8 Nisan 2010 Perşembe

VOL.II

Ashrama gelmek için ara vermem gerekiyordu, kaldığım yerden devam ediyorum kıskandırmaya, pardon paylaşmaya!

Neyse, kahvaltımızı bitirip, Kapalıçarşı'nın Beyazıd kapısından giriyoruz. Buraya her gelişimde kendimi harikalar diyarındaki Alice gibi hissediyorum. Sanki bütün dükkanlar ve içlerindeki mallar sadece ben arada bir gidip keyfini çıkartayım diye oradalar! Bu kez daha da ayrıcalıklıyım çünkü hocam benimle. Ve bunun ne demek olduğunu az sonra göreceksiniz..

Çarşı esnafı sabahın köründe önlerinden geçen ikiliye tuhaf tuhaf bakıyor, soru çok açık turist mi bunlar? Emin değiller, çünkü hocamda da bende de kafa karıştırıcı bir duruş var. Üst baş, hal tavır da milliyetimiz hakkında pek ip ucu verecek cinsten değil. Ama biz bu bakışları fazla dikkate almayarak keyif içinde kayboluyoruz sokaklarda. Örücüler, Kürkçüler, Halıcılar derken benim kumaşçıyı buluyorum. Her zamanki gibi ipekler, ketenler, yazmalar akıllara zarar! Gayet güzel fiyatlara meditasyon örtüleri bulup, ilk uygun zamanda topladığımız bilgileri Nazlı Hocam'la paylaşmak için dükkandan kart alıyoruz.* Aslında bu gezi sırf Nazlı Hocam için. Yani şöyle açıklayayım; buralarda onunla gezeceğimiz zaman yorulmasın, sıkılmasın diye bir keşif yapıyoruz. Vallahi:))


Kumaşçıların arasından sıyrılıyoruz nihayet ve rotamızı Bedesten'e çeviriyoruz. Aaa Zincirli Han'ın içine bakıyoruz önce. Ya ne güzelmiş burası. Oturup bir çay içsekdik ya avluda. Fakat afyonu patlamamış abilerin, davet eden yok! Ya belki çok zenginiz... "Allah Allah...


Bedesten... Tanrım bu ne güzellik. Gümüşler, taşlar, antika ıvır zıvırlar, minicik sandalyelere tünemiş ilginç amcalar... Gümüşçüye girdik bile! yemek ve çay takımları, hokkalar, çerçeveler. Bir süre burada kala kaldık. Ama hayalimizdeki yemek takımı ve hokka ne yazık ki burada değil. ** Ama iyi bir satış elamanı dükkan sahipleri için büyük şans. Güntay Bey ihtiyacımız olan her konuda yardımcı olduğu gibi, nezaketi ve saygıyı da dozunda tutarak bizi kazandı. Ashramın tüm gümüşlerini ondan almak farz oldu. Kendisiyle vedalaşıp bir Türk kahvesi molası için Nuruosmaniye'ye çıkıyoruz. Ama bir dakikacık Sofa'nın vitrinine baksak diyorum hocama. Bu dükkanı sevdiğimi ama hiç kapısından girecek cesareti toplayamadığımı söylüyorum. Hocam, hadi içeri girelim diyor! Vay be, bunca yıl sonra kapıdan içeri adımımı atıyorum!


Bizi dükkan sahibi karşılıyor; Kaşif Bey. Biraz tanışır gibi olup, sohbet eder gibi yapıyoruz karşılıklı. Dükkan da sahibi de hayal kırıklığı oluyor benim için; gereksiz yere büyütmüşüm gözümde bu dükkanı. Büyüleyici olan sadece vitrinmiş! İçeride sahibi de dahil ilgimizi çeken bir şey bulamıyoruz. Yine de hayatta bir adım oluyor Sofa! Bir adım, bir ders. Ulaşılmaz sandığımızı ulaşılır kılıp geride bırakıyoruz...


Sırada bir diğer vitrin var. Ama ne olur ona da baksak hocam diyorum. O çok beğendiğim küpeleri gösteriyorum.*** Hadi bakalım diyor hocam. Yehu!!! İşte küpeler kulağımda:) Zarif bir kıvrım ve su damlası gibi bir çift pırlanta. İki senedir gidip gelip baktığım küpeyi kulağıma takmamla ondan vazgeçmem arasındaki süre sadece bir dakika! Bu değil diyorum. Tasarımda hata var. Taşın salınımını ben değil yanımda olan görecek. Oysa ben ve karşımdaki - yani asıl önemli olanlar - keyfini süremeyecek. Olmamış!

İşte dokunma terapisi burada başlıyor. Bir nesneye hatta insana elinizi sürmeden onu gerçekten isteyip istemediğinizden emin olabilir misiniz? Dokunmak, iletişimde kelimelerin fersah fersah önüne geçiyor. Bu gezide tapulaştırdığım, ulaşılmaz sandığım şeyleri keşfedip, aslında bana uygun olmadıklarını deneyimliyorum. Bu onları azaltmıyor, sadece bana uygun değiller... Bunu bilmek ferahlatıyor:)


Yola devam Sırada saray var! Burası benim diyorum, hocam da bana hoşgeldin diyor!Peki hocam sizin olsun diyerek kubbealtından başlıyoruz yürümeye. Dünyanın bütün çocukları burada ne hikmetse, itişip kakışmalı bir ziyaret oluyor bizimkisi. Fakat çok havalıyım. Çizmelerim iltifat alıyor genç bir delikanlıdan. Çok gülüyoruz onun bu tatlı haline. Sarayda fazla kalmıyoruz ama Revan Köşkü ve Enderun Kitaplığı bize hayalimizdeki ashram için harika fikirler veriyor. Bir kez daha sedirlere hayran hayran bakıp saraydan çıkıyoruz. Bugün de kelle çeşmesini bulamadım!


Şimdi sıra Galata Köprüsü'nden Karaköy'e geçmekte. Bugün Tamara'yı ziyaret etmeyeceğim. Bu yüzden hedef Rüstempaşa Hanı, Namı- diğer Kurşunlu Han. Handa ne aradığımız ashram sırrı, burada paylaşamam. Ama Nazlı Hocam'a elbette rapor edeceğim. Ve vapur... her güzel şey gibi gezimiz bitti. Ama bu gezi bitti. Haftaya buluşalım haftaya...


Önemli Not. Atladığım detaylar var tabii; Türk kahvesi molası adresi, kahvenin yanındaki fıstıklı-bitter çikolatalar ve Perşembe Pazarı içindeki köftecinin adresi gibi. Ama Kerubim'e de iş bırakmak lazım:))




*yoga battaniyeleri için: EĞİN TEKSTİL ; Yağlıkçılar Cad. no: 50 Emrah Bey

**Gümüş için: LALE ; Cevahir Bedesteni, no:254 Güntay Bey

Hiç yorum yok: