım ben!








7 yorum:

kelebeklerözgürdür dedi ki...

şimdi de sorma sırası bende sanırım: BU NE??? bu ne? :)

okuduğum EN güzel yazılarından biriydi....başka diyecek birşey bulamıyorum.

yasemin dedi ki...

çok güzel yazıyorsun.

Fortunata dedi ki...

Çok teşekkür ederim sevgili Külkedisi ve sevgili Yasemin. Beğenmenize çok sevindim.

Brajeshwari dedi ki...

çok etkilendim.

hangi iz buluşturmuş ki geçmiş hayatlarınızdan sizi, hangisi bunu bitirmiş..

Buna sahip olmak bile zenginlik aslında...

Fortunata dedi ki...

Brajeshwari, çok haklısın. Ben de şanslı olduğumu düşünüyorum. Herşeye sahip olamayacağımı anladım anlayalı, geri dönüp, ana bakıp ve hatta gelecekte beni bekleyen hediyelere bakıp hayata teşekkür eder oldum:)) üşütmüyorum kafayı inşallah!

kali dedi ki...

"Anın, biricik ve muhteşemliği dışında her şey anlamsız" "epiphany" si de bir anlık oluyor di mi? (sonra unutma o anı!!)

cok guzel yaziyosun firtina kardesim :)

Fortunata dedi ki...

Canım Mehmetus'um beğenmiş ya, daha ne isterim Rabbimden:))) Teşekkür ederim dostum.