22 Kasım 2016 Salı

KIRMIZI OJE*, ROMA, VİZE NOTLARI = SERBEST ÇAĞRIŞIM!!!

 
 
 
 
Bölüm 1
 
Okul sonrası sakin bir manikür&pedikür seansı.
 
"Abla kırmızı oje süreyim mi?"
"Yok Derya'cım sağol, bakamam ben ona. Bozulur mozulur."
 
On dakika sonra:
 
"Abla sen ne zaman aşık olacaksın?"
"Bilmem, haftaya C.tesi uygun mu Derya'cım?"
"Abla! Dalga geçme."
"E sen başladın :))"
 
Bölüm 2
 
Eve dönüyorum, çantamda Sosyoloji Bölümü birinci vizelere ait notlar.. Vay arkadaş ben bu saatte neyin peşindeyim diye mırıldanırken, Derya'nın sorusu canımı sıkıyor. Sonrasında aklıma düşenler: çorap söküğü....
 
Kayınvalidem rahmet istedi zahir. Kendisi dünya tatlısı bir hanımefendiydi. Oğluyla azıcık daha evli kalsaydım, muhtemelen aramızdaki ilişki iyice derinleşecek ve ben nihayetinde yine adamı boşayacak ama bu kez anasını alacaktım! Yani o kadar severdim kendisini. Neyse ki işler saçmalaşmadan edebimle boşandım!
 
Aslında konu tam olarak kayınvalidem değil, onun hayata dair birbirinden güzel tavsiyelerinden en sevdiğim: 
"Restorana sefertası ile gidilmez."
A ne o, ilginç gelmedi mi? Elbette ilginç, zira bunu ilk söylediğinde donup kalmıştım. Neden derseniz değil restorana sefertasıyla gitmek, bakkala, kasaba, plaja her yere kocasını yanında, olmadı zihninde götüren bir kadının kızıyım!
Kayınvalideme dönersek, kendisine dedim ki "Sizinle İtalya'ya gitmeyi çok isterim. Siz, ben  ve kocam gitsek ne güzel olur."
Cevap: "Evladım, restorana sefertası ile gidilmez!"
Tamam yahu dedim içimden, öyle diyorsanız öyledir....
 
Vay arkadaş, aradan onca yıl geçti ve gördüm ki kadın haklıymış! İtalya maceramı düşünüyorum da, doğruya doğru, oralara kocayla, sevgiliyle falan gidilmez. Kaldı ki ananla kardeşinle hiç gidilmezmiş... Heyhat! Gerçi bizim Zişan'a İtalya'dan ne istersin dediğimde "aşık ol!" demişti. Açıkcası ne demek istediğini pek anlayamamıştım, çünkü kastım permesan veya bir şişe şarap idi. Üstelik bir haftada nasıl ve kime aşık olacaktım?

Venedik'de kentten o kadar büyülendim ki, Dustin Hoffman gelse "hadi Elvan bi kahve içelim" dese, "affedersiniz iki gün sonra Floransa'da içsek olmaz mı ? " derdim. O kadar vuruldum şehre.
E bu da aşk, di mi Derya??, Zişan?? Hı?
 
Amma Roma için bi dururum, çünkü barmenden tut, şoföre kadar şehir yıkılıyordu! Ve fakat bende şans yoktu. Neden mi, bakınız hikayeye:
 
Erkek kardeş sabah uçağı ile dönmüş, anneyle bir tam gün Roma'dayız. Öğleden önce gezdik tozduk, öğle yemeğini yiyen anne önce makarnaya bi araba laf etti, sonra da bağırsaklarını bozdu. E bu durumda İtalyan Hükumetine ekstra etrafı kirletme cezası ödemeyi göze alamayınca kös kös bir kafede oturduk!
Orada kah uyuklayan, kah tuvalete koşan annem, ne olduysa oldu biz havaalanına götürecek şoförü görünce açıldı. Oysa kendisi ne Venedik, ne de Floransa'da kimseciklerle göz teması bile kurmamıştı!
 
Arabaya bindik, yakışıklı şoför dikiz aynasını ayarladı, Allah dedim, bu ne gözler!!! Şaka değil, adam bildiğin Ferzan Özpetek yakışıklısı. Yıkılıyor! Sap sağdan dönelim denir, fakat yan koltukta anne var. Sustuk oturduk tabii. Neyse adamın telefonu çaldı, açtı. Bildiğin İtalyan filmlerinde anne-oğul konuşmasına tanık olduk. Mammma diye bir naz edişi var, of yani. Güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim. Erkeği havaya sokan kadınlar listeme İtalyan teyzeleri o an yazdım.
 
Neyse, telefonu kapatan şoför, bana bakarak ve dikiz aynasını bir kez daha ayarlayarak başlamaz mı konuşmaya!
Efendim aslında o müşterinin yanında telefonla konuşmazmış, ancak maması arayınca açmak zorundaymış, yoksa açana kadar ararmış!!! Canım ya, demek senin ki de ilginç bir model diyecektim ama susmuyor ki. Efendim İtalya'da taksi şoförlerine saldırılar olmuş, bi de bu geçenlerde klimadan üşütünce annesi çok söylenmiş. Baktım karşımda muhallebi çocuğu var. Eh dedim madem böyle sohbet edicez bende benim mamayı çekiştireyim olsun bitsin. Olmadı. Annem işkillendi mi ne, başladı sohbete müdahale etmeye! Vay arkadaş uçağa binmeden bi aşık olucam, mümkün değil, kozmik alemde buna izin vermeyenler var:))). Nihayetinde annem aldı sazı eline, beni de tercüman yaptı ve son şansımı da kaçırdım. Neyse ki cabbar İtalyan abimiz arada derede kartını verip, facebook arkadaşı olalım demeyi atlamadı. İstanbul'a gelmeyi çok istiyormuş da ondan... Yoksa olmayan dekolteme ve dibinden kesilmiş ojesiz tırnaklarıma değil seranat! Gel tabii, hatta uzun kal da bi aşık olalım diyecektim, ancak olmadı. Neden? Çünkü yakışıklı şoförümüz anneme, arabada içmediği suyu vermek için ısrar ediyordu.  Onun köyünden bir kaynak suyuymuş, bilmem kaç metre yüksekten fışkırıyormuş! Pes!
 
Açıkçası Derya "abla ne zaman aşık olacaksın?" dediğinde aklıma geldi bütün bunlar.... Zamanı durduramadığım gibi, nabzımın ekstra atmasını da ben sağlayamıyorum....
 
Heyhat aşksız ve kırmızı ojesiz geçiyor hayat!
 
* bir de kırmızı ruj maceram var ki, onu da yazayım ilk fırsatta.
 

Hiç yorum yok: