26 Mayıs 2010 Çarşamba

ESKİCİ




1980'ler... Komik saçlar, havlu eşofmanlar, vatkalar... Evet, bütün bunlara rağmen isterdim 1980'leri. Bir gün 2000'lerin bir kısmını da isteyeceğimi bilmenin korkusuyla, kah açılıp kah kapanan zihnimdeki yüzlerce karışıklığa rağmen isterdim.


Geçenlerde çok sevimli bir kadınla tanıştım; ruh eşini arıyormuş. Deliler gibi seyahat ediyormuş. Biraz duygulu bir şey anlatsam gözleri sulanıyor ve kimselere çaktırmadan içinden ağlıyordu sanki. Bir ona baktım, bir de bulduğuyla yetinenlere; bulduğuna alışıp, bağlananlara. Sadece gülümsedim. Zorla, sıkıntılı ve içime sinmeyen küçücük bir gülümseme dudaklarımın ucunda dolaşıp, gitti. Daha fazlasını yapamazdım.


Bana sevgili ya da koca adayı aramayı bırakın arkadaşlar. Daha azına asla razı olmayacağım. Bu hata bir defa yapılır. Ben de yaptım zaten. Ama hala yapmakta olduğum hatalar var. İşte orada yardım edebilirsiniz. Mesela kolumu daldırıp geçmişin kan dolu kovasından bir inci tanesi çıkartmaya çalıştığımda ya da umutsuzluktan iki seksen yere uzanmış ruhumu tekmelemeye başladığımda beni durdurabilirsiniz. Çok makbule geçer doğrusu, tabii farkedebilirseniz...


Ben de seyahate çıkmaya karar verdim. Bu yılın sonuna kadar, başlattığım işlerin ardını bırakmayıp, sonra aralarda uzun uzun yollara düşmeye karar verdim. Bu karar beni rahatlattı. Gerçi dedem bu seyahatlerin yorgunluk dışında bir şey getirmeyeceğini söylerken inanıyorum ki samimiydi ama o bir şey daha demişti; "... bu yol acılarla dolu, ama yürümek lazım. Yürü... "


İçime doğru yürümekten yoruldum. Şimdi başka bir şey denemek istiyorum: bir adım içeri, iki adım dışarı... Bakalım daha farklı bir sonuca ulaşabilir miyim?


İnsanlar alışkanlıklarını, konforlu rutinlerini çoğu zaman denge ve uyumla karıştırıyorlar. Oysa ne büyük yanılgı... Bazen, herkesin aile olmayı başardığı, hatta birinci turda burun üstü çakılanların bile ikinci denemeyi yaptığı şu fani dünyada neden bu kadar düşünür ki insan diye aklımdan geçmiyor değil. Ama biraz yakından baktığımda çoğunun kısık ateşte hafif hafif ısınan bir suyun rehavetine kapılmış kurbağacıklar olduklarını anlyorum. Söylüyor muyum? Elbette hayır. Çünkü bana söylendiğinde çok sinirlenmiştim!


Hem kimbilir, belki de kendini akıllı zanneden kurbacıkların buz tutmuş bir gölün kıyısında gözlerini gökyüzüne dikip, "güneş açsa ve şu buzlar erise" diye dua etmelerinden çok daha iyi bir seçenektir ruhunu hayat çorbasına bulyon yapmak!


Gezgin kadın beni düşündürdü. Geçmişe ve içe doğru yapılan seyahatlerle, gezegen üzerinde yapılanların benzer ve farklı taraflarını düşündüm... Hala da düşünüyorum. Bu arayışın sonu içinse bir beklentim yok. Şehrin, mücevherin, kumaşın, kalemin, kitabın, hatta müziğin bile eskisini seven ben, acaba yeni bir hayat kurmak için bir gün hazır olabilecek miyim?


2 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

bence yepyeni bir hayat kurmuşsun bile, neden farkında değilsin. Hayatımızı anlamdırmak için onun içinde illede bir şovalye olması gerekmiyor.
O kadının ruh eşini araması çok güzel de umarım kendi ruhunu yakından tanıyabiliyordur. Hayatınızda biri yokken cesur olabiliyorsunuz ama biri zaten varken cesur olabilmek, objektif bakabilmek......büyük cesaret:D

Fortunata dedi ki...

:)))