20 Şubat 2016 Cumartesi

CEMRE


 
 
Bütün cemreler düştüğünde çantamı hazırlamış, içliklerim, kar botlarım, çoraplarım, sonunda düğmesini kapatmayı başardığım kar pantolonum ve bana emanet edilen "kutsal uğur eldivenleriyle" daha önce görmediğim o uzak ülkeye doğru yola çıkacağım. Yıllardır hayalini kurduğum gerçek soğukla nihayet kucaklaşacağım. İçimdeki buz, dışarıdaki buzla göz göze gelince bakalım ne hissedecekler?
 
İlk ne zaman gönlüme düştü Kuzey bilmiyorum. Olsa olsa on, on beş yıllık bir hikayedir. Sanırım yelkenle haşır neşir olduğum dönemde, dümen başında üşümek ve soğuktan kıpkırmızı olmuş parmaklarımda daha önce hiç hissetmediğim o garip hazzı duyumsamakla başladı her şey.
 
O anın içinde, doğanın kabullenmem gereken bir durumu vardı; soğuktu, hırçındı ve benden daha büyüktü. Müdahale edemezdim, mücadele edemezdim ve değiştiremezdim. Olanı olduğu gibi kabullenip, uyum sağlamak dışında seçeneğim yoktu. Bükemeyeceğim eli öpecek  ve ritim tutturacaktım içinden geçmekte olduğumuz fırtınayla.
 
Erol Hoca, "şarkı söyleyelim" demişti. İçimden o kadar kızmıştım ki... Ne şarkısı yahu, dalgalar kafamın üzerinden geçiyor, ıslanmadık yeri kalmamış vücudumun! Zangır zangır titriyorum. Ne şarkısı?
 
Oysa birlikte şarkı söylemek içinden geçmekte olduğumuz anı genişletti. Korkumu, çaresizliğimi azalttı. Dümene sımsıkı yapışmış parmaklarım gevşedi. Omuzlarım gevşedi. Boşa harcadığı güçten bitap düşmüş kollarım huzur buldu. Benden daha deneyimli bir adama ve benden çok ama çok daha büyük bir duruma itaat ettim. Sanırım doğanın aklımı başıma getirmesine vuruldum ben. Soğuk ülkeleri özlemek belki de o gece düştü kalbime?
 
Suya düşen cemre gibi...
 
Havaya düşen cemreyi çok iyi hatırlıyorum. O çocukken olmuştu. Zarife anneannenin ve Hüseyin dedenin bizi, inekleri otlatmaya götürürken yanlarına aldıkları zamanlardı.
Kırlarda serbestçe dolaşmak küçücük bir çocuk için bulunmaz  özgürlüktür. Zeytin ağaçları, harımın incirleri, tüm yeşilliğe yayılmış bin bir çiçek arasında özgürce koşuşturmak!
Orada hissettiğim şey saf huzurdu. Çiçekleri koklamak için eğildiğimde burnuma gelen nemli toprak kokusunu, gece boyunca gök delinmiş gibi yağan yağmurun ertesi güne bıraktığı o eşsiz kokuyu asla unutmadım.

Sabahın temizliğindeki koku.
 
Toprağa düşen cemre ise benzer zamanlara denk gelir. Ancak daha ileri bir çocuklukta hissetmiştim. Babamın gidişiyle...
Tabiat ananın cömertliğini sorgulayamayacağımı öğrendiğimde küçücüktüm. Her şeye hayat veren, doğayı ısıtan cemre o yıl benden kocaman bir parça almıştı... 
Yıllar içinde bu biricik gerçeği unuttum. Tekrar hatırladığımda yine Mart'tı ve koca kadındım. Vitito' nun gidişi cemrelere denk gelmişti. Acım, eski yaramın sırtına bindi. Yüze, bine katlandı sanki. Aylarca kanadı.
 
Şimdi, bu yıl uzun zamandır yapmadığım kadar dikkatle cemreleri sayarken, sanırım hayata büyüklendiğim ve ardından kısacık bir hayal kırıklığı yaşadığım süreci geride bırakmanın ve kalbimi yeniden ısıtmanın derdindeyim. Doğa ile zayıflayan bağımı cemreleri sayarak, kendimi bütünün parçası belleyerek güçlendirmeye gayret ediyorum.
 
O uzak ülkeye gittiğimde aradığımı bulacak mıyım? Bulursam birbirimizi nasıl tanıyacağız bilmiyorum. Bir tek şey var emin olduğum, hayallerimi kovalamayı seviyorum. Fırtına takvimini izlemeyi, gün doğumu ve gün batımlarını önemsiyorum. Ayın hallerinin ruh dünyamda yarattığı gerilimi, hassasiyeti dikkatle izliyorum.
 
Gittiğim o soğuk ülkede, kurtlarla mı koşarım, ren geyikleriyle mi dans ederim bilemem. Gidiyorum işte. Şansıma güvenip, çantamı topluyorum. Bir canım var, o da Allaha emanet!

https://www.youtube.com/watch?v=9wxqdTnKS90
 
 
 

Hiç yorum yok: